Thrasymakhos’un Adaleti
21 Mart 2025

Platon’un en önemli diyaloglarından, Türkçeye Devlet olarak çevrilen ‘Politeia’da büyük filozof esas olarak adalet ve doğruluk üzerine bir soruşturma yürütür. Bu eser MÖ 5. yüzyıl sonuyla 4. yüzyıl başında yazılmış olmasına rağmen, okuduğumuzda sanki bugünler için yazılmış gibi olduğunu görürüz. Acaba neden?

Platon’a göre erdemli ve ahlâklı kişiler ancak adaletli ve doğru bir toplumda ortaya çıkabilirdi. Elbette tersi de geçerliydi bunun. Adaletli ve doğru bir toplumu da ancak erdemli ve ahlâklı insanlar inşa edebilirlerdi. Burada toplum dediğimizde devleti de anladığımız için kitabı ‘Devlet’ adıyla tercüme ediyoruz. Politeia, polisten, yani şehir devleti kelimesinden gelir. Vatandaşların hakları, yönetim biçimi anlamlarına da gelir.  

Platon ‘Devlet’ kitabının başlarında doğru davranışın ne olduğuyla ilgili bir soru sordurur Sokrates’e. Bilmeyenler için kısaca söyleyelim; Sokrates Platon’un bütün diyaloglarında ana karakter olarak bulunur ve kafa karıştırıcı sorular sorarak insanların, mutlak doğru olarak bildikleri şeylerden şüphe etmelerini ve bu doğru sandıkları şeyler üzerine tekrar düşünmelerini sağlamaya çalışır. İşte bu Sokrates, sorduğu sorudan sonra, herhangi bir durumda doğru olan bir davranışın başka bir durumda doğru olmayabileceğiyle ilgili bir örnek vererek kafaları karıştırmaya başlar. 

Bu arada eski Yunancada, yukarıda doğruluk olarak çevirdiğimiz ‘dikaiosyne’ kelimesi adalet anlamına da gelir. Adalet ve doğruluk dışında, dürüstlük, namusluluk, doğru sözlülük, yalan söylememe anlamları da vardır. Bu nedenle bazı çevirilerde doğruluk bazı çevirilerde adalet kelimesinin kullanıldığına tanık oluruz. Biz her ikisini birden tercih ediyoruz.  

Sokrates diyaloğun devamında etrafındaki insanlara sorular sormaya devam eder: “Sence doğruluk, adil olma nedir?” Etrafındaki vatandaşlardan biri, “Doğruluk aldığın borcu geri vermektir,” der. “Ama,” diyerek başka bir soru atar ortaya Sokrates bunun üzerine. “Aklını kaçırmış biri emaneti olan silahı geri isterse ona bunu geri vermeli miyiz?” Böyle böyle etrafındakilerin aklını daha da karıştırmaya, onların doğru bildiklerinden şüphe etmelerine neden olmaya devam eder Sokrates. 

Etrafındakilerden biri, “dosta iyilik, düşmana kötülük” yapmanın doğruluk olduğunu söyler. Bunu da şöyle sorgular Sokrates ve ardından çürütür. Düşmanı da olsa bir insana kötülük yapan kişinin kendisi de karşısındaki de zamanla eğri hale gelir, doğru ve adil bir insan olmaktan yavaş yavaş çıkar. O halde düşmanına da dostuna da eğri, yani kötü bir davranış kişiyi doğru ve adil olmaktan çıkarır. Herhangi bir kişiye kötülük yapmak hiçbir halde doğruluk, adalet değildir. 

Bütün bu konuşulanları gittikçe sinirlenerek dinleyen Thrasymakhos, dayanamayıp yırtıcı bir hayvan gibi atlar ve öfkeyle konuşmaya başlar. Doğruluğun, adaletin ne olduğunu bildiğini, onlara da anlatacağını bağıra çağıra söyler. 

“Dinle Sokrates!” der. 

“Doğruluk, adalet güçlünün işine yarayan şeydir, başka şey değil.” 

Sonra da şöyle devam eder: “Bazı ülkeler tiranlıkla, bazı ülkeler demokrasiyle, bazıları aristokrasiyle yönetilir. Ne olursa olsun her ülkede yönetenler güçlü olanlardır. Her yönetim biçimi de yasaları kendi yararı için çıkarır: Demokratlar demokratça yasalar, tiranlar tiranca yasalar koyar. Bu yasaları koymakla yönetenler, kendi yararlarına olanı yönetilenler için doğruluğa uygun diye ortaya sürerler. Buna aykırı davrananları da yasaya, doğruluğa karşı geliyor diye cezalandırırlar. Yani, her ülkede doğruluk hep birdir, kurulmuş yönetimin işine yarayandır. Güç de yönetimin elinde olduğuna göre, kafasını çalıştırmasını bilen herkes bundan şu sonuca varabilir: Her yerde doğruluk, adalet birdir, yani güçlünün işine yarayandır.

“Yöneticiler yanılıp kendilerinin çıkarına olmayan kararlar da alabilirler elbette. Ama ben yanlış karar alana güçlü demem. Güçlü olan yanılmayandır. Yanlış tedavi uygulayana hekim, yanlış hesap yapana hesap uzmanı diyemeyeceğimiz gibi. Yönetici de yönetici oldukça yanılmaz, kendi işine yarayanı yasa buyruğu haline korken yanlışlık etmez, yönetilen de bu buyruğu yerine getirmek zorundadır. Yöneticinin güçlü olması budur. Yani en başta söylediğim gibi; doğruluk güçlünün işine yarayanı yapmaktır.”

İkna edemediğini gördüğü Sokrates’e bir soru sorar sonra: “Senin dadın var mı Sokrates?” 

Bu soruyla şaşıran Sokrates’le alay ederek devam eder: “Senin dadın sana hiç bakmamış anlaşılan; aktığı zaman burnunu bile silmemiş, koyunlarla çobanı birbirinden ayırt etmeyi de öğretmemiş!

“Senin kafana göre, çobanlar ve sığırtmaçlar, koyunlarını, sığırlarını güderlerken, koyunların, sığırların iyiliğini düşünerek onları otlatır ve beslerler; yoksa efendilerinin ve kendilerinin iyiliğini düşünerek değil. Yine sen sanıyorsun ki, sitelerin başındaki yöneticiler, gerçekten yönetici olanlar, uyruklarını koyunlar gibi görmezler. Onlardan nasıl yarar sağlayalım diye düşünüp durmazlar da, gece gündüz başka şeyler düşünürler. Sen doğruyu ve doğruluğu (adaleti), eğriyi ve eğriliği ararken o kadar uzaklara gittin ki şunu bilmiyorsun: Doğruluk, adalet gerçekte başkasına yönelen bir nimettir, güçlünün ve yönetenin işine yarayan, buyruğa uyanın ve hizmet edenin de zararına olan şeydir; eğrilikse bunun tam tersidir, bönleri ve doğruları buyruğunda oynatır; yönetilenler güçlünün yararına çalışırlar, ona hizmet ederek onun mutluluğunu sağlarlar, kendi mutluluklarını değil. 

“Hey gidi bönlerin bönü Sokrates, bak, ben sana işin doğrusunu söyleyeyim. Eğri adam her yerde doğruya baskın çıkar. Bir kere ticaret işlerinde bu böyledir. İkisi bir işte ortak olsun, ortaklık sona erince, bakarsın, hep doğru adam zararlı çıkar, onun kazançlı olduğu hiç görülmez. 

“İkincisi, devletle ilgili işlerde de öyledir: Doğru adam, herkesten çok, eğri adam herkesten az vergi verir; ama işi almaya gelince, tam tersi olur; doğru hava alır, eğri parsayı toplar. Sonra, ikisi de devlet işlerinde bir görev alsın: Doğru adam, başka bir zarara uğramasa bile, en azından kendi evine bakamaz olur; doğruluğu yüzünden de devlet malından kendine bir kuruş bile yarar sağlamaz; üstelik hısım akrabasının, eşinin dostunun nefretini kazanır. Eğri adam içinse, durum tam tersinedir. Çünkü, eğri adam deyince, ben demin sözünü ettiğim kimseyi, başkalarına baskın çıkan adamı anlıyorum. O halde sen, eğriliğin özel işlerimizde kârlı olmak bakımından doğruluktan ne kadar üstün olduğunu anlamak istiyorsan, o tür adamı incele. Ama bunu anlamanın en kolay yolu, eğriliğin son kertesine kadar gitmektir. Bu kerteye varanlar mutluluğun doruğuna çıkarlar; eğriliğe uğrayıp eğrilik etmek istemeyenlerse mutsuzluğun çukuruna düşerler. 

“İşte tiranlık dediğimiz de bu tür eğriliktir; başkasının malına hileyle, zorbalıkla el kor o; kişilerinmiş, devletinmiş, tapınakların kutsal malıymış, değilmiş, hiç aldırmaz; hem de azar azar değil, hepsine birden el kor. Oysa bu suçlardan bir tekini bile işlerken yakayı ele veren biri, hemen cezasını görür, en korkunç, en kara damgaları yer: Böyle tek tek eğrilik edenlere, suçlarını türüne göre, tapınak soyan dinsiz, insan kaçakçısı, duvar delici, soyguncu, hırsız adı verilir. Ama yurttaşlarının malından başka canına da el koyup onları köle eden adama, böyle yüz karası adlar verilmek şöyle dursun, üstelik herkes, yalnız yurttaşları değil, ne denli namussuzluklar ettiğini öğrenenler de; mutlu, talihli adam der. Çünkü eğriliği yerenler, eğrilik etmekten değil, eğriliğe uğramaktan korktukları için yererler onu. 

“İşte böyle Sokrates, hayli ileri kerteye götürülmüş eğrilik doğruluktan daha güçlü, daha özgür, daha efendi işi bir şeydir; başta da dediğim gibi, doğruluk, adalet güçlünün işine yarayan şeydir, eğrilik ise kendi işimize yarayan, kendi çıkarımıza olan şeydir.” 

Sokrates Thrasymakhos’u bu dediklerinin doğru olmadığı konusunda ikna etmek için uğraştı durdu. Öyle sorular soruyordu ki, Thrasymakhos’un ona karşı çıkacak gücü kalmadı sonunda. 

“Öyle olsun!” deyip gönülsüzce köşesine çekildi. 

İkna olmamıştı, hayat da ona haklı olduğuna inanmaya devam etmesine neden olacak şeyler gösterip durdu sonrasında.  

Sokrates insanların kafasını karıştıra karıştıra hayatı boyunca birçok düşman kazandı vatandaşı olduğu Atina’da. Öyle ki, Atina demokrasisi Sokrates’i gençlerin kafasını karıştırmaktan, onları devletin belirlediklerinden başka doğrular da olduğu konusunda kandırmaktan suçlu buldu ve baldıran zehri içerek ölmesine karar verdi.

Yıllar önce İoanna Hocadan almıştım Platon dersini. Bir dönem boyunca ‘Devlet’ kitabını işlemiştik. Final sorularından biri, yazının başında sorduğum soruydu: “2500 yıl önce yazılmış bir metni, neden sanki bugün ve bugünler için yazılmış gibi okuyabiliyoruz?” 

Benim cevabımı pek beğenmişti:

“Değişmeyen insan doğası!”

***

Bütün alıntılar şu çeviridendir: Platon, Devlet. Çev: Hüseyin Demirhan. Islık Yayınları: İstanbul, 2016.

ÇOK OKUNANLAR