Yeni Bir Korku Çağı: Savunma Sanayinde Patlayan Sipariş Defterleri ve Türkiye
01 Aralık 2025

Savunma sanayine alt bileşenler üreten orta ölçekli bir işletmenin sahibiyle geçen hafta yaptığım sohbet, son yıllarda duyduklarımın belki de en sarsıcı olanıydı.

Sözleri fazla dramatik değildi ama tonundaki ciddiyet çok şey anlatıyordu:

“Özellikle füze sistemleri ve mühimmat tarafında talep kontrol edemeyeceğimiz kadar arttı. Hiçbir dönemle kıyaslanamaz. Kapasiteyi büyütmek zorunda kalıyoruz.”

Bu, yalnızca Türkiye’nin değil; neredeyse tüm dünyanın fotoğrafı.

Washington’dan Berlin’e, Tel Aviv’den Seul’e kadar savunma üretim hatlarında vardiyalar uzatılıyor, teslim süreleri yıllara yayılıyor, stok yenileme programları adeta bir yarışa dönüşüyor.

Dünya, uzun süredir beklediği ama görmek istemediği bir gerçekliğe doğru kayıyor:

Yeni bir korku çağı.

Dünya Neden Bu Kadar Hızla Silahlanıyor?

Soğuk Savaş’ın bitişinden bu yana hiçbir dönem bugünkü kadar keskin fay hatları üzerinde durmuyordu.

•Ukrayna savaşı Avrupa’nın güvenlik mimarisini çözdü.

•İsrail–İran–Gazze hattı Orta Doğu’nun yangınını körüklüyor.

•Kızıldeniz artık ticaret yolu değil; bir risk koridoru.

•ABD–Çin rekabeti Asya-Pasifik’te giderek daha az yönetilebilir hâle geliyor.

Devletler “stratejik iyimserlik” defterini kapatıp, “stratejik tedbir” dönemine geçti.

Sektördeki bir savunma üreticisinin şu cümlesi ise buz gibi gerçek:

“Bu sipariş dalgası geçici değil. En az on yıl sürecek yeni bir normal bu.”

“Korku Ekonomisi”nin Yükselişi

Küresel savunma patlamasını anlamak için iki gerçeği yan yana koymak gerekir:

1.Giderek artan somut jeopolitik tehditler,

2.Savunma endüstrisinin doğal olarak beslediği ‘korku ekonomisi’.

Savaş ihtimali kadar, savaş ihtimalinin gündemde tutulması da talebi keskin biçimde artırır.

Bu ikili mekanizma günümüzün en rahatsız edici ama en gerçek dinamiğidir.

Türkiye’nin Öğrendiği En Ağır Ders: Silahı Satın Alabilirsin, Ama Kullanamayabilirsin

Türkiye’nin savunma sanayindeki son on beş yıllık yükselişi, elbette teknoloji yatırımlarına, insan kaynağına, girişimci ekosistemine dayanıyor.

Ama asıl motivasyon çok daha yalın ve acı bir deneyime işaret ediyor:

Ambargolar. Kısıtlamalar. Gizli veya açık siyasi şartlar.

NATO müttefiki olmanıza rağmen:

•F-35’ten çıkarıldınız,

•F-16 modernizasyonları yıllarca oyalandı,

•Hava savunma sistemleri “izinli kullanım” şartına bağlandı,

•Mühimmat tedariki siyasi baskı aracına dönüştü.

Mesaj netti:

“Silahı satın alsan bile, istediğin gibi kullanamayabilirsin.”

Böylesine riskli bir coğrafyada yaşayan Türkiye için bu kabul edilebilir bir model değildi.

O nedenle Ankara şu temel gerçeğe ulaştı: Milli savunma sanayi bir seçenek değil; bir zorunluluk.

Bugün Türk savunma teknolojilerinin en büyük alıcılarına bakın:

Büyük güçlerin vetolarından, şantaj mekanizmalarından, kullanım sınırlamalarından bunalmış ülkeler…

Türkiye onlar için başka hiçbir yerde bulamadıkları bir şey sunuyor:

Şartsız, erişilebilir ve güvenilir bir savunma hattı.

Gücün Tekelleşmesine İzin Vermemek

Savunma sanayi büyüdükçe doğal bir eğilim ortaya çıkar:

•Merkezileşme,

•Tekelleşme,

•Kapalı devre ilişkiler,

•Rekabetin daralması.

Oysa savunma sektörü, tüm stratejik sektörler içinde rekabete en çok ihtiyaç duyan alandır.

Rekabet sadece fiyatı değil, inovasyonu, kaliteyi ve güvenliği de belirler.

Türkiye eğer uzun vadeli bir savunma mimarisi kurmak istiyorsa:

•Geniş tabanlı bir üretici ekosistemi,

•Şeffaf ve hesap verebilir süreçler,

•Çok aktörlü bir teknoloji tabanı,

•Farklı beyinlerin, girişimlerin, şirketlerin sisteme girebildiği bir alan tasarlamak zorunda.

Kısacası:

“Her şeyi kontrol eden bir elde toplanmasına izin vermeyin. Geniş tabanlı, rekabetçi, şeffaf yapıları teşvik edin.”

Bu sadece ekonomik bir tercih değildir.

Ulusal güvenliğin ta kendisidir.

‘Her Talep Edene’ Silah Satan Bir Ülke Olmamalı

Türkiye savunma ihracatında orta ligden yükselip küresel sahneye çıktı.

SİHA’lar, füze sistemleri, mühimmat, deniz platformları derken bugün Türkiye savunmada bir “marka”.

Ancak önümüzdeki aşama çok daha hassas bir yaklaşım gerektiriyor.

Kontrolsüz savunma satışı:

•Türkiye’yi istemediği çatışma hatlarına sürükleyebilir,

•Üçüncü aktörlerin eline geçerek geri tepebilir,

•Ankara’nın diplomatik esneklik alanını yok edebilir,

•Uluslararası itibarı aşındırabilir.

Bu nedenle Türkiye artık tıpkı ABD, İngiltere, Fransa ve Çin’in yaptığı gibi silah ihracatına kriterler getirmek zorunda.

Kriterler açık olmalı:

•Alıcı ülkenin iç istikrarı,

•Bölgesel çatışmalardaki konumu,

•Üçüncü taraflara devredilme riski,

•İnsan hakları sicili,

•Türkiye’nin uzun vadeli stratejik çıkarları.

Gerçek güç, sadece üretmek değildir; gücü kime, ne zaman ve ne amaçla aktardığını yönetebilmektir.

Karanlık Bir Ufuk Değil

Dünya daha gergin, daha keskin ve daha hesaplanamaz bir döneme giriyor.

Sipariş defterleri kabarıyor, sermaye akıyor, üretim kapasitesi büyüyor.

Ama bu sadece “büyüme” değil; aynı zamanda “sorumluluk” dönemidir.

Türkiye’nin önünde iki yol var:

1.Korkunun yönlendirdiği bir savunma politikasına kapılmak,

2.Akıl, denge, şeffaflık ve iyi yönetişimle inşa edilen bir savunma devlet aklı geliştirmek.

Gerçek güç; ne fazla silah üretmekte, ne fazla silah satmakta…

Gerçek güç, kendi kararlarını bağımsız verebilen ve sorumluluğunu taşıyabilen bir ülke olabilmektir.

Eğer bugün doğru tercih yapılırsa, yarının Türkiye’si yalnızca bölgesel bir aktör değil, hesap edilebilir, saygı duyulan, sürdürülebilir bir savunma mimarisinin kurucusu olabilir.

Gelecek kuşakların kaderi işte bu tercihe bağlı.

ÇOK OKUNANLAR