Pazar günlerine ayırdığım sanat ve kültür yazıları tahmin ettiğimden çok daha iyi karşılanıyor. hatta okuyuculardan hafta içinde de bu tür daha sık yazmamı isteyenler oldu. şimdilik bunu sadece pazar günü sürdürmeye karar verdiğimiz halde bugün bir istisna yapıyorum.
Çünkü hafta sonunda empresyonist ressamların yediği içtiği ve çizdiği coğrafyaya bir kısa dış gezim var. bu gezi beni şimdiden sanatın güzel havasına soktuğundan bu duygumu sizinle paylaşayım dedim.
***
19.yüzyılın ikinci yarısı ve sonuna doğru Paris’te ortaya çıkan Empresyonist ressamlar bir ilki gerçekleştirerek stüdyolarından çıkıp tabiatın içine girdiklerinde, gördükleri manzaraların kendilerinde yarattığı duyguları yeni fırça teknikleriyle, yeni renk kullanımı anlayışlarıyla tuval üzerine dökmüşlerdir. Tabiat ressama aynı noktada aynı manzarada her defasında değişik renkler ve yeni ışık oyunları sunabildiği için, aynı çalışma noktasından aynı manzarayı defalarca çalıştıkları da olmuştur.
Fakat bu ressamların çizdiği manzara resimlerinde bir süre sonra önemli bir değişim göze çarpmaya başladı. Örneğin, Sen Nehri’nin aynı kıyı noktasından çizilen aynı manzara resminde belirli süre sonra daha önceki resimlerde görülen nehir kıyısında piknik yapan ve nehirde yüzüp eğlenen insan sayısında dikkat çeken bir azalma görüldü. Ayrıca bazı resimlerde nehir kıyısındaki bitki dokusunun da renk değişimine uğradığı ve canlılığını kaybettiği görülüyordu. Resimlerdeki bu değişim kapitalist sistemin gelişmesi ile bağlantılıydı. Daha önce tabiatın saflığını taşıyan bölgelere madenler, endüstriler ve oralarda çalışan işçileri taşımak için tren istasyonları gelmeye başlamıştı. Anlayacağınız, empresyonistlerin ilk ortaya çıktıklarındaki tabiat ekonomik “gelişme” ile birlikte ne yazık ki ölmeye, ortadan kalkmaya başlamıştı.
Paris’in kokuları
Bu arada Paris şehri de büyümüş ve artan nüfusunun taleplerine karşılık veremez hale gelmişti. Dönemin Londra ve New York’unda olduğu gibi Paris sokakları da yürümenin hatta nefes almanın bile zor olduğu pis ve berbat bir koku içindeydi. 1881 yılında, şehri yönetenler “Paris’in kokuları” adını verdikleri bir çalışma bile yaptırmışlar; sokaklara evlerden atılan insan pisliği, çöpler ve at pisliklerinden gelen kokular ile birlikte fazla yıkanma imkanı bulamayan insanlardan çıkan kokuların da sınıflandırılmasını içeren bir çalışma oluşturmuşlardı. Bu pislik, gayet tabii ki sık patlayan salgın hastalıkları da davet eden bir durumdu ve hızla kontrolden çıkmaktaydı. Şehre yeni planlama, yeni bulvarlar ve mimari getirmek ile görevlendirilen Houssmann, aynı zamanda “Prefecture of Seine” olarak atanmış yani Sen Nehri bölgesinin planlanma işi de ona verilmişti. Houssmann yeni bir mimari görünüm verdiği şehrin yaşayabilmesi için sadece görünen yüzünün değil toprak altının da düzenlenmesi gerektiğini biliyordu. Yani modern şehrin yükünü kaldırabilecek yeni bir kanalizasyon sistemi gerekiyordu; bu işe de girişildi.
O güne kadar şehir sokaklarında biriktirilen dışkı, ertesi gün görevliler tarafından toplanıp daha sonra tarımda gübre olarak kullanılıyordu. Bu gübreye “gece toprağı” adı bile verilmişti. Şehrin büyüyen nüfusu artık bu yöntemin sürdürülmesine imkân tanımıyordu. Yeni gelen burjuva sınıfı ve orta sınıflar modern şehirde artık bu görüntü ve kokuyu istemiyorlardı.
Kanalizasyon tekniği Endülüs’te ve dönemin İstanbul’unda oldukça gelişmişti. İstanbul gibi Londra da Roma İmparatorluğu’nun etkisiyle kanalizasyon sistemlerinde eskiden beri ileri adımlar atabilmişti. Fransızlar özellikle Londra’daki deneyimlerden pek çok şey öğrendiler ama kendilerine özgü bir sistem kurmaya giriştiler.
Dünyamızda modern kanalizasyon sitemlerine ilk geçişler, içinden ya da yanından nehir geçen veya deniz kıyısındaki şehirlerde olmuştur. Bunun nedeni de bellidir. Daha ileri teknolojiler gelmeden önce şehir içindeki atıkların en kolay tasfiye yolu onları ya nehre ya da denize akıtmaktı.
Paris de ilk önce bunu yaptı.
Burjuva hayat tarzı
Dönemin orta sınıfının en büyük eğlencelerinden biri Sen Nehri yakınında piknikler yapmak ve nehirde yüzmekti. Monet, Pissarro ve Seurat’nın ilk dönem resimlerinde burjuvazinin Sen Nehri kıyısındaki hayatından kesitler görmek mümkündü. Renoir’ın da Paris’in açık hava eğlencelerini gösteren muhteşem çalışmaları vardır. Seurat “Bathers at Ansiers” (1883) adlı çalışmasında işçi sınıfının da bu Sen Nehri eğlencelerine kendi bölgelerinde katıldıklarını göstermiştir.
Houssmann kanalizasyon mimarisi ile şehrin pisliğini nehre vermeye başlayınca nehir hem kokmaya hem de pislenmeye başladı. Yazar James Fenton, “Essays on Arts and Artists” adlı kitabında yer alan “Seurat and Sewers” başlıklı yazısında, Seurat ve diğer dönem ressamlarının resimlerinde kanalizasyon etkisiyle dönüşümlerin nasıl gösterildiğini incelemiştir. Ayrıca T. J. Clark “The Painting of Modern Life” adlı muhteşem çalışmasında endüstrileşme ve kanalizasyon sistemleriyle değişen gündelik yaşamların sanat eserlerine nasıl yansıtıldığını da irdelemiştir.
Endüstrileşme ile birlikte sadece tabiat değil insan yaşamları da değişiyordu. Dönemin caddelerinin şöyle bir havasını almak için Camille Pissarro’nun “The Boulevard Montmartre on a Winter Morning” (1897) adlı çalışmasını tavsiye ediyorum.
Ayrıca, örneğin ilk başlarda balerin figürleriyle dikkatleri çeken Degas bu dönemde “Ütü Yapan Kadınlar” adını verdiği resimle kendisini kadının kapitalist sistem içinde “işçi olarak” yeni yerini vurgulamak zorunda hissetmiştir.
Monet ve kapitalizm
Daha öncesinde, doğan ve batan güneşin renk oyunlarını muhteşem resimlerle bize yeniden yaşatan Monet bile, her zaman güzellik için bakmaya alıştığı bölgede açılan işletmede kömür çıkarmak için zor koşullarda çalışan işçileri gösterdiği “The Coalmen” (1875) resmini çizmiştir. Monet ayrıca 1873 tarihli “The Railway Bridge at Argenteuil” adlı çalışmasında kapitalist gelişmenin bir başka yönünü de göstermiştir. Pissarro’un “Le Pont de Boieldieu a Rouen, Temps Mouille” (1896) adlı çalışmasına da bu bağlamda bakmalısınız. Seurat’nın “A Sunday Afternoon on the Island of La Grande Jaffe” çalışması da sosyalleşme bağlamında sınıfsal ilişkileri inceleyebilmiş bir eserdir.