Her büyük şehir zamanla dönüşür. Ama bazı şehirler, dönüşürken ruhundan da bir parça yitirir. İstanbul, tam da böyle bir eşiğin üzerinde duruyor. Güzelliği hâlâ nefes kesici, ama geçmişte kaybettikleri, bugünün sessizliğinde yankılanıyor.
Bu kayıpların en görünür olanı, İstanbul’un çok kültürlü kimliğinin ayrılmaz bir parçası olan Rum komşularımızın yokluğu. Bugün İstanbul’da yaşayan Rum nüfusu birkaç bin kişiyle sınırlı. Oysa 1950’lerde bu sayı yüz binleri buluyordu. Galata’nın taş kaldırımlarında Rumca konuşulur, Balat’ta çocuklar birlikte oyun oynar, Fener’de ezanla çan sesi iç içe yükselirdi.
Bugün bu sesler neredeyse yok oldu. Ama soru şu: Bu yalnızca geçmişe ait bir hikâye mi, yoksa geleceğe dair bir umut da olabilir mi?
Geçmişi Unutmadan, Geleceği İnşa Etmek
Geçtiğimiz günlerde Atina yakınlarında düzenlenen Delphi Ekonomik Forumu’nda bu konuyu ele aldık. Yunan gazeteci Manolis Kostidis ve iş insanı Byron Nicolaidis ile birlikte, şu temel sorunun peşine düştük: İstanbul’daki Rumların geri dönüşü, sadece bir nostalji mi olur, yoksa Türk-Yunan ilişkilerinde yeni bir barış sayfası açabilir mi?
Kanaatim net: Geçmişin yükünü taşıyan ama geleceğe bakan bir yaklaşımla, bu dönüş hem mümkün hem de gerekli.
Karşılıklı Acılar ve Sessizlik
Rumların İstanbul’dan kopuşu, yalnızca bir göç değil; aynı zamanda bir hafıza kaybıydı. 1942 Varlık Vergisi ile başlayan ayrımcılık, 1955’teki 6-7 Eylül Pogromu’yla zirve yaptı. 1964’te ise binlerce Rum, bir gecede sınır dışı edildi. Arkalarında evlerini, mezarlarını, komşularını bıraktılar.
Elbette bu tarih yalnızca Rumlara ait değil. Aynı dönemlerde Batı Trakya’daki Türkler de benzer mağduriyetler yaşadı. Mal varlıklarına el kondu, okulları kapatıldı, isimleri değiştirildi. Her iki taraf da acı çekti, her iki tarafın da hikâyesi yarım kaldı.
Ama şimdi artık geçmişin acılarıyla değil, geleceğin ortak vizyonuyla konuşma zamanı.
Ne Yapmalı?
Rumları geri kazanmak bir “ihanet” ya da “ödün” değil; Türkiye’nin çoğulculuk, hoşgörü ve tarihî sorumluluk ilkeleriyle yeniden barışması demek. Bu aynı zamanda Türk-Yunan ilişkilerine de yeni bir soluk getirebilir. İşte atılması gereken bazı adımlar:
1. Vatandaşlık Hakkı İadesi:
1964’te sınır dışı edilen Rumların çocukları ve torunları için vatandaşlık hakkı yeniden tanınmalı. Bu yalnızca hukuki değil, etik bir gerekliliktir.
2. Mülkiyet ve Hukuki Hakların Geri Verilmesi:
El konulan evler, okullar ve ibadethaneler için adil bir çözüm bulunmalı. Bu adım, Batı Trakya’daki Türkler için de karşılıklı güvenin temelini oluşturur.
3. Eğitim ve Kültürel Canlanma:
Halki Ruhban Okulu yeniden açılmalı. Fener Rum Patrikhanesi’ne evrensel (ekümenik) statü tanınmalı. Bu, Türkiye’nin dini özgürlüklere saygılı bir hukuk devleti olduğunu göstermesi açısından sembolik öneme sahiptir.
4. Gençleri İstanbul’a Çekmek:
Londra’da, Sidney’de, New York’ta yaşayan Yunan kökenli gençlere yönelik burs, staj ve girişimcilik programları ile İstanbul yeniden cazip hale getirilmeli. Bu geri dönüş, geçmişi değil geleceği temsil eder.
5. Çok Kültürlü Yaşama Yatırım:
Kültür festivalleri, ortak müfredatlar, iki dillilik programları ve karşılıklı sanatsal iş birlikleri ile İstanbul yeniden çok sesli bir şehir haline gelebilir.
Yunanistan’a Düşenler
Bu süreç tek taraflı yürütülemez. Yunanistan da geçmişiyle yüzleşmeli ve ileriye dönük adımlar atmalı:
•Eğitim müfredatlarında düşmanlaştırıcı söylemden vazgeçilmeli.
•Kıbrıs meselesinde kalıcı, eşitlikçi bir çözüm vizyonu desteklenmeli.
•Ege ve Doğu Akdeniz’de iş birliğine dayalı, kazan-kazan temelli modeller geliştirilmelidir.
•Batı Trakya’daki Türk azınlığın haklarına tam anlamıyla saygı duyulmalı.
Azınlıklar artık koz değil, köprü olmalı.
Neden Şimdi?
Dünya yeniden şekillenirken, Türkiye ile Yunanistan da bir yol ayrımında. Dar milliyetçilik yerine, kapsayıcı bir bölgesel vizyon tercih edilirse her iki ülke de kazanır.
Bir zamanlar İstanbul’da ezanla çan birlikte yükselirdi. Türkçe, Rumca, Ermenice, Ladino aynı sokakta konuşulurdu. Bu, hayal değil; yaşanmış bir gerçekti. Bugün bu ortak geçmişten ilham alarak, yeni bir ortak gelecek inşa edebiliriz.
Belki bir gün TBMM’de Rum kökenli bir Türk milletvekili oturur. Belki Yunanistan’da Türkçe şarkılar konser salonlarını doldurur. Belki de Ayasofya’dan, sadece mimarisiyle değil, temsil ettiği çoğulculukla gurur duyarız.
Şimdi Sıra Bizde
Geleceğe dönük cesur bir adım atma zamanı. Hem Türkiye’de hem Yunanistan’da, bu vizyona inanan sesler çoğalmalı. Çünkü barış, sadece sınırları aşmak değil; geçmişin yükünü taşıyıp birlikte yeni bir hayat kurmaktır.
Rumları geri kazanmak, aslında kendimizi geri kazanmak demek.