İran’da son dönemde artan siyasal, sosyal ve ekonomik sorunların yarın düzenlenecek genel seçimleri nasıl etkileyeceği merak ediliyor. Rejim her ne kadar ulusal etkinliklere katılım oranını uluslararası düzeyde bir meşruiyet aracı olarak görse de anketler, halkın sandığa gitmekte pek istekli olmadığını gösteriyor.
İran’da yarın 11. dönem milletvekili ve 5. dönemin ilk uzmanlar meclisi seçimleri düzenlenecek. Devrimin 41’inci yılına girildiği bu günlerde yapılacak genel seçimler, halkın yönetime eleştirilerine tercüman olma potansiyeli taşıyor.
Seçime katılım düşük olursa bu durum halkın yönetimden memnun olmadığının bir göstergesi sayılabilir ve ülkede rejimin meşruiyeti tartışmalarına yol açabilir.
İran rejimi aslında ulusal etkinliklere geniş kitlelerin katılımını dünyaya bir mesaj verme aracı olarak görüyor. Bu çerçevede her yıl 11 Şubat’ta düzenlenen devrim kutlamalarına katılımı önemseyen rejim, katılımın yüksek olmasıyla ilgili propaganda faaliyeti yürütüyor.
Keza, geçen ay ABD saldırısında öldürülen General Kasım Süleymani’nin cenaze törenine katılımın da bu minvalde bir önemi vardı.
Halk siyasi tercihlerini özgürce yapamıyor
İran’daki seçim sistemi, halkın siyasi tercihlerini özgürce yapabildikleri demokratik düzleme sahip değil. Ülkede sınıfsal bir yapı olan Şii din adamlarının çerçevesini belirlediği “dini demokrasi” olarak tanımlanan sistem, ifade özgürlüğüne müsaade etmediği gibi farklı siyasi yapıların da oluşumuna olanak sağlamıyor.
Devrim yıllarına dönecek olursak; sonrasının konuşulmadığı, Şah’ın gitmesine odaklanmış 1979 devriminin ardından kurulan devletin yönetim sistemi, 50 gün sonra düzenlenen referandumla belirlendi. Halkın neye evet dediğini bilmediği referandum neticesinde “İslam Cumhuriyeti” yeni sistemin adı oldu.
O günden bugüne, muhafazakarların tercihlerini temsil eden “İslam” ile reformist ve liberal yaklaşımlara sahip topluluğun tercihlerini temsil eden “Cumhuriyet” karşı karşıya getirildi. İslam’ın “siyasi bir objeye” dönüştürüldüğü ülkede halk, referandumun oldubittiye getirildiğinden şikayet etse de bir kere iş işten geçmiş oldu.
Anayasaya “Velayet-i Fakih” ideolojisinin konulması, devrimde aktif bir şekilde faaliyet gösteren kesimlerin tepkisine yol açtı ve yaşanan tartışmalar sonucu çeşitli İslami gruplar, sosyalist ve liberaller sistem dışına itildiler. Devlet yönetiminin ideolojik zeminini oluşturan Velayet-i Fakih düşüncesi dışındaki alternatif fikir ve düşünceler, iktidarı ele geçiren unsurlar tarafından “rejimi yıkmaya yönelik girişimler” olarak değerlendirildi.
İran’da halk, sistemi eleştirme imkanı arıyor
Merkezi yönetim dışına itilen siyasi grup üyeleri ya siyasi inzivaya çekildiler ya hapse atıldılar ya da yurt dışına kaçmak zorunda bırakıldılar. Yurt dışına gidenler, dışarıya taşıdıkları veya yeniden ihdas ettikleri siyasi oluşumlarla İran rejimi karşıtı faaliyetlere giriştiler. Ülke içinde kalan muhalifler ise merkezi sistemin izin verdiği yapılar veya siyasi şahsiyetlere yanaşarak sistemi eleştirme imkanı aradılar.
Tahran’daki ABD Büyükelçiliğinin Ayetullah Humeyni’ye yakın üniversiteli gençler tarafından işgal edilmesi İran yönetimi ile Batılı ülkelerin arasındaki çekişmenin fitilini ateşlemiş, daha o dönemde uygulamaya konulan ekonomik yaptırımlar İran-Irak Savaşı’nda ülkenin ağır bedeller ödemesine neden olmuştu.
Devrim sonrası aradığını bulamayan Halkın Mücahitleri gibi örgütlerin Batılı ülkelerle iş birliği ve ülkede uyguladıkları terör saldırıları, rejim ve Velayeti Fakih ideolojisi çevresinde kümelenen muhafazakarların güçlenmesine yol açtı.
Muhammed Hatemi’nin cumhurbaşkanı olduğu 1997’den sonra ise merkezi sistemin temsilcisi olan muhafazakarlara karşı reformist hareket sahaya çıktı.
Muhafazakarlar, Velayeti Fakih’i temsil eden makamı (Ali Hamaney) mutlak otorite kabul eder ve yönünü Rusya-Çin eksenine çevirirken, reformist siyasetçiler söz konusu makamı anayasal bir kurum olma ötesinde görmemiş, yüzlerini Batı’ya çevirerek toplumsal özgürlükler konusunda müsamahakar bir anlayışı benimsemişlerdir.
Reformist siyasetçiler halkla rejim arasında kaldı
“İslam Cumhuriyeti” nizamında, halkın taleplerinin öncelenmesi gerektiğini vurgulayarak “Cumhuriyeti” ön plana çıkartan reformistler, baskılardan bunalan halkın umudu olmuştu. Fakat ülkenin kilit noktalarını elinde bulunduran Lider Hamaney karşısında halkın taleplerini icraata geçirmede başarılı olamadılar. Merkezi yönetimi aşamayan reformist siyasetçiler, çoğu zaman halkla rejim arasında kaldılar.
Halkın desteğiyle cumhurbaşkanlığı veya milletvekilliği gibi makamlara gelen reformist siyasetçiler, zamanla bir şey yapmamak ve iktidarın nimetlerinden faydalanmakla suçlandılar. Son dönemde artan ekonomik sorunlar reformist siyasetçileri, halkın umudu olmaktan çıkardı.
Muhafazakarlardan kaçan halk reformistlerde aradığını bulamadı
Özellikle 2013’te reformistlerin desteğini alarak iş başına gelen Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve 2016’daki genel seçimlerde reformist milletvekillerinin “Ümit” listesiyle girdikleri mecliste başarısız olmaları, halk ümitlerinin suya düşmesine yol açtı.
Ülkenin kilit noktalarını 41 yıldır elinde tutan muhafazakarlardan reformistlere kaçan halk aradığını bulamadı. Her iki tarafın yolsuzluk haberleri, son dönemde artan ekonomik sorunlarla başa çıkmakta zorlanan halkın rejimle arasının daha da açılmasına neden oldu.
Böyle bir ortamda, adı daha önce yolsuzluklarla gündeme gelen eski Tahran Belediye Başkanı Muhammed Bakır Galibaf’ın yarınki seçimlerde muhafazakarların başını çekmesi, bu kesime yakın seçmenlerin sandığa gitme tercihini olumsuz yönde etkileyecektir.
Ayrıca, Kasım 2019’daki benzin zammı protestolarında emniyet güçlerinin müdahalesiyle yüzlerce insanın hayatını kaybetmesi ve bu konuda hala resmi bir açıklama yapılmamasının yanı sıra geçen ay Devrim Muhafızları Ordusu tarafından düşürülen Ukrayna uçağıyla ilgili gerçeklerin kamuoyundan gizlenmesi toplumda ciddi “güven kaybına” neden oldu.
Anketlere göre katılım düşük olacak
Anket sonuçları bu güven kaybının bir şekilde sandığa yansıyacağını gösteriyor.
Tahran Üniversitesi Sosyal Araştırmalar Merkezi Başkanı Ahmed Nadiri, başkent Tahran’da yaptıkları ankete göre halkın yüzde 93’ünün devlet yönetiminden memnun olmadığını ve yüzde 76’sının sandığa gitmeyi düşünmediğini duyurdu.
İran devlet televizyonuna ait Telegram hesabından yayınlanan anket sonuçlarında da halkın yaklaşık yüzde 80’inin sandığa gitmeyeceği görüldü.
Ülke içinde durum böyleyken İran dışındaki rejim muhalifleri de son günlerde yayımladıkları bildirilerle seçimleri boykot çağrısında bulunuyor.
Hamaney’den “sandığa gidin” çağrısı
İran lideri Hamaney, salı günü Tahran’da halka hitabında, gelen tehlikeyi görmüş olacak ki, konuşmasının tamamında seçimler üzerinde durdu. “İran’ı seven herkes seçimlere katılsın” diyen Hamaney, ABD’nin İran’da rejimle halkın arasını açmayı hedeflediğini dile getirerek, “Seçim, kapsamlı bir cihattır. Ülkenin güç mayası ve rejimin yüz akıdır.” ifadelerini kullandı.
Yarın yapılacak seçimde özellikle başkent Tahran, Meşhed, Tebriz ve İsfahan gibi metropol kentlerdeki sandığa gitme oranı halkın rejime güvenini yansıtmada bir fikir verebilir.
Aşiret ve kabile tarafgirliğinin öne çıktığı bazı kırsal bölgelerde ise oy oranının nispeten yüksek olması öngörülüyor. Referandum niteliğindeki seçimlerde, kırsaldaki katılım ülke genelindeki oy oranını yükseltecek olsa da metropol şehirlerde olası düşük katılım, rejim tartışmalarının alevlenmesine yol açacaktır.
Koronavirüsün sandığa gidişi etkilemesi bekleniyor
Bu arada Sağlık Bakanlığının dün sabah Kum kentinde 2 kişide koronavirüs tespit edildiğini duyurması, akşam saatlerinde de bu kişilerin öldüğünün açıklanması hiç şüphesiz halkın sandığa gitme oranını düşürecektir. Dünyanın korkulu rüyası haline gelen hastalığa yakalanmamak için insanlar kalabalık mekanlardan kaçınacaktır.
Bazılarına göre, rejim, seçimlere katılımın düşmemesi için günlerdir virüs kapmış kişileri duyurmaktan kaçındı. Fakat Ukrayna’ya ait yolcu uçağının düşürülmesinin gizlenmesinde yaşanan olumsuzlukların benzerinin yaşanmaması için açıklamak zorunda kalındığı belirtiliyor.
Öte yandan, seçimlere katılım düşük olursa koronavirüs vakası, rejim tarafından halkın sandığa gitmekten çekindiği şeklinde kullanılacak bir gerekçeye dönüşebilir.