Rejim tartışması göz göre göre çıkarıldı
28 Nisan 2020
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, durup dururken “Ey insanlar! İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lütiliği, eşcinselliği lanetliyor. Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir bunun hikmeti” diye bir cuma hutbesi verdi. Erbaş, bir soru üzerine dinin geleneksel teolojik bakışını izah etmedi. Milyonların önünde bir çıkışa ihtiyaç duymuştu ve sonuçları tahmin ediyor olmalıydı. Hutbenin hastalıklardan söz eden bölümü, korona virüs salgını ile güncel bağlantılı. Rahatlıkla şöyle algılanır: “Salgında doğa tahribatı, testlerdeki ihmal, umreden ve New York’tan gelen uçak seferlerinin kontrol altına alınmamasının rolü yokmuş. Meğer suçlu eşcinseller ve zina yapanlarmış.”
Konuşma, dinin devlet işlerine karıştırılmasının nasıl bir etki yaratabileceğinin güncel bir örneği.  Elinizin altında böyle bir ulema varsa yaptığınız bütün hataları zinaya, eşcinsellere bağlayıp görünmez kılabilirsiniz.  
Zamanında bunları deprem için de söyleyen cübbeliler çıkardı da gülüp geçilirdi. Şahıs devletin tepelerinde olunca öyle bir lüksünüz olmuyor.   
Deneyimlerimizden yola çıkarak şunu net şekilde söyleyebiliriz ki bir bürokrat olan Diyanet İşleri Başkanının Beştepe’den onaylanmamış bir metni cumada milyonlara hitaben okuması mümkün değildir.  
Konu Türkiye’nin de altında imzası bulunan uluslararası anlaşmalardaki bireysel hak ve özgürlükleri ilgilendiriyor. Devlet bu tip bireysel yönelimlerde cezalandırıcı ya da teşvik edici yönde hareket etmez. 
Hutbenin tartışma çıkaracağı aşikardı. Ankara Barosu, hutbeyi hukuki açıdan değerlendirip halkın bir kısmının kin ve nefretle hedef gösterildiğini açıkladı.  
Baroya karşı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan sazı eline aldı. Erbaş’ın İslam adına konuştuğunu öne sürdü. Her sözünün doğru olduğunu söyledi. Saldırının devlete karşı yapıldığını söyledi. Erdoğan’ın sözleri laiklik meselesi üzerinden analizini yapmayı gerektirmeyecek kadar ortada.
Son yıllarda polemiklerde kendi sözcülerinden çok adliyeyi konuşturmayı seçen iktidar yine aynısını yaptı. Ankara Barosu hakkında soruşturma açıldı. Çıkacak karar, “Laik devlet sadece kağıt üzerinde mi kaldı” sorusunun yanıtı olabilir. 
Artık salgından fırsat, bir rejim değişikliği mi kotarmaya çalışacaklar sorusunu soranlara nasıl aykırı insanlar gözüyle bakabilirsiniz ki?
Özellikle AKP destekçisi Milat gazetesinin bugün attığı “Bu köy değneksiz değil” manşetine bakarsanız.
Dalga büyüyerek sürüyor
Salgına karşı alınan önemlerin gevşetilmesinin siyasi ve sosyolojik bir eğilime döndüğünü yazıyorduk. Açıkçası eğilimin sonuçlarının Mayıs ortası görünür çıkacağını düşünürken furya erken başladı. 
Danimarka’nın ardından Norveç’te de ilkokullar açıldı, Çekya’da dükkanlar faal, İsveç’te  berberler saç kesiyor, Almanya’da büyükten küçüğe doğru açılan işyerleri gittikçe daha az metrekareye düşüyor, Amerika’da Trump valilere teslim oldu ve açılma işini eyaletlerin inisiyatifine bıraktı, Yeni Zelanda’da büyük ölçüde iş başı yapıldı, Sırbistan market ve küçük işletmelerin faaliyetine izin verdi, Hırvatistan müzelere ziyaretçi alıyor,  Romanya kısıtlamaların Mayıs 15’ten sonra sürdürülmeyeceğini ilan etti, Fransa başbakanı 11 Mayıs’ın gevşeme için milat olduğunu söylüyor, İspanya’da çocukların dışarı çıkmasına izin verildi, İtalya 4 Mayıs’ta sanayinin şalterini kaldırıyor ve aile ziyaretlerine izin veriyor. 
Salgın gemisine geç binen Türkiye’de bir nebze daha geç harekete geçme eğilimi var ve iyi ki de var. Erdoğan bayram sonrasını işaret ediyor.  
Bu arada tüm dünya için geçerli olan açılma tam bir serbestlik değil; maske zorunluluğu ve toplu alanlarda sosyal mesafe kurallarının geçerli olacağı bir normale dönüş bu. 
Eğilimi gören Dünya Sağlık Örgütü Başkanı Ghebreyesus salgının bitmekten çok uzakta olduğu uyarısını yaptı. Ancak dönüşü olmayan bir yola girdiğimizi bir haftadır yazıyorum. Çünkü siyasiler sosyolojik bir dalgaya bindi. ABD’de havanın ısınmasıyla plajların dolup taşması, 4 günlük sokağa çıkma yasağı sonrası İstanbul’da trafik sıkışıklığının yer yer görülmesi gibi olaylara dünyanın her yanında tanık oluyoruz.  DSÖ’nün uyarısı bir işe yaramayacak.
Türkiye test kapasitesi neden kullanmıyor?
Dünyanın, hayatı açarken nasıl göreli olarak güvende olabileceğini bulması gerekiyor. Tamamen normale dönmenin iki yolu var ilaç ya da aşı bulunması. Aşıdan kısa vadede, en azından bu yaz için umut yok. Çünkü işin doğası gereği süreç işi. İlaç ve tedavi için ise etkileşim halindeki yüzbinlerce süper beyin çalışıyor. Görülmemiş seviyede eşgüdümlü çalışmayla 10’larca yıl alacak buluşların haftalar içinde önümüze gelmesi sürpriz olmaz.  
Normale yakın bir seviyede yaşamamızın yolu ise yine en başa dönüyoruz, test sayısının artırılmasından geçiyor. Her gün daha pratik, hızlı, ucuz ve daha güvenilir testler üretiliyor. Yaygın test yapar ve vakaları izole ederseniz uçakların, trenlerin, otobüslerin hepsinin üstünde turizmin faaliyete geçmesinin önünü açabilirsiniz. Sınır kapılarında, yolcu terminallerinde her giren için yapılacak hızlı testler riski azaltacaktır. 
Fabrikalarda yapılacak hızlı testler nispeten güvenle kalabalıkta çalışma imkanı yaratacaktır. Hal böyleyken Türkiye’de yine tersine ve sürpriz bir gelişme dün yaşandı. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın son açıkladığı rakamlar biri hariç umut verici. 27 Nisan’da yani vaka sayısı iyileşen hasta sayısının yarısından az. Ölümler ve yoğun bakım hasta sayısı da düşüyor.  
Ancak vakalar azalırken test sayısının azalması tuhaf. Bir hafta önceye göre test sayısı yarıya düşerek 20 bin 143’e geriledi. Bir hafta önce rakam günlük 40 binin üzerine çıkıyordu.  
Bakan Koca bunu daha az teste ihtiyaç duymakla açıklıyor. Bizde testler hastanelere başvuran şüpheli vakalara yapıldığı için bu sonuç ortaya çıkıyor. Kendisinden şüphelenip başvuranların sayısı azalınca test ihtiyacı azalıyor. 
Test ihtiyacı normalleşme için ortadayken artık rastgele test yapmanın zamanı gelmedi mi? 20 binin üzerinde günlük atıl kapasite neden sokaklara yönlendirilmez?  
Anlamak mümkün değil. Geç gelen salgın Türkiye’de çok rahat durdurulabilecekken, önemli ölçüde test sürüncemesi yüzünden fırsat kaçmıştı.  Şimdi ikinci dalganın gelişini önlemek için aynı fırsat kaçmamalı. 
Test kapasitesi geç artırıldı, erken düşmesin.