Aramızda 167 binle 335 bin arası koronalı dolaşıyor
16 Ekim 2020

Bunun adı “ikinci dalga” mıdır, yoksa “birinci dalganın ikinci kez tepe yapması” mıdır tartışması anlamsız.

Türkiye’de ve Batı Avrupa’da korona virüs salgını patlaması var. Ve bu patlama, “birinci dalga” adı verilen Mart ve Nisan aylarındaki salgından çok daha büyük, çok daha yaygın.

Türkiye’de Sağlık Bakanlığı temmuz ayından beri günlük korona vaka sayısını açıklamıyor; onun yerine “hasta sayısı” adı verilen tuhaf bir rakamı bildiriyor.

O yüzden, örneğin Almanya veya Fransa’da gün itibarıyla toplam kaç kişinin o gün testinin pozitif olduğu kamuoyu tarafından da bilinirken Türkiye’de bu toplam rakamı bilmiyoruz.

Almanya’da günlük vaka sayısı 7 binin üzerine çıktı. Bu rakama Mart ve Nisan aylarında ulaşmamıştı Almanya. Fransa’da günlük vakalar 25 binin üzerinde; son bir haftadır 20 binin altına hiç düşmedi. Bu yüzden Paris başta olmak üzere 8 şehirde sokağa çıkma yasağı var, akşamları 9’da herkes evine dönüyor.

Türkiye’de ise Sağlık Bakanlığı son olarak 15 Ekim akşamı yaptığı açıklamada, o gün 1693 kişinin “hasta” olduğunu açıkladı. Peki kaç günlük vaka saptandı?

Bir seferinde Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Habertürk’ten Nagehan Alçı’ya “Hasta sayısının 8 katı” kadar günlük pozitif vaka olduğunu söyledi; bir başka seferinde de Muharrem Sarıkaya’ya “Testlerin yüzde 10’u pozitif çıkıyor” dedi. Bu iki rakam birbirini tutmuyor.

Örneğin 15 Ekim için hasta sayısının (1693) 8 katı demek 13 bin 544 pozitif vaka demek. Ama aynı gün 116 bin test yapıldığı dikkate alınacak olursa, o zaman pozitif hasta sayısı 11 bin 600’e düşüyor. Acaba gerçek rakam ne?

Böyle rakam tahmini yapmaya başlayınca, insan 16 Ekim sabahı itibarıyla aramızda kaç kişinin bu enfeksiyonla birlikte dolaştığını da merak ediyor tabii.

Bu rakamı tahmin etmenin bir yolu, dünya çapındaki korona istatistiklerine bakmak. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre koronadan enfekte olanların yüzde 20’si belirti gösterip doktora/hastaneye başvuruyor.

16 Ekim sabahı itibarıyla Türkiye’de toplam hasta sayısı 342 bin 142. Bu rakamdan koronadan ötürü hayatını kaybeden 9 bin 80 ve iyileşip hastanelerden taburcu olan 299 bin 679 kişiyi düştüğümüzde bulduğumuz rakam 33 bin 384.

Eğer Türkiye’de de salgın dünya ortalamasındakine benzer sonuçlar üretiyorsa, halen aramızda 167 bin civarında enfekte insan olduğunu varsaymalıyız. Bunlardan 33 bini “hasta” diye tanımlandığına göre, onların ya hastanede ya da evde ama mutlaka diğer insanlardan izole olduğunu düşünsek, geriye hala sokakta dolaşan ve çoğu da hasta olduğunun bile farkında olmayan 134 bin kişi kalır.

Ama öte yandan, Türkiye’nin yaptığı “hasta” tanımının evinde bakımda olanları değil sadece hastanede olanları kapsadığını varsayacak olursak, o zaman bizim “aktif hasta sayısı” rakamımızın toplam enfekte olanların yüzde 10’u olduğunu düşünmeliyiz. Eğer öyleyse, o zaman 334 bine yakın enfekte insan bugün aramızda demektir. Yine içlerinden 33 binin tam izole olduğunu düşünelim, demek 300 bin civarında insan aramızda dolaşıyor ve mikrop saçıyor.

Tabii, bu iki rakam da spekülatif ve tahmin. Ama yine de sokakta aramızda hatırı sayılır miktarda enfekte insan dolaşıyor.

Örneğin dün, kendisine hastalık tanısı konmuş, eline ilaçları verilip eve gönderilmiş bir kişi minibüste yolculuk yaparken yakalandı. Geçen gün bir başkası kuaförde kendine “gelin başı” yaptırırken polisler tarafından göz altına alınmıştı. Türkiye’nin dört bir yanından böyle vakalar geliyor.

İki gün önce Kırıkkale Valisi bizzat anlattı, bir fabrika işçisi korona pozitif olduğunu gizlemiş ve işe gitmişti, şimdi o fabrikada 30 kişi daha enfekte.

O yüzden Sağlık Bakanlığı’nın bize gerçek rakamları açıklaması lazım. Aramızda dolaşan enfekte insan sayısını da bilmeliyiz, sayılarının en azından 100 binden fazla olduğunu hesapladığımız bu hasta insanların başkalarıyla temas etmesinin de önüne geçmeliyiz.

Sağlık Bakanlığı’nın filyasyon ekipleri sadece hastaları takip ediyor ve onların temas ettiği insanları bulmaya çalışıyor. Tabii hasta sayısı bu kadar fazla olunca filyasyon ekiplerinin onlara yetişmesine imkan yok. Kaldı ki, filyasyon ekiplerinden de sürekli korona pozitif çıkma öyküleri geliyor.

Mart-Nisan-Mayıs aylarında Türkiye koronaya karşı başarılı bir sınırlama politikası uyguladı. Bu politikanın bir tarafını devletin dayattığı yasaklar ve kısıtlamalar oluşturuyordu ve bu politikalar çok etkiliydi. Ancak sadece devletin uygulamaları yetmez, toplum olarak o üç ayda daha çok korkuyorduk ve korku sayesinde daha çok tedbir uyguluyorduk.

Haziran ayında başlayan “normalleşme”nin en büyük etkisi, vatandaşın tedrici olarak korkmaktan vazgeçmesi şeklinde yaşandı. Temmuz ayında salgın bu yüzden patladı; hükümet de rakamları bizden gizlemeye karar verdi. Belki gerçeğe ve yeniden korkarak yaşamaya dönmenin zamanı geldi.