“72 saat hayatta kalma” çantaları satışta
20 Temmuz 2025

Bu yazıyı yazmayı hep erteledim. Sevimsiz bir konu. Ama böyle bir gerçek orada öylece duruyor, insan görmezden gelemiyor ve neredeyse her gün bu konuda bir gelişme oluyor. En son, Türkiye’de yapılan bir anket, daha fazla beklememi engelledi. 

Karl Marx ve Friedrich Engels’in 1848’de yazdığı Komünist Manifesto, dünyanın belki de en ünlü “ilk cümle”lerinden birine sahiptir: “Avrupa’nın üzerinde bir hayalet dolaşıyor: Komünizm hayaleti.” Burada “Casper” gibi sevimli bir hayaletten değil, Avrupa egemen sınıflarına korku veren bir hayaletten söz edilmektedir. Nitekim, önce Avrupa siyaset sahnesini, sonra da dünyayı baştan sona değiştirecektir bu hayalet.

Bugünlerde Avrupa’yı (ve dünyayı) geri dönülmez biçimde değiştirecek bir başka hayalet dolaşıyor yaşlı kıtanın üzerinde: Savaş hayaleti. İnglitere’den Almanya’ya, Fransa’dan Danimarka’ya “savaş korkusu” yaşlı kıtanın üzerini sinsice kaplamaya başlayan kara bir buluta dönüşmüş durumda. O kadar ki, Almanya’nın en ciddi yayın organlarından biri, Der Spiegel, bu konuyu iki hafta önce kapağına taşıdı.

Spiegel, savaş korkusunun Alman toplumu üzerindeki etkisini öne çıkarmış. Kimilerinin kendine sığınak inşa etmesini, kimilerinin ilk yardım, acil müdahale veya ateşli silah kullanma kursu almasını, kimilerinin kendini yedek milis kuvveti olarak yazdırıp askeri eğitim almasını işlemiş. Kuşkusuz bunlar toplum içinde küçük bir azınlık. Biliyorsunuz ABD’de soğuk savaş döneminden beri evinin bahçesinde sığınak inşa edenler, sığınağına acil durumlar için yiyecek, su gibi şeyleri depolayanlar, silah eğitimi alanlar on yıllardır var. Mesele bununla kalsa “gazeteci abartması” der geçersiniz. Ama sanki “kazın ayağı öyle değil.”

AB’nin en tepesi bu korkuyu besliyor gibi

AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in Mart ayında açıkladığı üye ülkelerin acil durum hazırlıkları stratejisinin bir ayağı bu konuyu öne çıkarıyor. Sivillerin herhangi bir kriz anında 72 saat hayatta kalmalarını sağlayacak araç-gereç, yiyecek, su gibi ihtiyaçlarını hazır bulundurmaları gerektiği belirtiliyor bu stratejide. Stratejinin gerekçesi şöyle açıklanıyor:

“(…)Avrupa Birliği’nin göz ardı edilemeyecek kadar karmaşık krizler ve zorluklarla karşı karşıya olduğu bir dönem(deyiz). Artan jeopolitik gerilim ve çatışmalardan, hibrit ve siber güvenlik tehditlerine, yabancı bilgi manipülasyonu ve müdahalelerinden, iklim değişikliğine ve artan doğal afetlere kadar, AB’nin, vatandaşlarını ve demokrasi ve günlük yaşam için hayati önem taşıyan temel toplumsal işlevleri korumaya hazır olması gerekiyor.”

Sıradan bir kriz planından farklı olarak bu strateji bir basın açıklaması ile kamuoyuna duyuruldu. İçinde, sağlık, ulaşım ve haberleşme faaliyetlerinin sürekliliğini sağlayacak önlemlerin alınması ve gerekli malzemenin depolanması; sivillerle askerlerin, farklı ülkelerin silahlı kuvvetlerinin birlikte hareket edebilmesi için hazırlık talimleri yapılması; önemli ihtiyaç maddelerinin ve kritik stratejik ürünlerin üretiminin devam ettirilmesi için hazırlık yapılması; çift amaçlı (sivil-askeri) yatırımların artırılması gibi önlemlerden söz ediliyor. 

Benzer bir durum, Almanya’nın sivil savunma planlarının ortalık yerde konuşulmasında da var. Spiegel dergisine göre Almanya Federal Hükümeti ülkenin sivil savunmasını yeniden inşa etmeyi düşünüyor ve bunun için 30 milyar Euro ayırmış durumda. Amaç, Almanya’yı saldırılara hazırlamak, evleri, işyerlerini ve kültür varlıklarını korumak. Bu amaçla yüzlerce yeni eleman istihdam edilecek. Tüm ülkede lojistik merkezleri kurulacak. Tüneller, yeraltı metro istasyonları ve derin yeraltı garajları bir saldırı halinde milyonları barındıracak şekilde yeniden düzenlenecek. Köln’de bir yeraltı hastanesi kurulması fikri ortaya atılmış. Merheim’da bir hastanenin yeraltındaki garajında yoğun bakım ünitesi kurulması söz konusu.

Her kurumsal yapının kriz planları hazırlaması doğal, hatta zorunlu. Ancak bunu kurumun en yetkili kişisinin ağzından bir basın açıklaması ile kamuoyu duyurmak ya da basına sızdırılıp tartışılmasını sağlamak çok doğal gelmiyor bana. Bunun AB yurttaşlarında, en hafifinden endişeye yol açacağının düşünülmemiş olması mümkün değil. Nitekim arama motorlarında kısa bir gezintiyle “72 saat hayatta kalma çantaları”nın satılmaya başlandığını görmek mümkün. 

Der Spiegel son derece ciddi bir yayın organı. Ursula von der Leyen sorumluluk sahibi bir politikacı. Yine de çağımızın hastalığı olarak insan sormadan edemiyor: Ne var bunların arkasında?

Korku ne ölçüde gerçek, ne ölçüde yaygın?

Spiegel’in aktardığına göre, Almanya’da bu yılın başında yapılan bir araştırma, katılımcıların yüzde 90’ının Ukrayna’daki savaştan “son derece endişeli” olduğunu ortaya koyuyor. Bu kişiler, kendilerini Almanya’nın bir savaşa dahil olma riskinden dolayı tehdit altında hissediyor. Bir başka araştırmaya göre, 12-25 yaş arası gençler arasında, Avrupa’nın bir savaşa dahil olma ihtimali, iklim değişikliği ve işsizliğin önüne geçerek, en çok korkulan konu olmuş durumda.  

Birleşik Krallık’ta, yine bu yılın başında yapılan bağımsız bir araştırma, Ukrayna savaşının İngiltere kamuoyunda büyük endişe yarattığını ortaya koyuyor. Yüzde 71 ekonomiye etkilerinden, yüzde 67 ulusal güvenliğe etkilerinden, Yüzde 41 kişisel olarak kendilerini etkileyeceğinden endişe duyuyor. Bir ada ülkesinde durum buysa, Rusya ile sınır komşusu olan Estonya, Finlandiya, Latvia, Litvanya ve Polonya’daki durumu tahmin etmek zor olmasa gerek. 

Birçok bakımdan Avrupa’dan farklı bir kamuoyu yapısına ve farklı koşullara sahip olmasına rağmen, asıl şaşırtıcı araştırma Türkiye’den… Türkiye’nin ciddi haber ve yorum sitelerinden biri olan Yetkin Report’ta geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir araştırmaya göre, katılımcıların yüzde 71’i Türkiye’nin bir nükleer silah edinmeye girişmesi gerektiğini düşünüyor, yüzde 72’si Türkiye’ye bir saldırı olması halinde NATO’nun Türkiye’yi koruyacağına inanmıyor. Türkiye’nin yeterli hava savunma sistemine sahip olduğuna inananların oranı ise yüzde 48. 

Anketlere inananlardan olmayabiliriz. Hele bizim ülkemizde yapılmış böyle bir anketin arkasında, bu görüşe kamuoyunu ısındırmak isteyen birilerinin olduğunu düşünebiliriz. Ancak dört bir yanı savaş tehlikesi ile çevrilmiş bir ülkede insanların manipüle edilmeden bu görüşe yaklaşabileceklerini de tümüyle göz ardı edemeyiz.  Ama şu da bir gerçek: Nükleer seçenekten İngiltere dışında Avrupa’da söz eden yok şimdilik. Bizde ise şuursuzluk diz boyu tabii…  

Kısacası, birileri korkuyu kaşıyor da olabilir, gerçekten “korku dağları bekliyor” da olabilir. Bunun için birkaç başka göstergeye de bakmakta yarar var. 

İlk işaret fişeğini İngiltere attı

İngiltere’de geçen yılın başında benim çok garibime giden bir şey oldu. Haziran 2024’te emekli olan Genel Kurmay Başkanı General Sir Patrick Sanders, henüz görevdeyken, Ocak 2024’te yaptığı bir konuşmada, İngiltere’nin gelecekteki bir savaşa hazırlık olarak, bir “yurttaş ordusu” (milis kuvveti) oluşturması ve eğitmesi gerektiğini söyledi. Yedek asker sayısını artırmanın yeterli olmayacağının altını çizdi. Sir Sanders, İngiltere’nin ordusunu güçlendirmek ve modernize etmek için daha fazla gayret göstermesi gerektiğini vurgularken, Avrupa ülkelerini de, kendi yurttaşlarını savaşa hazırlamaları konusunda uyardı. Bunlarla yetinmeyip, potansiyel düşmanın kim olduğunu da açıkça dile getirdi: Rusya. 

“Askerdir, normaldir; orduya daha fazla bütçe ayrılması talebini dile getirmiş,” diye bakılabilir. Ama Batı dünyasında askerlerin bu tür taleplerini kamuoyu önünde dile getirmeleri pek olağan bir tutum değildir, hoş da karşılanmaz. 

Biraz kurcalayınca, geçen yıl İşçi Partisi Başkanı Keir Starmer karşısında seçim hezimetine uğrayan, muhafazakar Rishi Sunak’ın seçim vaatleri arasında İngiltere’de zorunlu askerlik hizmetinin geri getirilmesinin de yer aldığı ortaya çıktı. Bu nasıl bir seçim vaadi tabii ben pek anlamadım ama herhalde yükselen aşırı sağın elinden bir propaganda malzemesini almayı düşünmüştü Sunak. 

İngiltere açısından gündemde kalan bir konu olmadı bu. Ama geçen ay Danimarka’da somut bir başka gelişme oldu. Danimarka’da da Batı dünyasının büyük bölümünde olduğu gibi profesyonel ordu var. Bu profesyonel orduya kadınlar da katılabiliyor. Bir de sınırlı bir zorunlu askerlik uygulaması var. 18 yaşını bitiren erkeklerden bir kontenjana göre önce gönüllüler sonra da kontenjanın boş kalan kısmı için kurayla seçilenler, zorunlu bir askeri eğitimden geçiyorlar. İşte bu kontenjanın artırılması ve kadınların da kuraya dahil edilmesi Haziran 2025’de Danimarka’da yasalaştırıldı.  

”Konuşan” bir genel kurmay başkanı daha

Geçen hafta da Fransa’nın Genel Kurmay Başkanı General Thierry Burkhard, Le Monde’un deyişiyle, “nadir basın toplantılarından biri”nde, “Rusya’nın hedefi Avrupa’yı zayıflatmak ve NATO’yu dağıtmaktır,” dedi. General Burkhard gelecek beş yılı şöyle tarif etti: “Büyük kayıplarına rağmen Rusya silahlanmaya devam edecek. 2030’dan önce Avrupa’nın doğu kanadındaki sınırlarımızda gerçek bir tehdit haline gelecek.” Le Monde’a göre konuşma, Macron’un savunma bütçesinin desteklenmesi konusunda Fransız kamuoyunda farkındalık yaratmak için yapılmıştı ve Macron tarafından istenmişti. General 2021 sonbaharından bu yana ilk kez konuşuyordu. 

Macron, 13 Temmuz’da silahlı kuvvetlere yaptığı yıllık konuşmada, Fransa’nın savunma harcamalarını 2027 yılına kadar iki kademede yıllık 63,4 milyar Euro’ya yükseltecek bir yasa teklifini parlamentoya sunacağını açıkladı. Halen bu rakam 50,5 milyar Euro seviyesinde. Böylece Fransa’nın savunma harcamaları 2027’de on yıl öncesinin iki katına çıkmış olacak. Kimileri için bu karşılanması çok zor bir yük. Kimilerine göre ise son derece yetersiz. 

Avrupa Parlamentosu’nun rakamlarına göre, Fransa’nın 59,6 milyar Euroluk 2024 savunma bütçesi, milli gelirinin yüzde 2,06’sı seviyesindeydi. Üye devletlerin 2024’teki toplam 326 milyar Euroluk savunma harcaması ise ortalama olarak milli gelirin yüzde 1,9’unu oluşturuyordu. 23 NATO ülkesinin ortalaması da yine 1,99’du. 

Ekonomisinin büyüklüğü nedeniyle Almanya hem mutlak anlamda (90,6 milyar Euro) hem de milli gelire oranı bakımından (yüzde 2,12) en yüksek harcamayı yapan Avrupa ülkesi konumunda. Almanya ayrıca bu yılın mart ayında, milli gelirin yüzde 1’i ile sınırlı borç limitine savunma ve güvenlik harcamalarının tabi olmamasını kararlaştırdı. Avrupa Parlamentosu Araştırma Bölümü, bu istisnayı, altyapı ve güvenlik harcamaları için 500 milyar Euroluk bir fonun önünü açtığı yorumuyla karşıladı.

İngiltere’de 2025/26 döneminde savunma harcamalarının 59,8 milyar sterline ulaşması öngörülmüştü. Geçtiğimiz aylarda hükümet, bu rakama 2,2 milyar sterlin daha ekledi. İşçi Partisi hükümeti, 2027 yılına kadar GSYİH’sinin %2,5’ini savunmaya harcamayı taahhüt etti. Bunun ne kadar mümkün olduğu İngiltere’de tartışma konusu.

Bütün bu yükselişlerde Trump’un Avrupa’da yarattığı şokun büyük etkisi olduğu inkar edilemez. Bilindiği gibi Trump, göreve gelir gelmez, ABD’nin artık NATO’yu finanse etmeyeceğini söylemişti. Trump’ın bu sözlerine, ABD Başkan Yardımcısı J.D.Vance’in Münih’deki Güvenlik Konferansı’nda Avrupa’yı resmen aşağıladığı konuşma eklenince, Avrupalı yöneticiler “ABD bizi terk etti” telaşı yaşamaya başladı. Herkes savunma bütçelerini artırma gayretine girdi ama bu o kadar kolay değildi. Nitekim yukarıda aktardığımız bütün çabalara rağmen Trump’un çizdiği sınırın (milli gelirin yüzde 3,5’i) çok altında kalıyordu bütçeler. 

Yine de Avrupa ekonomileri için söz konusu savunma harcamaları artışı çok büyüktü ve bu büyüklüğün savunmanın güçlendirilmesi dışında başka önemli bir işlevi daha olacaktı. 

Ekonomiyi savaş hazırlıkları mı ayağa kaldıracak?

Avrupa Birliği’nin 20 yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 1,3. Almanya’nın son iki yıldaki büyüme hızları ekside. Fransa 1.4 ve 1.2’yi yakalamış ama 2021’den beri düşüşte. Gelecek 5 yılda Avrupa’nın büyüme ortalamasının yüzde 0,5 olacağı öngörülüyor. İşsizlik önemli bir ekonomik, sosyal ve siyasal problem.  

Savunma harcamalarının artırılması sadece ABD’den silah satın almayla ilgili değil. Avrupa savunma sanayiine de ciddi yatırım yapılacak. Savunma sanayii, çarpan etkisi çok yüksek bir alan. Birçok yan sanayinin gelişmesini sağlayacak. Hele savaş korkusu topluma yayılırsa bunun da büyük bir ekonomik karşılığı olacak. Nitekim Der Spiegel dergisi kapak konusunu işlerken bu noktaya da değinmiş: “Hükümet teyakkuzda ve bu da vatandaşların giderek daha fazla önlem alma ihtiyacı hissetmesinin nedenlerinden biri. Kendi korunmaları için çok para harcayanlar da var, bundan kâr edenler de. Pandemi döneminden ve büyük maske anlaşmalarından beri bir nokta çok açık: Büyük korkular her zaman büyük paralar kazanılabilmesine yol açıyor.”

Sonuç nedir? Savaş tehlikesi yok mu peki? Cevap olarak sadece şu ünlü sözü tekrar edebiliriz: “Paranoyak olmanız, takip edilmediğiniz anlamına gelmez.”

ÇOK OKUNANLAR