Hiçbir gezi yazısı yiyecek/içecek anlatısı olmadan tam olmuş sayılamaz. üstelik ‘yiyecek/içecek bölümünün benim gezilerimin sadece bir parçası değil aksine gezimin ana hedefi olduğunu bile söyleyebilirim. Balkanlarda yaptığım yolu ilk anlattığım yazıda işin bu boyutunu dışarıda bıraktım çünkü seyahatin genel havasını ilk önce tam alın istemiştim. bugün sadece bu boyuta konsantre olup bu eksiği kapamaya çalışacağım.
***
ama önce hiç ummadığım bir anda Orhan Veli’yi andığım o anı anlatmalıyım.
Hırvatistanın Adriyatik kıyısında bir ada var adı Krk. Nasıl söyleniyor hala daha bilmiyorum ama yazılışından eminim. adada kökeni romalılara dayanan bir tarihi olan bir kasabayı görmek istediği için oğlum bizi ana karaya köprü bağlantısı olan bu adaya soktu. hayli büyük olan bu adanın güney ucuna doğru giderken ben arka koltukta gelenek haline gelmiş olan panik ataklarımdan birini daha yaşıyordum. çünkü yine bilmediğimiz bir coğrafyada yine otelsiz kalma ihtimalimiz vardı. çünkü hava kararıyordu ve henüz gece için bir rezervasyon yapılmamıştı. benim gibi çıkacağı gezilerden önce kalacağı oteli günlerce önce tespit edip hatta odanın ve otelin içini sanal ortamda inceleme adeti olan ve hata bazen odadaki mini barın içeriğinin bile dökümünü bilmeyi isteyen bir kişi için günün o saatinde hala daha otelin belli olmaması bir tür felaketti.
Rana ve oğlum bu belirsizliği umursamıyor ve hatta bundan hoşlanıyor gibiydiler.
oğlumun her gece rezervasyonları nedense son anda yaptığı ‘booking.com’ aplikasyonunun da o anda çalışmadığını söylendiğinde ben o anda Zagrep’te bulunmadığımıza hayli üzüldüm çünkü bir kaç gün önce yapmış olduğum tespitlere göte bence intihar için ideal bir şehirdi.
Madem online yapamıyorum ben de sizin eski usulle işi hallederim diyen oğlum sonunda bir otelin önüne çekti ve oda almak için resepsiyona gitti. ben ise stresimi azaltmak için zulamda tuttuğum 26 bitki ile eski yugoslava reçetesine göre hazırlanan Gorki list bitteri hızla içtim.
biraz sonra hava kararacaktı ve bu da olmaz ise bu tuhaf adlı adada ormanlık alanda bir hırvat ayısı tarafından yenileceğimiz bence kesindi.
sonra mucize oldu ve odayı aldık dediler. bizimkiler denize gireceğiz diyerek hazırlandılar. ben topluma açık alanlarda ıslak halde dolaşmaktan hoşlanmadığım için denize gayet tabii ki girmeyecektim.
otelin önüne çıkıp bizi yakında olması gereken plaja götürecek arabayı beklemeye başladım. bir süre sonra bir otel görevlisi gelip sizi ailenizin yanına götüreyim isterseniz dedi.
takip etttim kadını ve arka tarafta bir kapıdan girince karşımda birden Adriyatik denizininin en güzel koylarından birisi olması gereken manzara ile karşılaştım. o ana kadar bu kadar nispeten ucuz bir otelin böyle muhteşem bir denizin kıyısında olacağını hiç düşünememiştim ve tam da o anda aklıma Orhan Vel’nin ‘Gemliğe doğru denizi göreceksin; Sakın şaşırma’ dediği ‘Sakın Şaşırma’ şiri aklıma geldi ve acaba şair benim yaşadığım bu deneyimi yaşasaydı acaba o şiiri nasıl yazardı diye düşündüm.
***
bir gece önceyi Slovenya’dan geçmiş olduğumuz İtalya’da Trieste’de geçirmiştik. gece hava çok nemli ve boğucuydu, insanlar dondurma almak için sıra numarası alıp sıra filan bekliyorlarlardı. sırası gelen İtalyanca anons edilince keşke Felllini hayatta olsaydı bundan iyi bir sahne çıkarırdı diye düşündüm. insan italya’da olunca yemek kalitesi düzeyi beklentisi artıyor ama maalesef bu gece içi daha serin diye girdiğimiz restorant bu beklentiyi karşılayamadı.
Ben Mostar’da da bir kaliteli şube açmış olan MADO dışında hiç bir yerin dondurmasını yemediğimden Italyan gellatinosunun yanından bile geçilmesine itiraz ettim ve o korkunç dondurma sırasına bile girmek niyetleri olan bizimkileri direkt otele zorladım. dediklerini göre o ana kadar Balkanlarda her yerde yedikleri özelikle meyveli dondurmalar çok kaliteliymiş Rana Bodrum dondurma fiyatlarını hatırlatarak gönül rahatlığıyla güzel dondurma yemek için Balkanlara gelinmesi gerekiyormuş bile dedi.
***
ertesi gün gündelik yaşamı hayli sevimli/anarşik olan italya’dan bir kafede muhteşem bir calloni’yi espreso eşliğinde yedikten sonra yola çıktık ve daha sonra uzun gezilmesi gereken bu kaotik ülkeden hırvatistan’a geçtik.
Adriyatik kıyısından güneye doğru inerken bir bakalım deyip Rijelka kasabasına girdik. iyi ki girmişiz, oğlumun burada bile görülmesi gereken yerleri olduğundan onu beklemek için meydanda bir kafeye oturup biralarımızı söyledik. atıştırmak için bir pizza da ısmarladık ve gelen pizza taze muhteşem mozzarelli ile yapıldığından bir kaç kilometre ilerdeki italya’yı kıskançlıktan çıldırtacak kadar muhteşemdi. o akşamüstü krk adlı adaya geçtik, orada olanları yukarda anlattım zaten
ettesi gün plan Bosna’ya geçmekti. bu ülkedeki ilk gecemi anlatmak istemiyorum çünkü unutmak istediğim bir geceydi. oğlumun sadece içinde şelale, baraj var diye görmek istediği için geldiğimiz bu kasabada fazla incelemeden oturduğumuz mekanda bira istediğim halde bunun yerine bana Sultankola diye bir şey önerdiler ve aslında benim Bosna ile işim o anda bitti. ertesi gün mostar’a gidilmeyecek olsaydı o anda Hırvatistan’a kaçmak istedim.
***
Mostar’da eski şehirde köprüye doğru dar sokakta yürürken nehre yaklaştığınızda sağ tarafta Tima İrma var. zaten meşhur olan Bosna köftesini muhteşem yapıyorlar. porsiyonlar ve sunum da mükemmel. üzerinde Mostar köprüsünün çizimi olan birası da oldukça iyiydi.
***
bu arada unutmadan söyleyeyim ben sabah ilk kahvemin yanında yediğim kek veya bisküvi dışında fazla tatlı düşkünü değilim. Fakat Romanya’nın Cariova şehrinde (mutlaka gidin ilginç bir estetiği ve güzel bir gece yaşamı var) Ardelenesc Osanau’ Centrul Vechi lokantasında eşimim getirttiği Papaişi tatlısına onlar neredeyse aşık oldular.
Ben Dedeağaç’ta kıyı cadesi üzerindeki dondurmacıdan aldığım bitter çikolatalı dondurmaya kadar elimi tek bir tatlıya dahi sürmedim.(benden tüyo bitter çikolatalı dondurmayı şekersiz frappe kahvesi ile birlikte içerseniz mükemmel sonuç alabilirsiniz.)
***
eski bir Yalıkavaklı olarak Bodrum’un geldiği son durum bana ne kadar itici geliyorsa herkesin pek bir bayılmaya başladığı Montenegro da Adriyatiğin bodrum’u olacak çok yakında. para harcama sorunu olmayan türkler çoktan keşfetti tabii ki Montenegro’yu. ben fiyatlar daha da artmadan önce mutlaka denemeniz için bir tavsiyede bulunayım.
Budva’da bulunan deniz kıyısındaki Jadran restorana mutlak gidilmeli. mönüdeki hemen her şey kaliteli ama mutlaka ama mutlaka njegushi peynir ve proscitto’su yenilmeli, muhteşemler çünkü dağda köyde bir süre dinlendirildikten sonra bir de deniz kıyısında aylarca dinlendiriliyorlarmış proscitto özellikle dünyadaki cennete götürüyordu insanı.
***
türkiye’den sonra ilk durağımız olan Bulgaristan’dan da bir önerim olacak. Happy adlı bir restoran zinciri var. ingiltere şubesi üst üste Londra’nın ve İngiltere’nin en iyisi seçilmiş. ben bir çok türk gibi ABD’deki Cheesecake factory’yi çok severim Happy de Bulgaristanın Cheese Cake factory’si bence. Amerika’dakinin aksine Happy’de ortam çok şık ve seksi .
***
Arnavutluğun Adriyatik kıyısının kuzeyi daha çok yerlilerin tatil geçirdiği bölge gibi güney ise özelikle Yunanistan sınırına yakın bölüm daha pahalı ve şık gibi duruyor. ben kafa dinlemek için kuzey bölümü tercih ettim.
***
Dedeağaç’a hareketten önce son durağımız ise Prizren Kosova’ydı. Orada bir gece geçirdiğim için çok mutluyum. şehrin canlı ve güzel seküler meydanı bana büyük keyif verdi.
Beska restoranda garsonlarla türkçe sohbet ederken yeni rakımızı yudumlayıp köftelerimizi yedik. garsonlara göre Bosnalılar köfte yapmayı bilmiyormuş. Tima İrma’nın Mostar’da yediğimiz köfteleri bir sanat şaheseriydi ama bunu garson arkadaşlara tabii ki söylemedim.hava sonbahar soğukluğunda olmasaydı çok daha uzun kalırdım o güzel meydanda.
***
ertesi gün hedef Dedeağaç’a varmaktı Makedonya’da Üsküp’de bir gece geçirmek için bana göre bir neden yok. Dedeağaç’ta tabii ki uzo, yunan salatası, cacıki, ahtapot şenliğimi yaptım. benim için dünyadaki tek deniz olan Ege’ye bir selam çakıp İpsala sınır kapısına yola çıktık.