Artık MiT’çilerin ifşasını değil  2. Oda Tv davasını konuşacağız
25 Haziran 2020

Altı gazetecinin yargılandığı ikinci Oda Tv davasında, Barış Terkoğlu, Aydın Keser ve Ferhat Çelik için adli kontrol şartıyla tahliye kararı çıkarken Barış Pehlivan, Hülya Kılıç ve Murat Ağırel’in tutukluluğunun devamında karar kılındı.

Gazeteciler arasında delil, isnat edilen suçun ağırlığı ya da davaya etki etme bakımından nasıl bir ayrım yapıldı da yarısı bırakılırken diğer yarısının hapiste kalmasına hükmedildiği sorusunun yanıtını merak ediyorsanız bu yazıda bulamayacaksınız.

Yıllarca aynı odada sırt sırta çalışmış mesai arkadaşları Oda TV’den Barış Pehlivan ile Barış Terkoğlu arasında, tutukluluğun ilkesel olarak en önemli iki gerekçesi olan delilleri karartma ve kaçma ihtimali bakımından ne fark var, anlayan hukukçu var mı, henüz bilmiyoruz.  Hakimlerin “Bu Barış’ı bırakırsak kapağı yurtdışına atar, diğer Barış evinde oturur” ya da “Bu Barış delil karartacak kabiliyette, öbürü beceremez” fikrine kapılmış olması gerekiyor.

Kararın gerekçesinde heyet “Delillerin toplanmış olması, tutuklulukta geçirdikleri süre ve kişilik halleri nazara alındığında adli kontrolün yeterli olabileceği” cümlesini de kuruyor.  Tutukluluk süresi aynı, hepsinin delili toplandı ama galiba kişilikleri üç gazetecinin özgürlüğünün kısıtlanmasını gerektirecek kadar farklı bulundu. Tutuklamalarla ilgili keyfiliği konuşacağımız yani bir dava sürecinin daha içindeyiz, o. kesin.

Suçlamalar ve yanıtlar

Varilen ara kararlar böylesine farklıyken, suçlamalar tıpa tıp aynı. Savcılık tüm gazetecileri MİT mensuplarının kimliklerini ifşa etmekle suçluyor.  Sanıkların savunması da çok benzer. Zaten açık kaynaklarda yer alan bilgileri aktardıklarını söylüyorlar. Oda TV’nin cenaze haberini fotoğraflı vermesinin MİT mensuplarını deşifre ettiği söyleniyor. Suçlamanın odağındaki Oda Tv’ciler ise şehidin tam adını dahi yazmadıklarını, yayınlanan fotoğrafta MİT’çilerin deşifresinin söz konusu olmadığını belirtiyor.

Bu dava neden siyasi?

Duruşmada konuşulanlara ve iddianameye bakarsanız bu bir güvenlik davası. Ama toplumdaki algı farklı. Peki bu davanın, MİT’çilerin güvenliğini tehlikeye atma çerçevesi dışında siyasete bulaştıran tarafı neydi?

Yazının başlığınki ‘İkinci Oda TV davası’ ibaresi, 2009’da iki Barışın tutuklandığı Ergenekon  davasına paralel açılmış Oda Tv davasına en basitinden çalakalem yapılmış bir gönderme değildi. Barışların mahkemede tutuklanma süreçlerini anlatırken kullandıkları kronoloji, diğer gazetecilerin Oda Tv’ye yönelik operasyona usul gereği eklendikleri izlenimini oldukça güçlendiriyor.

Anlattıklarını  özetleyerek aktaralım:

Libya’da askerin şehit olmasına ilişkin haberler ilk 19 Şubat günü sosyal medyaya düşüyor. O gün atılan yüzlerce mesajda şehit isimleri de açıkça yazıyor. Bu arada şehidin köyünün muhtarı sosyal medyada isim, anne baba adı, yer ve saat yazarak cenaze duyurusu yapıyor.  Ne MİT, ne savcılar harekete geçiyor.  Hatta o muhtar davanın sanığı değil tanığı.

Sosyal medya paylaşımları devam ederken 22 Şubat’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çok konuşulan “Libya’da birkaç şehidimiz var” açıklaması geliyor. (Öncesinde resmi şehit açıklaması yapılmadığı için kamuoyunun merakının zirveye çıktığı gün o gündü. Medya Erdoğan’ın sözünün anlamını çözmek için uğraşmaya o gün başlamıştı.)

22 Şubat’ta davanın sanıklarından Yeni Çağ yazarı Murat Ağırel ve Birgün yazarı Erk Acarer (hakkında yakalama emri var) sosyal medyadaki bilgileri tekrar paylaşıyor; savcılar ve MİT harekete geçmiyor.

Sonrasında 23-24 Şubat’ta sanıklardan Aydın Keser ve Ferhat Çelik’in görev yaptığı Yeni Yaşam gazetesinde haberler çıkıyor, sosyal medyada şehidin devre arkadaşları cenaze ayrıntılarını  anlatıyor, fotoğraf paylaşıyor.

25 Şubat’ta İYİ Partili Ümit Özdağ Meclis’te tüm ayrıntılarıyla olayı anlatıyor.  Artık konu bu aşamadan sonra uluslararası medyada olay haber oluyor. MİT ve savcılarda yine bir hareket yok

Şehidin cenazesinin Manisa’da toprağa verildiği haberini OdaTV Manisa muhabiri Hülya Kılıç öğreniyor, Barış Pehlivan’a 2 Mart’ta söylüyor, hazırlanan haber 3 Mart akşamı sitede yer alıyor. Emniyet raporuna göre aynı gün (muhtemelen akşam) savcıdan konuyla ilgili talimat geliyor.

4 Mart sabahı saat 04.00’te Barış Terkoğlu gözaltına alınıyor. Barış Terkoğlu bu durumu ifadesinde “Neredeyse iki hafta uyuyan MİT ve savcılar o gece uyumuyor!” diye tarif ediyor.

Terkoğlu şunları söylüyor: “Bakın MİT’in Odatv için suç duyurusunun tarihi 4 Mart. Savcılığa saat kaçta şikâyet geldi, beni gözaltına aldıran Hasan Yılmaz saat kaçta harekete geçti, polisler kaç saatte eve geldi? Belli ki MİT’in suç duyurusu benim gözaltına alınmamı bekledi ya da bir eksiklik sonradan tamamlandı.Bunu nereden biliyorum? Çok basit, İrfan Fidan ve Hasan Yılmaz’ın yönettiği savcılık, bütün soruşturmaları Odatv haberinden sonra başlatıyor. Hatta Ümit Özdağ hakkındaki fezleke bile Odatv Haberinden sonra yazılmaya başlıyor. Burada komik bir şey var. Ümit Özdağ ile ilgili soruşturma, açıklama yaptığı gün değil, hafta değil, benim gözaltına alındığım gün yani 4 Mart 2020’de başlatılmış. Savcı Hamza Yokuş imzalı tutanak ‘resen soruşturma açılmasına karar verildi’ diyor. Yani soruşturma açıldığında orada da MİT’in bir şikâyeti yok.”

Burada iddia şu ki 19 Şubat’tan sonra 12 gün yüzlerce paylaşım için kılını kıpırdatmayan adliye, özne Oda Tv olunca alel acele işlem yapıp diğer gazetecileri de mecburen dahil ediyor. Davadaki asıl meselenin MİT mensuplarının ifşası değil de Oda Tv üzerinden yürüyen siyasi bir hesap olduğunu düşündüren arşiv malzemeleri de var ki bu sadece gazeteci dostlarımızı değil tü hukuk düzenimizi ilgilendiriyor.

26 Şubat’ta uçaktan gelen işaret 

Konuyu HaftalıkGazete’de Barış Terkoğlu’nun tutuklanmasının ertesi günü anlatmıştım, tekrarlamak gerekiyor.

Tarih 26 Şubat, yer Cumhurbaşkanlığı uçağı. Erdoğan’a Oda Tv meselesi tuhaf bir bağlamda soruluyor. Sorular, soru havuzundan geldiği için hangi gazetecinin sorduğunun pek önemi yok. Erdoğan’a Osman Kavala’ya Oda Tv’nin verdiği destek hatırlatılıyor. Sitenin Gezi Parkı gösterileri sırasında  ‘katil devlet’, ‘katil polis’ dediği öne sürülüyor.

Erdoğan bunun üzerine şöyle diyor: “Bunun gündeme getirilmesinden dolayı teşekkür ediyorum. Bunlar daha çok gündeme getirilmeli. Benim polisime ‘katil’ demenin bedelini kim ödeyecek? O günlerin bütün çekimleri yok mu? Var. Bu zatın bir defa o terör örgütleri ile beraber görüntüleri var. İşin içinde aktör ve bu aktör ile ilgili olanlar bitenler ortada. Ben burada ister istemez topu yargıya atacağım. Yargı hala ‘Gezi ile bunun alakası yok’ diyorsa kusura bakmasınlar, ortada bir gerçek var. Benim polisime ‘katil’ diyor. Bu polis kimin polisi? Bütün bu olaylar böyle cereyan eder de, yargı bunun karşısında sessiz kalırsa teröristler o zaman elini kolunu sallayarak Selim Kiraz kardeşimizin odasına girer ve onu orada şehit eder. Burada bizim tutarlı ve duyarlı olmamız lazım. Bu öyle noktaya gider ki, o noktada güvenlik adeta kendisinden endişe eder hale gelir. ‘Ne olacak? Elini kolunu sallayarak devam ediyor’ denir. Bence bütün medyanın bu konuda üzerine düşen görevi yapması lazım. Ben bunun suç duyurusunu şu anda yapıyorum (…)”

Cumhurbaşkanının yukarıdaki sözleriyle Terkoğlu’nun gözaltına alınması arasında 6 gün var. Cumhurbaşkanı o gün konuşurken Libya’daki şehit olayı alıp yürümüş savcılar hiçbir işlem yapmamıştı.

Konuyu siyasete sokmak için zorluyor muyuz yoksa? Hiç sanmıyorum… 11 yıl sonra yine bir Oda Tv merkezli bir dava, yine dışarıdan eklenenlerle karılan bir çorba, yine tutuklulukta ısrar.