Ağlarız gülecek halimize…
30 Nisan 2025

Kafka’nın Dava’sını okudunuz mu?

Ben ilk olarak gençliğimde okumuştum ve içime sıkıntılar basmıştı okurken.

Sonra Milan Kundera’nın bir makalesinde, Kafka’nın Dava’nın ilk bölümlerini yazdıktan sonra Viyana’da bir kafede arkadaşı olan diğer edebiyatçılara okuttuğunu, okuyanlardan bazılarının yeterince gülmediğini görünce üzüldüğünü okudum.

Kafka, Dava’yı aslında bir kara mizah olarak yazmıştı, amacı okuyucusunu güldürmekti ama klişe deyişle “Gülerken de düşündürmeyi” hedefliyordu.

Orta Avrupa kültürü için komik derecede mantıksız olan, yani absürd olan durumlar, bizim kültürümüzde hiç de komik değildi; çünkü gerçek olmaya çok yakındı.

Biz absürdün içinde yaşadığımız için absürd olan durumlara “absürd” diyemiyoruz. Onlar bizim hayatımızın gerçeği.

O yüzden yazının başlığında geçen meşhur sözü özellikle ters yazdım. Çünkü gülebilecek durumda değiliz yaşananlara ama öte yandan bizim ağlıyor olmamız, iç sıkıntıları çekiyor olmamız bu yaşadıklarımızın birer kara mizah şaheseri olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

***

Ekrem İmamoğlu 19 Mart sabahı gözaltına alındığında bekledim ki savcılık bu denli önemli bir tedbir işlemi yaptığına göre elinde de o önemi yansıtır bilgi ve belgeler olsun.

Ama şimdi, aradan bunca zaman geçtikten sonra görüyoruz ki, Türkiye’yi 40 gündür hop oturtup hop kaldıran, milyarlarca dolarlık rezerv kaybına, en önemlisi ekonomik güven kaybına neden olan, faizleri yükselten, enflasyon hedefini ulaşılamaz hale getiren, siyasetin tepesini çok geren, milyonlarca insanı sokağa çıkaran, binlerce insanın gözaltına alınmasına, binden fazlası hakkında dava açılmasına neden olan gerginliğin kök nedenini oluşturan savcılık dosyası o kadar da kuvvetli değil.

Tabii ülkemizde ceza hukukunun sıradan standartlarının bazı seçilmiş davalarda hiçbir biçimde uygulanmadığını, suçu delillendirmekle fazla uğraşılmadan insanların söylentilerle ve kanaatlerle müebbet hapis cezalarına çarptırıldığını biliyoruz, o yüzden Ekrem İmamoğlu için sırf dosyaya bakıp “Buradan bir şey çıkmaz” diyemiyoruz ama yine de savcılığın dosyası bu denli büyük gürültüyü hak edecek çapta bir dosya değil.

Yolsuzluk, kim ve neden yapıyor olursa olsun vahim bir suçun ismi, onunla mutlaka mücadele etmek gerekir.

Bu mücadelenin ucu genellikle siyasilere dokunur diye, kendi durduğumuz siyasi tarafa yakınları hoş görmek söz konusu olmamalı.

Ama öte yandan ceza hukukunun evrensel temel prensibi olan suçun şahsiliğini hiç unutmamak gerekir.

Tek bir imzasının bile bulunmadığı işlemlerden İmamoğlu’nu şahsen sorumlu tutmak, en başta bu prensibin hiçe sayılması demek. Bunu bir kenara yazın.

Söz konusu iddiaları savcılık değil de mesela bir siyasetçi veya bir gazeteci kamuoyuna duyursaydı yapılacak tartışmada Ekrem İmamoğlu kıyasıya eleştirilebilirdi ama iş savcılığın ceza soruşturması olunca artık eleştiriden değil doğrudan suçlanmaktan söz ediyoruz. Suçlanmanın da bazı kesin kriterleri var. İmamoğlu için bu kriterlerin hiçbirine uyulmadığını 40 gün sonra çok daha net görebiliyoruz. Atılı suçların tekiyle bile şahsen irtibatını gösteren hiçbir şey görmedim şu ana kadar.

Hafta sonundan beri bir başka absürd durum yaşıyoruz. Örneğin İmamoğlu’nun yakın danışmanı Murat Ongun’un eşi, kızının gözü önünde gözaltına alındı; dün akşam ev hapsiyle serbest bırakılana kadar da dört gün gözaltında kaldı.

Sorgu tutanağını baştan sona okudum, bir ceza soruşturmasına konun olabilecek hiçbir şey göremedim. Siyaseten ayıplanacak şeyler var belki ama ceza hukukunu ilgilendiren bir şeyi ben göremedim. Ev hapsi gibi tuhaf bir adli kontrolun uygulanması bile yadırgatıcı aslında; çünkü ortada suçlamayı destekleyecek hiçbir delil yok.

Veya İmamoğlu soruşturmasında “itirafçı” olan Kültür AŞ Genel Müdürü Murat Abbas’ın savcıya makamında verdiği ifadeyi baştan sona okudum, yine ceza yargılaması açısından bir itiraf göremedim. Evet bu sözler bir gazetede yayınlansa ciddi tartışma çıkarır ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin eleştirilmesine neden olurdu ama ceza yargılaması için “Duydum” veya “Bana söylendi” demesi yetmez, delillendirmek gerekir.

En çarpıcısı, Sözcü yazarı Saygı Öztürk’ün ta 2 Nisanda köşesinde yazdığı Ekrem İmamoğlu ile ilgili MASAK raporunu ben daha yeni okuyabildim; raporun sonunda açıkça Ekrem İmamoğlu’nun suç gelirlerinin aklanması kapsamında herhangi bir şey bulunamadığı yazılı. Tam da bu sebeple şimdi iktidara yakın medya MASAK’ın yöneticilerini suçlamaya başladı zaten.

Ama dedim ya, burası Absürdistan, normal şartlarda gülünecek, alay konusu olacak şeyler bizim hayatımızın gündelik sıradan parçaları.

Ortada ceza yargılamasında ciddiye alınıp konuşulacak fazla bir şey olmadığı için bir kamuoyu yaratma savaşı şeklinde yaşanıyor her şey.

Tam da o yüzden, CHP lideri Özgür Özel yargılamanın kamuoyu önünde yapılmasını ve Türk halkının bir nevi hakem veya jüri olmasını öneriyor.

Hatırlayın, 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk iddiaları söz konusu olduğunda Tayyip Erdoğan bu yönteme başvurmuş ve 31 Mart 2014’te yapılan seçimi kazanarak halkın oluşturduğu jüri tarafından aklandığını söylemişti.

İmamoğlu için de önünde sonunda dosya o jürinin, halk mahkemesinin önüne gelecek. Sonucu şimdiden söyleyebiliriz aslında.

Mantığı, aklı eğip bükmenin bir sınırı var çünkü. Burası belki Absürdistan ama hepimiz o absürdde yaşamıyoruz neyse ki.

ÇOK OKUNANLAR