Amerikan Uzay ve Havacılık Dairesi NASA, 2003 yılının 12 Ocak’ında uzaya bir gözlem aracı yolladı. İsmi ‘CHIPS’ diye kısaltılan bu aracın işi, yıldızlar arasındaki uzayda varolduğu düşünülen olağanüstü sıcak gazları haritalamaktı.
Araç uzayda epey süre kaldı ve sonuç olarak hiçbir şey bulamadı. Güneş sistemimizin dışı umulmadık derecede boştu. Neredeyse hiçbir yerden mor ötesi radyasyon gelmiyordu. Oysa bol miktarda olmalıydı, uzayın başka yerlerinde vardı çünkü.
Neden bizim güneş sistemimizin etrafı böyle boş diye düşürken müthiş şaşırtıcı bir buluş yaptı fizikçiler: Güneş sistemimiz, bir uçtan bir uca uzunluğu 1000 ışık yılını bulan ve boşluktan bir çeşit “sabun köpüğü”nün içinden geçmekteydi.
Hesaba göre güneş sistemimiz bu sabun köpüğünün içine bundan 5 milyon yıl kadar önce girmişti ve en azından 15 milyon yıl daha bu köpüğün içinde kalacaktı.
Peki ama uzayda neden böyle devasa bir boşluk, sabun köpüğü vardı?
Uzun araştırmalar ve tartışmaların sonunda müthiş bir şey bulundu: Bundan 14 milyon yıl kadar önce, hepsi de aynı bölgeye toplanmış 1000 tane yıldız ardı ardına süper nova olarak patlamıştı. Bu patlamaların yarattığı şiddetli basınç uzaydaki bütün tozu ve diğer molekülleri itmiş, ortaya bu boşluk çıkmıştı.
Ama tabii bu şiddetli süper nova patlamaları başka bir şey daha yapıyor. Uzaya kendi yıldızlarının bütün atomlarını saçıyor, o atomlar zaman içinde bir araya geliyor ve bir kütle çekimi yaratıyor, eğet yeterince malzeme varsa, ki 1000 tane süper novadan fazla fazla malzeme çıkar, ortaya yeni yıldızlar, hatta gezegenler çıkıyor.
Bizim güneşimiz bundan 4,5 milyar yıl önce büyük olasılıkla böyle bir süpernovanın kalıntılarından oluştu. Bugün dünyamızda altın, platin, uranyum vs ağır elementlerin var olmasından anlıyoruz ki, güneş sisteminin gezegenleri sadece süpernova artıklarından değil, belki birbiriyle çarpışıp patlamış nötron yıldızlarının kalıntılarından oluşuyor. Çünkü bu ağır atomlar yıldızların içinde değil ancak süpernova patlamalarında ve nötron yıldızı çarpışmalarında ortaya çıkabiliyor.
Bu yapılan iki keşif, yani güneş sistemimizin bir “sabun köpüğü”nün içinden geçiyor olması ve bu köpüğün son derece vahşi patlamaların sonrası ortaya çıkmış olması, o zaman bilim insanlarına yıldız yapan materyallerin, yani hidrojen ve moleküler hidrojenin de bu sabun köpüğünün dış sınırlarında, deyin yerindeyse köpüğün kabuğunda olduğunu düşündürdü.
Ama bir şeyi düşünmek başka, onu kanıtlamak başka. İşte çok beklenen kanıtın epey bir zamandan beri Güney Kore’nin uzaya yolladığı bir uydunun derlediği veriler arasında olduğu ortaya çıktı.
Amerika’daki Rutgers Üniversitesinden Blakesley Burkhart ve New York Üniversitesinden Thavisha Dharmawardena adlı iki astronom bu uydunun mor ötesi gözlem verilerinin uzayda bir bölgeyi aydınlattığını buldular. Bölge moleküler hidrojenle doluydu ve bizim sabun köpüğümüzün tam sınırında, bize de çok da uzak olmayan bir mesafede, 300 ışık yılı uzaktaydı.
Moleküler hidrojen, iki hidrojen atomunun birbirine bağlandığı hale verilen isim. Evrende belki en çok bulunan molekül bu. Ama gözlemesi kolay değil.
Bilim insanları bu bölgeye Yunan şafak tanrısı Eos’un adını verdiler. Eos’un içinde tam 3400 güneş kütlesi kadar gaz barındırdığı düşünülüyor. Burası, bir yıldız yaratma fabrikası olacak gibi duruyor ama hemen endişelenmeyin kısa dönemde ortaya yeni yıldızlar çıkması çok beklenmiyor.
Bilim insanları bizim güneşimizin bulunduğu geniş bölgede her bir milyon yılda bizim güneşimize eşit kütlede 200 yıldız doğduğunu hesaplıyor. Buna karşılık henüz 5,7 milyon yıl yaşında olduğu saptanan Eos’taki gazlar ortaya bir güneş çıkarmaktan çok uzaklar. Kaldı ki yine bilim, Eos’un her bir milyon yılda yakın çevresindeki uzay boşluğuna yaklaşık 600 güneş kütlesi kadar gaz kaybettiğini buldu.
Ama yine de Eos’u gözlemlemek çok heyecan verici, çünkü ilk kez dünyamıza bu kadar yakın bir yıldız fabrikası görüyoruz. Onun davranışlarını ve moleküllerin nasıl bir araya geldiğini gözlemek, yıldızların oluşumu hakkında bilgilerimize büyük bilgi katabilir.