Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Rumeli Hisarüstü’ndeki Belediye Başkanlığı konutunun kapısına 19 Mart sabahı 200 polis dayandığında Türkiye’de bir kırmızı çizgi geçildi.
Daha bir gece önce İmamoğlu’nun 31 yıl önce aldığı üniversite diploması hukuken geçerliği tartışmalı bir kararla iptal edilmişti. Bundan 35 yıl önceye dönüp o zaman yapılmış bir üniversite yatay geçişini geçersiz kılmak, hukuku, idareyi her şeyi ama her şeyi dibine kadar zorlamayı göze alıp siyasi rakibi yarışamaz hale getirmek anlamına geliyordu.
İdare, bunu yaptığı yetmezmiş gibi ya da sadece diploma iptalinin yetmeyeceğini düşünerek olsa gerek, üstüne bir de İmamoğlu’nu gözaltına alıp, dört gün gözaltında hakaret eder gibi tutup sonra da tutuklayınca, bu milletin içinde bir tel koptu.
Bakın, Türkiye iyi kötü bir demokratik ülke kabul ediliyor, hukukun var olduğu varsayılıyordu.
İktidardaki Tayyip Erdoğan’ın ülkenin meşru cumhurbaşkanı olduğuna, seçimi hakkıyla kazandığına dair tartışma marjinal bir tartışmaydı 19 Mart öncesine kadar.
Ama şimdi öyle değil. Erdoğan durduk yerde kendi siyasi meşruiyetini tartışmalı hale getirdi.
İnsanlar, doğal olarak diploma iptalinden İmamoğlu’nun tutuklanmasına kadar her şeyden doğrudan Tayyip Erdoğan’ı sorumlu tutuyorlar. İstediğiniz Ak Partiliyle konuşun, ister sıradan bir seçmen olsun ister parti yöneticisi, onların bile bu yaşananların arkasında Tayyip Erdoğan’ın bilgisi ve izni olduğundan kuşku duymadan konuştuğunu göreceksiniz.
Böyle konuşulması da normal: Tayyip Erdoğan’ın 23 yıldır iktidarda çizdiği kendi portresi bu zaten. Uçan kuştan haberi olan, ondan izinsiz hiçbir şeyin gerçekleşemediği lider.
Fakat diyorum ya, 19 Mart sabahı bu milletin içindeki bir tel koptu. O kopan telin ne olduğu da belli: Tayyip Erdoğan’dan korkmayı bıraktılar.
Kızı tutuklanan bir babayı hatırlıyorum Bayramdan hemen önce Çağlayan Adliyesinin önünde, kızına ‘Ne işin var senin oralarda’ demiyordu, tam tersine arkasında duruyordu: ‘Dik dur, arkandayız.’
Toplumlarda, hele hele baskı altında tutulan toplumlarda bu korku duvarının aşılması ama buna rağmen yönetimin korkutmaya devam etmek istemesi çok vahim sonuçlara neden olabilir.
Demokratik yollarla seçilen lider, demokratik yollarla seçilmeye devam etmek istiyorsa, halkının günlük duygu ve düşüncelerine önem verir. En başta onları korkuyla yönetmekten uzak durur zaten.
Tayyip Erdoğan evet demokratik yollarla seçildi ama hepimiz biliyoruz, bu ülkede 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden beri bir türlü üzerimizden kalkmayan bir korku atmosferi de var ve bu atmosferi kullanan da Tayyip Erdoğan’dan başkası değil. O atmosfer ortada olduğu için Ekrem İmamoğlu hapiste bugün; onun tutuksuz da yargılanabileceği bugün artık Ak Partililerin bile aklına gelmiyor ya da gelse bile bir tanesi bile çıkıp söyleyemiyor. Çünkü korkuyorlar fikirlerini dile getirmeye.
Ak Partililerin korktuğu ülkede muhalifler daha da çok korkuyorlardı. Şimdi o korku kalktı işte.
Bakın geçen hafta çok önemli bir şey oldu. Kendilerinin bazı üniversitelerdeki öğrencilerin temsilcisi olduğunu öne süren bazı sosyal medya hesapları 2 Nisan günü için alışveriş boykotu çağrısı yaptı.
Normalde marjinal bir çağrıydı bu, ama bir anda sosyal medyada yayıldı, bir hesaba göre en azından 500 bin kişi tarafından sosyal medyada tekrar ve tekrar gönderildi.
Savcılık, neredeyse refleks olarak bu çağrılara ‘resen’ soruşturma açtı. Soruşturma bu çağrıların yapılmasınaydı, bu durumda çağrıyı tekrar tekrar paylaşan 500 bin kişinin birden suç işlediğini öne sürüyordu savcılık. Ama hayır, 16 kişi için gözaltı kararı verildi, bunlardan 11’ine ulaşılabildi, onlar geceyarısı gözaltına alındılar ama daha gözaltında 12 saatleri dolmadan adliyeye sevk edilip oradan da serbest bırakıldılar.
Ne oldu da savcılık ve polis geri adım attı, bu gözaltına aldıklarını mesela 4 gün gözaltında tutmadı, sonra da tutuklanmalarını istemedi?
Bu sorunun cevabı arkadaki 500 bin kişide gizli.
Toplum korku duvarını aştığında kaç kişiyi hapsedebilirsiniz?
Nitekim, gözaltına alınan 11 kişiden biri bir ünlü oyuncuydu, serbest bırakıldığında milim geri adım atmadı, en ufak bir korkma emaresi bile göstermedi, aksine içeri alınırken ne söylüyorduysa söylemeye devam etti.
Bakın önümüzdeki günlerde de göreceksiniz bu korkusuzluk örneklerini. Korkusuz olan tek kişi değil, onbinler, yüzbinler.
Dün hapse atıldığından beri tansiyonu bir türlü düşmeyen, o yüzden sürekli kalp krizi tehdidi altında olan Mahir Polat için kendi kendine Gazhane Müze gibi yerlerin önünde toplanan binlerce kişiyi düşünün. Korkmuyorlardı artık rejimden, polisten, savcıdan, hapisten.
Ben mi yanlış saydım bilemedim, bu sabah hepsi de ünlü üç kişinin ‘Hapse atarsanız atın’ dediğini okudum. Bunlar işi gücü, hayatı ve kaybedecek şeyleri olan insanlar ama korkularını aşmışlar, ‘Gelin beni de hapse atın’ diyorlar.
Bu duygunun yaratabileceği iki sonuç var Ankara açısından. Ya ‘Vatandaş bana bir şey söylemeye çalışıyor, belki de haklıdır’ demek ve gerginliği düşürmek için aktif çaba sarf etmek; ya da ‘Yerimdem milim kıpırdamam’ demek.
Bu ikinciyi tercih etmenin söylemeye dilimin varmadığı korkunç sonuçları olabilir.
Bilmiyorum Ankara’da birileri bu duyguyu görebiliyor, bu duyguyu anlamaya çalışıyor mu?
Meşhur ‘Devlet aklı’ eğer gerçekten varsa, ülkemizi sürüklendiği bu uçurum kenarından çeker alır, bir idare mahkemesine İmamoğlu’nun diplomasını iade ettirir, bir sulh hukuk mahkemesine de onu cezaevinden tahliye ettirir.
Ankara’da birileri bu dediklerimin yapılmasını ‘Yenilgiyi kabul etmek’ olarak görüyor olabilir. Bence yanılıyorlar: Tam tersine galip gelmenin yegane yolu bu.
Bakın CHP bir hafta bile olmadı, 7.2 milyon imzayı topladı bile. Ya 28 milyon imza topladığında ne olacak? Tayyip Erdoğan erken seçim yapmaya bu şartlarda ne kadar direnebilecek?
Oysa önünde 3 yılı var daha. Bu üç yılı böyle mi geçirmek istiyor? Kaç bin kişiyi hapse atabilirsiniz?