Türkiye gemisinin bir kaptanı ve rotası var mı?
02 Aralık 2025

Başlıktaki soruya hemen itirazlar gelecek, ‘Elbette kaptan var, Tayyip Erdoğan’ denecek, ‘Rotası da belli’ diye devam edilecek.

Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye Cumhurbaşkanı olduğunu, bu sıfatıyla yürütmenin başı olduğunu ben de biliyorum. Ama Türkiye’nin kendine çizdiği bir rotaya sadık kaldığından emin değilim, ‘kaptan’ sıfatıyla Cumhurbaşkanı’nın bizi bu rotada tuttuğundan hiç emin değilim.

Bu düşüncelere epeydir sahibim ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün Beştepe’de yapılan kabine toplantısı sonrası uzun mu uzun açıklamasını okuduktan sonra iyice emin oldum.

Normalde her hafta pazartesi günü kabine toplanıyor. Zaman zaman Cumhurbaşkanı’nın iç ve dış gezileri bunu aksatıyor ama bu da bir haftalık bir ertelemeye neden oluyor en fazla.

Cumhurbaşkanı’nın her kabine toplantısı sonrası hükümet sözcüsü gibi çıkıp o hafta neler konuşulduğunu anlatması tuhaf bir uygulama. Bunu ya atanacak bir hükümet sözcüsü, ortada gerçekte bizim eskiden anladığımız anlamda yürütme gücüne sahip bir hükümet olmadığına göre Cumhurbaşkanlığı sözcüsü veya İletişim Başkanı’nın yapması gerekir aslında.

Ama hayır, bizde bir tane başrol var, hiç yardımcı oyuncu yok. Cumhurbaşkanı çıkıyor, kendisi anlatıyor.

Dün akşamki konuşmanın geniş bir hali 10Haber’de var, canınızı sıkmak pahasına bir bakın isterseniz. Erdoğan önce uzun uzun iktidarının geçmiş yıllarda yaptığı büyük yatırımları anlatıyor, İstanbul Havaalanından otoyollara kadar pek çok şeyi.

Sonra bir süre muhalefetin vizyonsuzluğundan söz ediyor ve sözü son iki haftada kendi yaptıklarına getiriyor. Hangi ülkeleri ziyaret etmiş, kim ona konuk gelmiş, hangi açılışlara ve ödül törenlerine katılmış, tek tek bunları anlatıyor, bazılarında lafı çok uzatıyor.

Arada dün açıklanan büyüme rakamlarına ve çözüm sürecine değiniyor. Derken dünkü kabine toplantısında konuşulup konuşulmadığını tam anlamadığımız Türkiye’nin sanayi alt yapısı için uygulanacak yeni projeye sözü getiriyor.

Arada bir de yanlış bilgi iletiyor. Kızılelma’nın Aselsan’ın Murad adlı hedef bulma radarı ve TÜBİTAK tarafından geliştirilen Gökdoğan füzesiyle yaptığı bir testin geçen hafta sonu yapıldığını söylüyor. Oysa bu test 19 Kasımda yapıldı, yapıldığı gün bunun önemini sadece 10Haber fark etti ve manşetten değerlendirdi, ayrıca ben de bu konuda bir yazı yazdım. Ama başka medyada bu sahiden önemli gelişme yer almayınca biraz bozulan Selçuk Bayraktar hafta sonu bir sosyal medya mesajıyla bu testi yeniden paylaştı, o paylaşınca da hükümet dahil her yerden övgüler yağdı, işte son olarak da Erdoğan o kervana katıldı.

Kızılelma’nın ve Aselsan’ın bu büyük başarısı iktidarın icraatına dair bir övünç malzemesi aslında ama dediğim gibi bu durumun farkına varmaları 11 gün sürdü. Acaba birbirleriyle hiç mi konuşmuyorlar?

Dünkü kabine toplantısının bir gündemi var mıydı? Açıklanmadığı için bilmiyoruz ama şu tahmini yürütebilirim: Tek tek bakanlar, geride kalan son toplantıdan beri yaptıklarını anlatmış, bazıları da geliştirdikleri projeler konusunda bilgi vermiş olabilir.

Devletler, şirketler, büyük organizasyonlar hedefsiz iş göremezler.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti açısından hedef, ta Atatürk zamanından beri belli: Muasır medeniyetlerin seviyesine ulaşmak ve onları geçmek.

Peki 100 yılı devirdik, bu hedefe ulaştık mı? Hayır, daha gitmemiz gereken çok yol var.

Hedefe ulaşmak için temel stratejide ve ara hedeflerde zaman zaman öncelik değişiklikleri yapıyoruz, demokratik bir ülkede bu normal, seçilmiş iktidarlar öncelikleri kendi tercihlerine göre elbette belirleyebilir.

Peki bu 100 yılın neredeyse 25 yılında ülkeyi yöneten Tayyip Erdoğan iktidarı özellikle son 7 yıldır girilen başkanlık rejiminde ara hedeflerde herhangi bir tercih değişikliği yaptı, bir hedefi diğerinin önüne aldı mı?

Eğer bir şey öne alındıysa o da savunma sanayii olabilir. Çünkü Türkiye bu alanda sahiden önemli sıçramalar içinde, işte en son dünyanın en çok satış yapan 100 savunma sanayii şirketi arasında tam 5 Türk şirketi birden girdi.

Ama tabii Türkiye gibi bir ülkenin 100 yıllık stratejik hedefine ulaşması için tek bir sektör yeterli değil. Kaldı ki, ülkedeki eğitimden bilim teknoloji eko sistemine kadar pek çok destekleyici sektör savunma sanayii ile eş düzeyde gelişemezse, zaten savunma sanayiindeki ilerleme de duraklamaya dönüşür.

Eğitim, bilim-teknoloji dediğimizde sanayimizin dönüşümü ve sanayi şirketlerimizin 21. yüzyıl kabiliyetleri kazanması da önemli. Çünkü malum, bizim ‘muasır medeniyetler’ dediğimiz ülkeler de yerlerinde durmuyorlar, onlar da sürekli kendilerini geliştiriyor, bizimle aralarındaki farkı açmaya çalışıyorlar.

Örneğin Tayyip Erdoğan iktidarı 2018 sonrasında Merkez Bankası’na faizleri zorla düşürterek açık bir stratejik tercihte bulundu. O dönem bize, TL’nin değerinin bilinçli tercihle düşürüldüğü, bu sayede Türkiye’nin ihracat ve rekabet gücünün artacağı söylendi. Söyleyenler öyle herhangi birileri değildi, ülkenin Hazine Bakanı anlattı bize bunları.

O gün ekonomi konusunda yapılan siyasi tercihin sonuçlarını yıllardır enflasyon ve hayat pahalılığı olarak yaşıyoruz zaten ama bir önemli sonuç daha var: Yıllarca Türkiye’ye döviz kazandıran ana endüstri olan tekstil ve konfeksiyonda derin bir çöküşe neden oldu o günkü siyasi tercih. İşte bugün 10Haber’de haberi var, sadece bu yıl tekstil ve konfeksiyonda 100 bin kişi işini kaybetmiş, 4 bin 319 şirket kapanmış.

Tayyip Erdoğan iktidarının planı bu muydu? ‘Tekstil ve konfeksiyon düşük katma değer sağlayan endüstri, biz buradan çıkalım, oradaki gücümüzü alıp daha yüksek katma değerli işlere taşıyalım’ mı dediler?

Hayır, plan tam tersiydi, TL’nin değerini düşürürken Bangladeş’e, Vietnam’a kaçan tekstil-konfeksiyon üretimiyle rekabetten söz ediliyordu. Bakın ne oldu sonunda, hem tekstil konfeksiyonu kaybettik hem de 7 yıldır yüksek enflasyon yaşıyoruz.

Bana kızanlar olacak belki ama söylemem lazım: Böyle olaylar bana Türkiye gemisinin rotasını kaybettiğini, kaptanın da rotayı düzeltmek ve gemiyi yeniden yoluna sokmak için bir planının olmadığını düşündürüyor.

Ülkemiz gündelik kararlarla ve biraz da şans eseri yürüyor.

ÇOK OKUNANLAR