Siyaset üzerine akıl yoran herkes, önce Berat Albayrak’ın istifasını ve bu istifayla doğan güç boşluğunu anlamlandırmaya çalışıyor; eğer bunu yapabilirse, ardından da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bundan sonraki olası davranışlarını tahmin etmeye çalışıyor.
Bundan iki hafta önce, burada Berat Albayrak’ın istifasınının anlamını ve istifanın olası perde arkasını yazmaya çalıştım. Bu yazı, bir anlamda o yazının devamı veya tamamlayıcısı.
Bu yazıda Albayrak’ın istifasının arka planına mümkün olduğunca girmeyeceğim ama bir konuya açıklık getirmeliyim: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başta Merkez Bankası rezervlerinin eksiye düşmesi olmak üzere bazı ekonomik gerçekleri öğrendikten sonra Berat Albayrak’ı sigaya çektiği, ona rağmen Merkez Bankası Başkanı’nı değiştirdiği, sonra da istifanın gerçekleştiği izahı temelde doğru olsa bile gerçek resim bundan daha büyük.
Erdoğan’ın arayışı yerel seçimden sonra başladı
Cumhurbaşkanı Erdoğan 31 Mart 2019 yerel seçim sonuçlarını aldığı akşamdan beri bir arayış içinde aslında. Bu arayışını 19 Nisan 2019 günü öğlen saatlerinde Twitter üzerinden paylaştığı bir dizi mesajda da ifade etmişti. Erdoğan’ın bu mesajlarını bugün “Türkiye ittifakı girişimi” olarak hatırlıyoruz. Erdoğan o gün, “Seçim tartışmalarını geride bırakarak, ekonomi ve güvenlik başta olmak üzere asıl gündemimize odaklanmamız şarttır” diyordu.
Erdoğan’ın “geride kalsın” dediği seçim tartışmalarının başlıcası, İstanbul’da yaşanıyordu. Ak Parti, aynen son haftalarda yenilgiyi kabullenmeyen ABD Başkanı Donald Trump’ın yaptığı gibi bin dereden su getirerek ve olmadık argümanlar üreterek İstanbul’da seçimde hile yapıldığına, hile yoksa usulsüzlük yapıldığına iknaya çalışıyordu.
O günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu durumdan hiç hoşnut olmadığı ve İstanbul’u kaybedilmiş kabul ettiğine dair kulis bilgileri geliyordu. Nitekim, 19 Nisan’daki bu Twitter mesajları da aynı kulis bilgilerinin teyidi olarak görüldü.
Ancak, bu mesajlar içinde yer alan “Türkiye ittifakı” tanımlaması siyasette bazı karışıklıklara neden oldu. Bir kere CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, bu ifadeye destek verdi. Buna karşılık Ak Parti’nin Cumhur İttifakı’ndaki ortağı MHP “Türkiye ittifakı” lafından hoşlanmadı.
Bu “Türkiye ittifakı” tartışması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı İstanbul seçimlerine itiraz etme konumuna itti. Zaten başta Berat Albayrak olmak üzere bir grup, kendi partisinin içinde seçim sonucuna itiraz etmek gerektiğini söylüyordu, benzer bir baskı MHP’den de geldi, üstelik kamuoyu önünde geldi. Ve Cumhur İttifakı’nın zora girdiğini gören Erdoğan Mayıs ayı başında İstanbul’da seçimde usulsüzlük şüphesi doğduğuna dair bir açıklama yaptı. Onun açıklamasından birkaç gün sonra da Yüksek Seçim Kurulu 7’ye karşı 4 oyla İstanbul’da seçimin yenilenmesine karar verdi.
Erdoğan, için için seçim sonuçlarını kabullenmiyor, yenilgiyi hazmedemiyor görünmenin geri tepeceğini, kendisini ve partisini İstanbul’da ağır bir yenilginin beklediğini biliyordu. Yine de sonuna kadar seçimi kazanmak için çalıştı.
Erdoğan’ın iki büyük siyasi hatası
İstanbul’da seçimin yenilenmesine varan “seçim tartışmaları”nın uzamasının bir başka sonucu daha oldu. Belki kurulduğundan beri ilk kez Ak Parti bir seçimin sonucunu tam anlamıyla değerlendirmedi, seçim sonucundan çıkan derslerin gereğini yapmadı. İstanbul’da iki kez seçim kaybeden il yönetimi hala görevde örneğin.
En azından 1994 yılından beri ulusal siyasetin zirvelerinde olan Tayyip Erdoğan tecrübesindeki bir siyasetçinin İstanbul seçimlerinin sonucunu kabul etmemesi herhalde yapılabilecek en büyük siyasi hataydı. Ama en az bunun kadar büyük hata, partisinin seçimi neden kaybettiğini adam akıllı araştırmamak, sorgulamamak, özeleştiri yapmamak oldu.
Bazı komplocu kafalara bakılacak olursa, seçimin yenilenmesi ısrarının gerçek nedeni buydu: Ak Parti’de bir sorgulama yapılmasının önüne geçmek.
Bugün “Türkiye ittifakı girişimi” diye hatırlanan o 19 Nisan tarihli mesajlar, Erdoğan’ın farklı bir siyasi arayış içinde olduğunun dışa vurumuydu. Ama bu arayış neydi, Erdoğan’ın kafasından neler geçiyordu, muhtemelen hiçbir zaman bilemeyeceğiz.
Ama oylardaki çözülmeyi durdurdu
31 Mart’ın, hele İstanbul’da ikinci kez seçimin yapıldığı 23 Haziran’ın ertesi günü bakıldığında Ak Parti’nin ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir daha seçim kazanması imkansız gibi duruyordu.
Bu moralsizlik yansıdı, haftalarca Türkiye’de gündemi Cumhuriyet Halk Partisi ve onun lideri Kemal Kılıçdaroğlu belirledi. Cumhurbaşkanı da haftalarca savunmada kaldı, Kılıçdaroğlu’na laf yetiştirdi.
Ama bir noktada Erdoğan durumu toparladı, yeniden gündemi eline aldı. O noktadan itibaren uzun yıllardır görülmemiş bir propaganda savaşı başlatıldı; CHP ve muhalefet üzerinde tam saha baskı uygulandı, en ufak hatalar büyütüldü de büyütüldü, bu dönemde CHP kim bilir kaç kez “darbeci” olmakla suçlandı. Amaç CHP’yi savunmaya sokmaktı. Başarıldı da.
Ardından siyasi mühendislik çabaları başladı. Canan Kaftancıoğlu hakkında dava açılması, Enis Berberoğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesi vs ile CHP kriminalize edilmeye çalışıldı. Tek çizgi bu da değildi. Bir yandan da İyi Parti üzerinde baskı kuruluyor, bu partinin zımnen de olsa HDP ile yan yana gelmesi sürekli hatırlatılıyor ve Millet İttifakı dağıtılmaya, dağılmasa bile diken üstünde tutulmaya çalışılıyordu.
Bütün bu çabalar zaman içinde meyvesini verdi. Ak Parti’deki oy kanaması, anketlere bakılacak olursa durdu. Ak Parti’nin oy kaybının durdurulmasından daha önemlisi CHP’nin oy kazanmasının önüne geçildi.
Erdoğan’ın önüne konan rakamlar
Son birkaç haftadır kulislere Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın anketçilerle ve anket analizi yapan ekiplerle daha sık ve daha uzun toplantılar yaptığına dair haberler geliyor.
İsterseniz önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önüne konan fotoğrafı anlatmaya çalışayım.
Erdoğan, malum iki seçime girecek. Bunlardan biri Cumhurbaşkanlığı; diğeri ise parlamento seçimi.
Cumhurbaşkanlığı konusunda anketlerin gösterdiği, Erdoğan’ın oyunun yüzde 40 ile 44 arasında olduğu. Yani, Cumhurbaşkanı’nın yapılacak seçimi daha ilk turda kazanma olasılığı şu an gözükmüyor.
Ancak unutulmaması gereken şu: Aynı anketler Erdoğan ile en yakın rakipleri (Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu isimleri öne çıkıyor) arasında 10 puandan fazla (bazı anketlere göre 15 puanı aşkın) fark var. Yani, aslında ikinci tur için Erdoğan’ın seçilme olasılığı hala çok yüksek.
Ancak Cumhurbaşkanı açısından kendi seçimi kadar önemlisi, partisinin ve müttefiğinin seçimde çıkaracağı milletvekili sayısı. Öyle ya, Cumhurbaşkanı çoğunluğunu muhalefetin oluşturduğu bir parlamento ile çalışmayı tercih etmez, hele başkanlığının ikinci döneminde…
Ak Parti ve MHP oylarına bakıldığında da, bu iki partinin toplamının hala yüzde 45’in üzerinde görüldüğü anlaşılıyor. Yani bugün seçim olsa Cumhur İttifakı Meclis’te kırılgan da olsa bir çoğunluk elde edebilir gözüküyor.
Ekonomideki kötü gidiş
Bu rakamlar, Erdoğan’ın 31 Mart seçimi sonrasında hasar kontrolunu başardığı anlamına geliyor; üstelik başta ekonomi olmak üzere çok sayıda temel alanda yaşanan ap açık kötü gidişe rağmen.
Birkaç rakam vermek istiyorum:
Cumhurbaşkanlığı sisteminin resmen uygulamaya girdiği 2018 Temmuzunda enflasyonu anlatan tüketici fiyatları endeksi 359,41 seviyesindeydi. 2020 Ekim ayında aynı endeks 487,38’e yükselmiş durumda. Artış oranı yüzde 35.6. Yani, Temmuz 2018’den bugüne 100 liranın alım gücü 64 lira 40 kuruşa düşmüş. Çok ciddi.
Dolar kurunda durum daha vahim. 1 Temmuz 2018’de 1 dolar almak için 4 lira 62 kuruş ödemek gerekiyormuş. Bu yılın (şimdilik) ortalama dolar kuru 6.94. Yani, doların TL’ye karşı değeri yüzde 50 artmış. (Tersten bakalım: 2018’in 1 Temmuzunda 1 lirayla 21,64 Amerikan centi alabiliyormuşuz; bugün aynı 1 lirayla 14,40 cent alabiliyoruz. TL’nin değeri de yüzde 30’dan fazla düşmüş.)
Bütün rakamların en vahimi istihdamda. 1 Temmuz 2018’de Türkiye’de 28 milyon 695 bin kişinin işi varmış. Son rakam Ağustos 2020’ye ait, 27 milyon 554 bin kişinin işi var. Aradan iki yıl geçmiş ve 1.1 milyondan fazla kişi işini kaybetmiş. Bunlara o aradan geçen zamanda çalışabilir nüfusa katılan 2 milyon kişiyi de eklediğinizde, ülkemizi sırf 2018 Temmuz seviyesine getirmek için bile bizim 2 milyondan fazla insana iş yaratmamız gerektiği ortaya çıkıyor. Eh, 2018 Temmuz ayında da bir istihdam cennetinde yaşamıyorduk; benim hesabım Türkiye’nin bugün için 9 milyona yakın yeni iş yaratmaya ihtiyaç duyduğu. Çalışma çağındaki nüfusumuzun en az 36 milyonunu bir işte çalışır ve düzenli gelir elde eder hale getirmemiz gerek.
Kötü gidişe ilişkin vereceğim son rakam, gayrı safi yurt içi hasılamızın gelişimiyle ilgili. 2018 yılında GSYH’miz 3 katrilyon 758 milyar liraydı. 2019’da bu rakam 4 katrilyon 320 milyar liraya yükseldi. Enflasyonu hesapladığınızda TL bazında büyüme yüzde 1’i bile bulmadı. Dolar kuruyla hesaplarsak GSYH’miz küçüldü, 779.7 milyar dolardan 760.6 milyar dolara düştü. 2020’de salgının da etkisiyle TL bazında yine anlamlı bir büyüme beklenmiyor. Dolar bazında bakacak olursak fakirleşmenin ciddi biçimde devam edeceğini söyleyebiliriz. (Bir hesaba göre dolar bazında 2019’la aynı seviye olabilmek için GSYH’nin 5.3 katrilyon; 2018’le aynı olabilmek için de 5.4 katrilyon lira olması gerekiyor; 2020 ortalama dolar kuru 6.94 varsayımıyla.)
Bunca kötü gidişe rağmen siyasi durum aslında başarı
Kötü gidişe ilişkin bu dört örneğe başka unsurlar da ekleyebilirim ama en temel, en önemli ve cebimizi doğrudan ilgilendiren şeyler bunlar. Bu denli bozulmaya, ekonomik anlamda ciddi fakirleşmeye rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçilme şansını hala koruyor olması, Cumhur İttifakı’nın ise Meclis’te çoğunluğu elde etme olasılığının sürüyor olması aslında büyük bir siyasi başarıya işaret ediyor.
Ancak yine de, belli ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yerel seçimden beri kafasında bazı şeyleri tartıyor; bu tarttığı şeyler içinde en uç düşüncenin MHP ile ittifakı bozmak olduğunu söyleyebiliriz. Erdoğan oraya kadar varmayabilir, hatta büyük olasılıkla varmayacaktır. Nitekim Bülent Arınç’ın istifası ve o istifa öncesinde ve sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmaları, gündemde ittifakı bozmanın imasının bile olmadığını herkese gösterdi.
Arınç’ı yabana atmamak gerek
Ancak yine de Bülent Arınç’ın çıkışını yabana atmamak, “zaman zaman böyle çılgınca çıkışlar yapan bir eski siyasetçinin bireysel davranışı” olarak görmemek gerek. Unutmamak lazım, Arınç’ın “hukukta reform”dan bekletilerinin neredeyse bire bir aynısını Adalet Bakanı Abdülhamit Gül de söyledi, sadece Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın isimlerini kullanmadı.
Bu çeşit insanlara, Tayyip Erdoğan ve Ak Parti’nin 2013’e kadar sürdürdüğü reformcu/demokratikleşmeci dönemi özleyenler adını vermek yanlış olmaz. Onlardan Ak Parti içinde bol miktarda var; milletvekilleri içinde de, partinin çeşitli yönetim kademelerinde de.
Onlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan reform dediğinde karşılarında eski Erdoğan’ı gördüklerini sandılar. Ama Erdoğan açısından bakınca arada köprülerin altından çok sular akmıştı, Cumhurbaşkanı artık birilerinin olmasını arzu ettiği yerde değildi.
Erdoğan’ı yanlış anlayanlar
Cumhurbaşkanı Erdoğan elbette her siyasetçi gibi seçimi yeniden kazanmayı istiyor. Ancak o, biraz önce aktardığım anket sonuçlarından hareketle, mevcut durumunu esas alarak oyları nasıl arttıracağının hesabını yapıyor. Sil baştan yeni bir duruma geçmenin değil. Zaten siyasi gerçekçilik de bunu gerektirir. O yüzden, MHP ile ittifakı bozmak, ancak ve ancak çok büyük bir zorunluk halinde gündeme gelebilir bir konu.
Fakat pek çok kişi, Cumhurbaşkanı’nın Berat Albayrak’ın görevden ayrılmasından hemen sonra hukuk ve ekonomide reform söylemine başlamasını onun sil baştan yaptığı, 2013, hatta 2011 öncesine döndüğü şeklinde yorumladı.
Muhalifler bu ihtimali bir çeşit tehdit olarak gördü, “Erdoğan istese de reform yapamaz” demeye başladı. Ancak bu dışarıdan gelen seslerin Erdoğan açısından çok da önemi yoktu; önemli olan partisinden gelebilecek tepkilerdi.
Az önce hatırlattım, “Hukukta reform” denince, önce Adalet Bakanı çıktı, tutuklu yargılamanın ve uzun tutukluluk süresinin cezaya dönüşmemesi gerektiğini söyledi. Uzun tutuklu, Osman Kavala başta olmak üzere bir dizi sembol isimdi.
Adalet Bakanını Bülent Arınç izledi; o açık açık isim de telaffuz ederek Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’tan söz etti, Kavala için “İddianamesini okudum, çocuk bile yazmaz böyle şeyi” dedi.
Erdoğan’ın Bülent Arınç’a çok sert sözlerle yüklendiğini biliyorsunuz. Bu sözlerin ardından Erdoğan’ın “reform”unun çerçevesi veya sınırları da bir ölçüde belli oldu aslında. Cumhurbaşkanı, mevcut siyasi durumunu korumaya öncelik veriyordu.
Erdoğan’ın milliyetçilik yatırımı
Öte yandan tabii hiç akıldan çıkarılmaması gereken şey, bugün Ak Parti içinde ciddi tepkiye neden olan ve “normalleşme”nin önündeki engel olarak görülen ideolojik tutumun tek başına MHP’den kaynaklandığını söylemek de doğru değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ak Parti uzun zamandır bu ideolojik tutuma yatırım yapıyorlar. Türkiye 2015 ortasından, yani Çözüm Süreci’nin bittiği, PKK terörünün yeniden başladığı günlerden beri çok daha milliyetçi ve güvenlikçi bir Ak Parti görüyor karşısında.
Şimdi Erdoğan ve Ak Parti’nin ansızın yeniden “Çözüm süreci” dönemine geri dönmesi, FETÖ ile mücadeleyi daha kurallı yürütmesi çok gerçekçi bir beklenti değil. Çünkü bütün bu dönemde Ak Parti seçmeni de dönüştürüldü. Unutmayın HDP’ye oy vermekle PKK sempatizanı olmak neredeyse aynı şey görüldü bu ülkede, hala daha da görülüyor.
Bütün bu siyasi gerçekler ortada ama Cumhurbaşkanı açısından sorular hala cevabını bulmuş değil. Erdoğan, seçimi nasıl kazanacağını arıyor.
Bu sorunun cevabı çok basit, Cumhurbaşkanı da bunu herkesten daha iyi biliyor: “Seçim kazanmak için iktidarda başarılı olacak, hem ülkeyi iyi ve güzel yönetecek hem de salgının yaralarının hızla sarılmasını sağlayıp ekonomik büyüme yoluyla vatandaşına yeniden iş ve aş verecek, refah artışı yaratacak.”
Bunu böyle söylemesi kolay ama yapması kolay değil. Kaldı ki yapmanın, yani başarılı olmanın da bir tek tane yolu yok.
Erdoğan şimdi kendi yolunu arıyor.