Tayyip Erdoğan bu tsunaminin önünde durabilir mi?
12 Nisan 2025

Burada birkaç kez yazmaya çalıştım: 18 Mart gecesi, Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edildiği haberinin duyulmasıyla Türk milletinin yüreğinde bir tel koptu.

Bu kopuş, ertesi sabah İmamoğlu’nun bir şafak operasyonuyla gözaltına alınmasıyla daha da derinleşti ve keskinleşti.

O gün bugündür, ki bugün 24. gün artık, ülkemizde olağanüstü günler geçiriyoruz.

Bu olağanüstülüğün birkaç cephesi var.

En kolay anlatılacak olanı ekonomik cephe.

Bu sabah Erdal Sağlam yazmış, son 24 günde Merkez Bankası rezervlerinden 48 milyar dolar satmak zorunda kaldı.

Şaka değil, 48 milyar dolar.

Biz bu filmin kısa metrajlısını 19 Marttan sadece bir ay önce, 14 Şubat günü Türkiye Sanayici ve İş İnsanları Derneği Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Ömer Aras’a TÜSİAD Genel Kurulunda yaptığı konuşma nedeniyle soruşturma açıldığında yaşadık. O günü izleyen bir hafta içinde Merkez Bankası 8,5 milyar dolar satmak zorunda kalmıştı.

Banka sonra durumu toparladı, hem kaybettiği rezervi yerine koydu hem de artıya geçti. Çünkü henüz o tel kopmamıştı ama telin çok gergin olduğu TÜSİAD olayında anlaşılmış olmalıydı. İnsan bekler ki, Merkez Bankası ve Hazine Bakanı Mehmet Şimşek, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kulağına “Aman çok hassas bir durumdayız, ne olur ekstra hareket yapmayalım” diye fısıldamış olsun.

Bu söz söylendi mi söylenmedi mi bilmiyoruz ama 18 Mart akşamı ve 19 Mart sabahı o “ekstra” hareket yapıldı. İddia o ki, 19 Mart sabahı yaşanacaklar konusunda Adalet Bakanı’na, İçişleri Bakanı’na ve Hazine Bakanına önceden bilgi verildi, hazırlıklı olmaları istendi. Nitekim İçişleri Bakanı hazırlıklıydı, İstanbul’u 18 Mart akşamından sıkıyönetim düzenine geçirdi, polislerin izinlerini iptal etti, civar illerden Çevik Kuvvet polislerini getirip şehre yığdı.

19 Mart sonrasının olağanüstülüğünün toplumsal hayat cephesine az sonra geleceğim, ekonomiden devam etmem lazım.

Hazine Bakanı da kendince hazırlandı herhalde ama 19 Mart sabahı beklemediği bir tsunamiyi yaşadı.

Döviz piyasasında ve tahvil piyasasında kontrol edilemez gelişmeler başladı. Borsayı saymıyorum, ülkemizin geleceği ve ekonomimizin sağlığı açısından bir gösterge olarak kabul etmiyorum çünkü. Ama para piyasası ve tahvil piyasası çok önemli. Üstelik bu iki piyasa bizim ülkemizde birlikte hareket etme alışkanlığı yüksek piyasalar.

Tahvillerde acayip bir satış dalgası geldi. İki yıllık gösterge tahvilin faizi yüzde 37 idi 18 Mart akşamı piyasa kapanırken. Bu grafiğe iyi bakın, çünkü bugün o faiz yüzde 48,08 seviyesinde.

Bu 24 günde Merkez Bankası üstelik tahvil piyasasına müdahale etti, girip yoğun alımlar yaptı, buna rağmen tahvilde satış baskısı devam ediyor. Yabancı yatırımcıların satışları 4 milyar doları buldu.

Şu bilgiyi vermeliyim: Tahvilin faizinin yükselmesi demek, fiyatının düşmesi anlamına geliyor. Dolayısıyla bu tahvilleri elinde tutanlar, son 24 günde Türkiye Cumhuriyeti Devletine borç verdikleri için zarar ediyorlar; ellerindeki kağıdın değeri azalıyor.

Tahvili satan yabancı yatırımcılar açısından meseleye bakın: Zarar etmeyi göze alarak satıp çıkıyorlar.

Çünkü, düşen şey sadece tahvilin fiyatı değil; bir de doların fiyatı yükseliyor. Yani bu tahvile yatırım yapmış olanlar aynı anda hem TL bazında hem dolar bazında kaybediyorlar; daha doğrusu kaybetmeyi göze alıp yurt dışına geri gidiyorlar.

Merkez Bankası, son 24 gündür doların fiyatını hiç değilse 38 lirada tutabilmek için büyük bir savaş veriyor. Bu savaşta fiili piyasa faizini yükseltti, haftalık borç verme penceresini kapatıp bankalara gecelik fon sağlıyor, onu da yüzde 46’dan yapıyor. 

Sadece gecelik faizi yükseltmedi Merkez Bankası, “likidite senetleri” adı verilen süper bonolar çıkararak bankaların elindeki fazla TL’yi emdi. 31 gün vadeli bu senetlere banka yıllık yüzde 60 faiz veriyor. Bu sayede banka piyasadaki fazla TL’yi emdi çekti, uzun bir aradan sonra piyasada fazla likidite kalmadı. Yani gerçek sıkı para politikasına başladı.

Neden bu yola başvurmak zorunda kaldı Merkez? Tek sebebi, dolara olan talebi kısmak, bunun için TL’yi pahalı hale getirmeye çalışıyor.

Nitekim kısmen başarılı oldu. Tüketici kredisi faizlerinde de ticari kredi faizlerinde de 10 puanı bulan artışlar oldu. Ama henüz mevduat faizleri o kadar yükselmedi. Şimdi benim de beklentim o yönde, bu hafta Merkez Bankası sert bir faiz kararı alabilir ve bankaları mevduat faizlerini de yükseltmeye zorlayabilir.

Fakat bütün bu tedbirlere ve ortada dolar satın alacak TL kalmamasına rağmen ülkemizde dolara talep durmuyor. İşte Merkez Bankası 24 günde 48 milyar dolar sattı. Vatandaş bu üç haftayı aşan sürede bankalara 20 milyar doları bulan mevduat koydu.

Bu tabii paranın sadece banka mevduatı yoluyla dolara kaçan kısmı. Bir de evlere yastık altına altın, dolar veya başka bir formda kaçan para var. Doların fiyatının 38 lirada tutulamayacağına inanıyor insanlar.

Türkiye, iktidarın 18 Mart akşamı aldığı saçma sapan bir siyasi karar yüzünden bugün çok ciddi bir ekonomik sıkıntının eşiğine gelmiş durumda.

Bunun sebebi, Türkiye’deki ekonomik aktörlerin, ki bunların başında aslında elinde TL’si olan vatandaş geliyor, Tayyip Erdoğan iktidarına, o iktidarın Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in Erdoğan üzerindeki ikna gücüne olan güvenini tamamen kaybetmiş olması. O kadar ki, Şimşek’e güven bugün Nurettin Nebati seviyesinde, belki altına düşmüş durumda.

Şimdi buradan gelelim olağanüstülüğün toplumsal cephesine…

İlk hafta, yani 19 Mart gecesinden başlayarak bir hafta boyunca CHP’nin İstanbul Saraçhane’deki mitinglerine katılımın her gün nasıl arttığını hep birlikte gördük.

Ama yaşanan sadece bu mitinglerle sınırlı değildi. Türkiye’nin dört bir yanında halk, en çok da tamamı 2000 yılından sonra doğmuş, ömrü hayatlarında Tayyip Erdoğan dışında iktidar görmemiş gençler sokaktaydı.

23 Mart pazar günü 15,5 milyon vatandaş gitti, Ekrem İmamoğlu’nun CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı olması için oy verdi.

CHP’nin ertesi hafta düzenlediği mitinge 2 milyondan fazla insan katıldı.

CHP bugün erken seçim için imza kampanyası yapıyor, 10 milyondan fazla insan imzasını vermiş durumda. CHP’nin hedefi 28 milyon imzaya ulaşmak ve anlaşılıyor ki bu hedefe varmak çok uzun sürmeyebilir.

Gençlerin istediği, CHP’nin destek verdiği bir günlük sembolik ekonomik boykot, Türkiye’de ticareti bir günlüğüne 60 milyar lira seviyesinden 28 milyar liraya indirdi, yani yarı yarıya yavaşlattı.

Bunların ne büyük rakamlar olduğunu söylememe bile gerek yok. Cumhuriyet tarihimizde geçmişte bu kadar kısa sürede bu kadar büyük bir sokak mobilizasyonu hiç yaşanmadı.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve TRT kanalları dahil devasa propaganda makinası halkı İmamoğlu’na yapılanın sıradan bir yolsuzluk operasyonu olduğuna iknaya çalışıyor ama şimdiden anlaşılıyor, bu ikna çabası başarısız. Daha yeni anketi yayınlandı, halkın yüzde 69’u İmamoğlu’na operasyonun siyasi olduğunu düşünüyor.

Zaten milyar dolarlık belediye bütçesi yöneten bir kişiye yöneltilen yolsuzluk/usulsüzlük suçlamaların ne kadar komik şeyler olduğunu herkes görüyor.

Sokakta milyonlarca vatandaşın bu iktidara olan güveni ortadan kalkmış durumda.

Gerek Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ve gerekse Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in “Her şey yolunda, ülkemiz de normal yolunda devam ediyor” sözleri artık kimseye bir şey ifade etmiyor, çünkü bugün Türkiye’de yaşanmakta olan şey bir ekonomik ve siyasi tsunami.

Bu tsunami, Cumhurbaşkanı’nın siyasi meşruiyetini her gün biraz daha aşındırıyor. Yarın 28 milyon imza toplandığında, yani Tayyip Erdoğan’ı seçip Cumhurbaşkanı yapan insan sayısı kadar insan “Erken seçil yapılsın” diye imza verdiğinde o meşruiyet iyice yıpranacak.

Bu şartlarda ülkeyi yönetemez hale gelecek Cumhurbaşkanı. Elbette önce yönetmeye devam edebilmek isteyecek, belki sokakta polis şiddeti artacak, belki başka korkutma sindirme teknikleri devreye girecek.

Ama işte 19 Mart sabahı vatandaşın yüreğinde kopan o tel aynı zamanda korku sınırının da aşılması anlamına geliyordu. Uygulanacak sertlik ve baskı vatandaştaki öfkeyi arttırmaktan başka bir işe yaramayacak.

Önünde sonunda bu vatandaşın önüne sandık gelecek. Ve o sandığın gelmesi için 2028 yılını da beklemeyeceğiz.

İktidarın biraz siyasi aklı kaldıysa bir an önce erken seçime gider; çünkü geçen her hafta artık onun aleyhine işliyor. Bu tsunaminin önünde durmak imkansız.

ÇOK OKUNANLAR