Ekrem İmamoğlu iddianamesi, iddianameyi kaleme alan İstanbul Cumhuriyet Başsavcısının ifadesiyle 3900 sayfa.
Bu uzunlukta bir metni 24 saatten kısa sürede okumaya imkan yok; o yüzden henüz hiç kimsenin metnin tamamını okumadığını güvenle söyleyebilirim.
Savcının akıl yürütme biçimini özetlemeye çalışayım:
Savcılara göre Ekrem İmamoğlu daha 2014’te Beylikdüzü Belediye Başkanı seçildiğinde bir örgüt kurmuştu, adına “sistem” denen bir düzenle iki amacı hedeflemişti: 1. Kişisel zenginleşme; 2. Siyasal yükselme.
Savcılara göre İmamoğlu’nun nihai hedefi Cumhurbaşkanı seçilmek ve “sistem”ini genişletip daha fazla paraya hakim olmaktı.
Bunun için de önce 2023 seçiminin ertesinde Cumhuriyet Halk Partisi’ni “sistem”deki paralarla ele geçirmesi gerekiyordu, nitekim Özgür Özel’i partiye genel başkan yaparak bunu başarmıştı.
Savcıların ‘Sistem’ adını verdiği mekanizma önce Beylikdüzü, ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesinin ihalelerinden ve işlerinden toplanan paralarla ayakta kalıyor ve büyüyordu.
3900 (elden ele dolaşan pdf formatlı dokümanda 3741) sayfalık iddianamede binlerce ayrıntı, yüzlerce farklı suç isnadı ve çok sayıda detay ile ifade yer alıyor ama savcıların esas ispat etmek istedikleri şey şu: Ekrem İmamoğlu elde ettiği suç gelirleriyle önce CHP’yi ele geçirdi, bir sonraki adımı Cumhurbaşkanlığını ele geçirmekti…
Türkiye, Ekrem İmamoğlu’nun resmi konutuna yapılan bir şafak baskınıyla gözaltına alınıp hapse atıldığı 19 Mart 2025 sabahından beri aslında aynı şeyi konuşuyor: Bu operasyon adli bir operasyon mu, yoksa siyasal bir operasyon mu?
Şimdi savcının iddianamesinden anlıyoruz ki, evet bu siyasal bir operasyon. Bu bir rüşvet operasyonu değil, savcının mantığıyla siyasetin suç gelirleriyle finanse edilmesine yönelik ve bir kişinin siyasal emelinin önlenmesine yönelik bir operasyon.
Tabii, savcının akıl yürütme biçiminde bana göre bazı boşluklar ve zayıf noktalar var. Aklıma gelenleri geliş sırasıyla yazayım:
1. Savcının tek tek her rüşvet ve yolsuzluk iddiasını ispat edebilmesi lazım. İddianamedeki bazı iddiaları, konuyla ilgili hiç bilgim olmamasına rağmen sırf iddianamede özetlendiği halinden hareketle ben bile çürütebildim.
2. Savcının tek tek her rüşvet ve yolsuzluk iddiasını ispat etmesi de yetmiyor; eğer rüşvet ve yolsuzluk varsa ve bunlardan gelir elde ediliyorsa bu gelirin “Ekrem İmamoğlu suç örgütü”nün kasasına akıp orada biriktiğini de ispat etmeli. İddianamede böyle bir paraların biriktiği ortak kasadan söz edilmiyor. Oysa “sistem”in tam da bunun için kurulduğu öne sürülüyor.
3. İddianame, Ekrem İmamoğlu’nun hiç de göz önünde bir ilçe olmayan Beylikdüzü Belediye Başkanlığından nasıl olup da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adaylığına terfi ettiğini ve bu seçimi üstelik de tekrar tekrar nasıl kazandığını hiç anlatmıyor. “Sistem” mesela 2019’da nasıl bir rol oynamış da İmamoğlu’nun Ak Parti adayı Binali Yıldırım’ı bir değil iki kez yenmesini sağlamış, bu belli değil. İstanbullu seçmenler oylarını para karşılığı satmış mı?
4. Savcıların iddia ettiği ‘İmamoğlu sistemi’ 2024’te büyük farkla seçimin kazanılmasında nasıl bir rol oynamış? Seçime hile mi karıştırmış? Bu konuda da iddianamede bir şey yok.
5. İmamoğlu ve “sistem”i 2023 Kasım ayında yapılan CHP kongresinde partiyi nasıl ele geçirmiş? Bu konuda iddianamede uzun uzun bir video görüntü ve görüntüye giren kişiler anlatılıyor ama somut olarak İmamoğlu’nun CHP delegesinin iradesini sakatlayıp nasıl partiyi ele geçirdiği anlatılmıyor. Oysa bu konuda açılmış davalar var. Bunlardan biri (‘Butlan davası’ diye bilineni) sona erdi ve ortadan kalktı bile. Ceza davası ise devam ediyor.
6. Savcılar, cumhurbaşkanlığı makamının nasıl olup da parayla ele geçirileceğine dair hiçbir şey söylemiyor, var olduğunu söyledikleri suç örgütünün bu konudaki gelecek panlarından hiç söz etmiyor.
Bu altı madde benim ilk aklıma gelenler; eminim gelecekte bu maddelere yenileri de eklenecek.
Aklımın ermediği konu şu:
Türkiye’de siyasetin ve siyasal kampanyaların finansmanı meselesi her zaman kısmen gri alanda yaşanan bir şey olmuştur; partilerimiz devlet hazinesinden yardım aldıkları halde, zaman zaman harcadıkları paranın hesabını vermekte zorlanmıştır.
Ama bu hiçbir zaman ‘Seçimi parayla kazandılar’ noktasına gelmemiş bir tartışmadır; çünkü hepimiz biliriz ki istediğiniz kadar paranız olsun, bunu da istediğiniz kadar akıllı harcayın, seçmene kendinizi beğendiremediyseniz kâr etmez.
Cumhurbaşkanlığı seçimi gibi bir seçimde parayla seçimin sonucunu etkilemek imkansıza yakındır. Adayınız ve programınız beğenilmediyse ağzınızla kuş tutsanız olmaz.
Tabii tam tersi de geçerli: Adayınız yıprandıysa, vaatlerini yerine getiremediyse, ülkeyi kötü yönetiyorsa, refah artışı sağlayamıyorsa, rakip adayları elindeki siyasi ve adli gücü kullanarak seçime giremez hale getiriyorsa, ağzıyla kuş da tutsa, seçim meydanına milyarlar da akıtsa o seçimi kazanamaz.
3 bin 900 sayfalık ve 402 sanıklı bir iddianame, yargılamayı istediğiniz kadar hızlandırın 2028 yılına kadar bitmez, bitemez.
Vatandaşın yüzde 60’ı aşan bölümü bu davanın siyasal amaçla açıldığına ve İmamoğlu’nun siyasal amaçla hapiste tutulduğuna inanıyor. Şimdi iddianamenin kendisi de bu görüşü açıkça destekliyor, burada hedefin siyasi olduğunu söylüyor. Oysa iktidarın propaganda makinesi davanın siyasi değil yolsuzluk davası olduğunu söyledi bugüne kadar.
Hele bir de üstüne savcı CHP’ye kapatma davası açılması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına ihbarda bulunmuşken, bu davanın siyasal olmadığını söylemek iyice zorlaştı.
Önünde sonunda vatandaş sandığa gidip oy kullanacağına göre, bu dava kendi başına sandıkta sonucu etkileyecek en önemli faktöre daha bugünden dönüşmüş durumda.
Soru şu: İmamoğlu’nu daha ne kadar hapiste tutabileceksiniz? Onu hapiste tutmak, sizin siyasal amaçlarınıza destek mi olacak köstek mi?
Siyasette bazen zararın neresinden dönülse kârdır. Sanki öyle bir zamana girdik bu iddianameyle.
Umarım aklıselim galebe çalar. Çünkü bugünkü sağduyu yoksunluğu kişisel siyasal çıkarların ötesinde Türkiye’ye büyük zarar veriyor.

