Sol el sırtının, incecik serçe parmağıyla birleştiği yerde
minicik bir yara izi; kabuk bağlamış.
Demek, birkaç gün olmuş.
-“Bana yüzünü ver!” diye söyleniyor zihnim.
Muhtemel, telaşla bulaşık makinesini boşaltırken,
sapı çatlamış bir bıçağın sivri ucuna sürtünüveriyor
eli-ni ağzına götürüyor dalgınlıkla.
Dilinin ucuyla yarasını yalayıp
yüzünü buruşturarak hayata dönüyor; umursamaz,
tıpkı, “uzun bir uykudan uyanmış gibi.”
Üstelik, hayat dediğin ne ki! Eski, gıcırdayan bir dolap kapağı.
Ağlamak aklına bile gelmiyor.
Dudağının hemen üstünde, sümük çizgisindeki
belli belirsiz ter damlalarının ne kadar tahrik edici olduğunu; kim için?
-“Sana çiçekli şapkalar alalım,” diye mırıldanıyor zihnim.
Bil, ellerinin üşüdüğünü görmüştüm o gün.
“Sapere aude!”