New Yorker’ın başında geçen felaket dönem
15 Aralık 2025

New Yorker dergisi okuyan insanın da verdiği mesaj meseleler hakkında sakin düşünme yeteneği olduğu ve hayatta belirli bir kaliteyi aradığı mesajıdır bana göre. Ha, bu okuyucular arasında bu tanıma uymayan istisnalar yok mudur, tabii ki vardır ama New Yorker’ın okuyucu kitlesi hakkında yapılan çalışmalar da genel olarak bu kalite tanımının uygun olduğunu gösteriyor.

netflix’deki New Yorker belgeseli nedeniyle arkadaşlarımla benim bu haftaki gündemimiz new yorker olduğuna göre onların biraz keyfini kaçıracak bir şeyler yazayım dedim dergi hakkında

Bu dergiye yıllardır büyük saygım da olduğundan bugün anlatacağım yaşanmış olay maalesef benim dergi hakkındaki duygularımı biraz saramıştı. Yazacaklarımı okuyunca eminim ki sizler de böyle düşünmeye başlayacaksınız. Ama şu bilinmeli ki, bu yaşanan olay derginin sadece bir dönemi ile ilgiliydi, sonrasında dergi kurum olarak asıl kurucu yayın yönetmeni olarak kabul edilen William Shawn’un yayıncılık ilkelerine yeniden dönüş yaptı denilebilir.

William Shawn denilince onun nasıl bir yayın yönetmeni olduğunu biraz anlatmalıyım. Bu kurucu yayın yönetmeninin tavrını bilin ki daha sonra yaşananların neden çok şaşırtıcı olduğunu daha iyi anlayın.(belgeselde bu dönem daha iyi anlatılabilirdi)

William Shawn (1907-1992), 1952 ile 1987 arasında New Yorker dergisinin yayın yönetmenliğini yaptı. Aslında Harold Ross kurucu yayın yönetmeniydi ama William Shawn ondan devraldığı yayın yönetmenliğinde dergiye ve yayın dünyasının geneline damgasını vurdu.

William Shaw’un, New Yorker, yazılar ve yazarlar dışında bir hayatı yokmuş gibiydi. Bürosuna yakın Algonquin lokantasında yemek yediğinde bile kurulan -şehirde bol dedikodusu yapılan- yuvarlak masadaki yemeklerde de sadece yazılar ve yazarlar konuşulurdu. Anlayacağınız, Shawn yazar dostu bir yayın yönetmeniydi ama aynı zamanda tüm yazarlara en çok çektiren, yaka silktiren de oydu. Yazı gönderen yazar ne kadar ünlü olursa olsun Shawn düzeltme kalemiyle her satırını defalarca okur ve hemen her satırda düzeltmeler isterdi; yazıda bir mükemmellik arayışı vardı. Buna karşı çıkan birçok yazar olmuştu ama istenilene uyan değişimlerin yapıldığı yazılarının daha güzel olduğunu da görüyorlardı.

Shawn ayrıca dergide çok disiplinli bir düzeltme ve konuları kontrol etme komitesi kurmuştu. Bunlar yazıda anlatılan her konuyu günlerce kontrol ediyorlar, gerekirse yazıda anlatılan mekâna gidip inceleme bile yapıyorlardı.

Shawn aslında yazarı son derce bunaltan bir yayın sistemi kurmuştu ama New Yorker bu sistem sayesinde bilinen kalitesine ve güvenilirlik düzeyine kavuşmuştu.

Uzun yıllar sonrasında artık Shawn’un zamanının geçtiğini ve derginin kendisini yenileme ve modernleşme zamanının geldiğini düşünerek Shawn’u görevden almış olan patronlar dergiyi modernleştireceğini düşündükleri Tina Brown’ı yayın yönetmeni olarak atadılar. Benim anlatacağım olay da onun yayın yönetmenliği döneminde yaşandı.

Richard Johnson’ın uzmanlar tarafından bir Magnum Opus olarak nitelendirilen biyografisi “A Life of Picasso”nun ilk bölümü, Tina Brown’ın New Yorker yayın yönetmeni olduğu dönem yayınlandı.

Wall Street Journal’dan Roger Kimball çalışma için “Ünlü ressamın hayatı hakkındaki en önemli eser,” dedi. Hilton Kramer ise Washington Post’ta kitap için “Bu büyük bir olay!” tanımlamasını yaptı. Jack Flam ise New York Review of Books’a yazdığı değerlendirme yazısında çalışmayı öve öve bitiremedi.

Kitabın yayınlanan bu ilk bölümü, Picasso’nun neredeyse global bir olay haline gelen resmi “Les Demoiselles d’Avignon”u çizdiği yıl olan 1906’da bitiyordu. Picasso o zaman 25 yaşındaydı ve biliyorsunuz büyük ressam 1973 yılında öldü. Büyük biyografi çalışmasının 1907 ile 1917 yılları arasını kapsayan ikinci bölümü de yayınlandı.

Bu bölüm de yayınlandıktan sonra Time dergisinde, derginin sanat eleştirmeni Robert Hughes kitabı “bir 20. yüzyıl sanatçısı hakkında yapılmış en aydınlatıcı çalışma” olarak nitelendirdi. Bir tek bu tür sanat kitaplarını değerlendirmeye özel önem verdiği bilinen New Yorker’dan bir ses çıkmıyordu. Sonunda derginin kadrolu usta yazarı Adam Gopnik Picasso biyografisi hakkında bir değerlendirme yazısı yayınladı ve sanat ve yayıncılık âleminde herkes şaşırıp kaldı. Çünkü Gopnik kitabın yazarının ünlü insana hayranlığı dolayısıyla bazı gerçekleri göremediğini ve dünya savaşlarındaki tavrı nedeniyle korkak olarak nitelendirdiği Picasso hakkında objektif bir değerlendirme yapamadığını söyleyip biyografiyi yerden yere vurmuştu.

Ne olduğunu anlamak için biraz düşünce dedektifliği yapmamız gerekiyor. New Yorker yayın yönetmeni Tina Brown’ın kocası Harold Evans, Picasso biyografisi kitabını da yayınlayan Random House yayınevinin başındaydı ve kendisi yayın dünyasında büyük saygınlığı olan bir isimdi. Şimdi diyeceksiniz ki Tina Brown’un eşinin başında olduğu bir yayınevinin kitabını eleştirdiği için övülmesi gerekmez mi?

İlke olarak bu böyle ama görünenin altında başka hesaplar da vardı. New Yorker dergisinin çok aktif çalışan, çok etkili ve hemen her sayıda birçok tanıtım yazısı bulanan bir kitap değerlendirme bölümü vardı. Bu bölüm her hafta yeni yayınlanmış birçok kitabın değerlendirmesini yapıyordu. Tina Brown yayın yönetmeni olduktan sonra eşinin başında olduğu Random House yayınevinin kitapları dergide ağırlıkla tanıtılmaya başlanmıştı. Bu yüzden dergiye eleştiriler geliyor ve yayınevine ticari avantaj sağlamak için derginin objektifliğini kaybettiği söyleniyordu.

Anlayacağınız Tina Brown kitap eleştirileri konusunda dergisinin objektifliğini kaybetmediğini ve Random House’a ayrıcalık tanımadıklarını göstermek için diğer her yayında övülen kitaba, sadece Random House’un yayınına saldırıyoruz diyebilmek için, en iyi yazarlarından bir tanesini saldırtmıştı. Bu tabii ki eşinin yayınevine karşı iltimaslı olmasından çok daha ağır bir yanlıştı ve New Yorker dergisi bunun ortaya çıkmasıyla ağır bir prestij darbesi aldı. 

Ama daha sonra yayın yönetmeni olan David Remnick’in, William Shawn’un yönetim üslubuna dönmesiyle dergi kendisini toparladı.

ÇOK OKUNANLAR