Türkiye’de Susurluk hiç mi bitmeyecek?
19 Kasım 2020

Önce, bir gazeteci olarak İsmail Saymaz’ın hakkını vermem lazım. İranlı uyuşturucu taciri Zindaşti meselesinin üzerine iyi bir fikri takiple gidiyor. Bugün, yani 19 Kasım günü Saymaz’ın Sözcü gazetesindeki köşesinde, Zindaşti olayında madalyonun öteki yüzündeki isimle, Orhan Ünğan’la yapılmış bir söyleşi var. İbreti alem için herkesin okumasını dilerim.

Önce kısa bir bilgi vermeliyim: 2014 yılında Yunanistan’da Noor-1 adını taşıyan bir gemide 2.1 ton eroin yakalandı. İddiaya göre bu eroin İsmail Saymaz’ın söyleşi yaptığı Orhan Ünğan’a aitti ve yine iddiaya göre Ünğan eroini ihbar eden kişinin İranlı uyuşturucu kaçakçısı Naci Şerifi Zindaşti olduğunu düşünüyordu.

Zindaşti’nin kızı İstanbul’da Bağdat Caddesinde güle gündüz infaz edildi. Olay sonrası Zindaşti TV’lere demeçler verdi.

Bu ihbar ve yakalamadan kısa süre sonra Zindaşti’nin kızı Arzu ve yeğeni Devrim Öztunç İstanbul’da öldürüldü. Bu cinayetleri işleyenler, Orhan Ünğan’la ilişkili kişilerdi ama Ünğan kendi söylediğine göre “cinayeti azmettirme” suçlamasından beraat etti.

Kızı ve yeğeni cinayete kurban giden “Uyuşturucu baronu” lakaplı Zindaşti de boş durmadı. İddiaya göre o da Orhan Ünğan’ın kardeşi İlhan Ünğan ve avukatı Kubettin Kaya’yı öldürttü.

Zaten bu iki isim bu cinayetler nedeniyle medyanın radarına girdi; yoksa daha önce bu isimler gazetelerde yazılıp çizilmiş değildi.

Zindaşti’nin Burhan Kuzu ile çok sayıda fotoğrafı ortaya çıkmıştı.

Bu cinayetler ve diğer suçlamalar nedeniyle tutuklanıp yargılanan Zindaşti, artık kamuoyu yakından biliyor, araya geçen haftalarda koronadan ölen eski Ak Parti milletvekili Burhan Kuzu’nun da girmesiyle bir biçimde “tutuksuz yargılanmak üzere” serbest bırakıldı ve hemen sırra kadem bastı.

İşte bu olayların peşine düşen İsmail Saymaz, galiba ummadığı büyüklükte bir balık yakaladı. Çünkü karşılıklı oturup konuştuğu Orhan Ünğan ona olmadık şeyler anlattı.

Bir kere Ünğan tam da kendisinden bekleneceği gibi neredeyse her şeyi inkar ediyor, Bulgaristan’dan Gürcistan’a otomobil kaçakçılığı yaptığını kabul ediyor ama elinin uyuşturucuya hiç değmediğini söylüyor. Tersini söylese suçlamaları kabul etmiş olurdu.

Orhan Ünğan’ın avukatı Kubettin Kaya bir lokantada arkadaşlarıyla yemek yerken öldürmüştü.

Ama söyleşinin bir yerinde, bir dönem sahte pasaportla yaşadığı Hollanda’da “Devlet adına PKK ile mücadele ettiğini” öne sürüyor, “Türkiye Cumhuriyeti’nin istihbarat birimlerince verilen görevleri yerine getirdik. PKK’ya finans sağlayanların duyduğu rahatsızlıkla bir kısım olaylar ve cinayetler oldu. Belçika’ya geçmek zorunda kaldım” diyor.

Burada biraz arka plan bilgisi vermem lazım:

Bizim tarihimize “Susurluk skandalı” olarak geçen şey, PKK ile mücadele kisvesi altında uyuşturucu ticaretinde dönen paradan pay kapma, hatta o paranın tamamına el koyma kavgasıydı. Şimdi bütün ayrıntılara girip kafanızı karıştırmayayım ama PKK’nın da uyuşturucu ticaretinde önemli bir aktör olduğunu unutmamak gerek.

PKK uyuşturucu, daha çok da eroin ticaretinde, bu ticaretin geçiş yolları olan Kuzey Irak, İran’ın bazı kesimleri ve Türkiye’nin Güneydoğusunda o ticarete izin veren güçlerden biri. Uyuşturucunun geçmesi karşılığında para alıyor. Eroin, genellikle Türkiye üzerinden ama farklı rotalarda esas tüketildiği Batı Avrupa’ya bazı kaçakçı aileler tarafından ulaştırılıyor. Eskiden Türkiye’de toplam 25 ailenin bu işi yaptığı söylenirdi; şimdi bu ailelerin pek çoğu artık devre dışı. Anlaşılan pazar da, Ünğan gibi veya Zindaşti “yeni nesil” isimlere kalmış durumda.

Eroin Batı Avrupa’ya veya Romanya gibi ülkelere ulaştığında PKK’nın rolü değişiyor. PKK’nın Hollanda, Belçika, Fransa gibi ülkelerde eroinin sokak dağıtımında da rolü var. Örgüt Türkiye’ye karşı yürüttüğü savaşı buralardan kazandığı paralarla finanse ediyor.

O yüzden, Türk istihbarat birimleri öteden beri PKK’nın bu finans kanalını kesmeye, en azından ona zarar vermeye çalışıyorlar. Tabii istihbarat birimlerinin PKK ile ilgili bul bilgileri PKK’nın Batı Avrupa’daki uyuşturucu dağıtımındaki rakiplerinden alması da doğal. O rakiplerin bir bölümü de, anlaşılan Türkiye kökenli. Orhan Ünğan uyuşturucuyla ilgisini inkar ediyor ama Hollanda’da PKK ile girdiği çatışma, büyük olasılıkla eroin yüzünden yaşanan bir çatışma.

Peki gerçekten Türk istihbaratı Orhan Ünğan gibi birine “Git Hollanda’da PKK ile savaş” demiş olabilir mi? İnsan gönül huzuru içinde “Hayır, öyle şey olmaz” diyemiyor tabii. Çünkü Türkiye’nin böyle konularda bir geçmişi var. Ancak öte yandan bu türden kişilerin kendilerine her zaman devleti kalkan yapmaya çalıştıklarını da unutmamak lazım. Hatırlayın, Alaattin Çakıcı gerçekte hiçbir rolü olmadığı halde Ermeni terör örgütü Asala’ya karşı eylemlerde bulunduğunu söyledi yıllarca. Aynı türden bir abartıyı Orhan Ünğan’ın da PKK için söylememesi için bir neden yok.

Uyuşturucuyla mücadele denince de akılda tutulması gereken önemli bir şey daha var: Türk polisi gerçekten Batı Avrupa için çok önemli şeyler yapıyor ve büyük miktarlarda uyuşturucuyu Batıya yollanmadan burada yakalıyor. (Bu sebeple Türkiye’ye teşekkür edildiğini hiç duymadık.) Fakat bu yakalanan uyuşturucuların bir bölümünün uyuşturucu tacirlerinin birbirlerini ihbarlarıyla yakalandığını hep hesaplamak lazım. Yani, Zindaşti’nin Ünğan’ın eroinini ihbar etme olasılığı sahiden yüksek; kim bilir belki daha önce de Ünğan onun uyuşturucu sevkiyatını polise söylemişti. Yani bu uyuşturucu tacirlerinin hep belli bir seviyede polisle ilişkisi oluyor.

Ünğan’ın İsmail Saymaz’a yaptığı açıklamalarda şaşırtıcı bir bilgi daha var. Şöyle bir şey söylüyor: “O dönem İstanbul Emniyeti Cinayet Bürosu’nda Zindaşti cinayetini sorgulayan ekibin başında olan Başkomiser olan Fatih Yılmaz ve bir emniyet müdürü beni ziyaret etti. Cinayetle ilgim olmadığını söyledim. Bana asıl tetikçileri tespit ettiklerini, azmettireni bildiklerini anlattılar. Bilgim olup olmadığını, devlete yardımcı olup olmayacağımı sordular. Ben de “Böyle bir olayın içinde değilim. Bana tutuklanmama güvencesi verirseniz Türkiye’ye gelip yüzleşmeye hazırım” dedim. “Yetkililerle konuşacağız” dediler ve döndüler.”

Gerçekten böyle bir görüşme oldu mu acaba?

Benim anladığım şu: Türkiye’de Susurluk skandalı tesadüfen olmuş tek seferlik bir şey değil. Susurluk ruhu hep içimizde yaşıyor, sürekli faaliyet halinde. Zaman zaman o ruh perde arkasından çıkıp siyasete de bulaşmaya başlıyor. 1996’da ve öncesinde yaşadığımız buydu; galiba bir kez daha benzer bir duruma giriyoruz.