Türk ekonomisi bugün değil, aslında 2016 sonunda durgunluğa girdi. Bu durgunluktan 2017 yılında özellikle KOBİ’ler için sağlanan Kredi Garanti Fonu kredileri sayesinde çıkıldı ama 2018 başına gelindiğinde gerek bankacılık sektörü için ve gerekse büyük şirketler için alarm zilleri çalıyordu.
Genel endişe, Türk şirketlerinin döviz cinsinden aşırı borçlu olması ve bu borçlarını ödemekte güçlük çekecekleri şeklindeydi. Bankacılık sektörünün ise şirketler kesimine açtığı kredilerin önemli bir bölümünü geri alamayacağı korkusu vardı.
Bu korkular eşliğinde döviz kuru 2018’in ilk aylarından itibaren hızla yükselmeye başladı. Bu yükselişe yeni borç bulma zorlukları yaşanacağına dair endişeler ve sonra da siyasi riskler eşlik etmeye başladı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Haziran ayında Cumhurbaşkanlığı seçimi kazandıktan sonra Hazine ve Maliye Bakanlığına damadı Berat Albayrak’ı atamasına, Erdoğan’ın Londra’daki bir yatırımcılar toplantısında “Faiz sebeptir, enflasyon sonuç” deyip Merkez Bankası’na müdahale edeceği sinyali vermesi, TL’deki değer kaybının daha da artmasına neden oldu.
Ama esas büyük kayıp 2018 Ağustos ayında tarihimize “Brunson Krizi” veya “Rahip Krizi” isimleriyle geçen olayla birlikte yaşandı. Amerikan Başkanı’nın “Ekonominizi mahvederim” açıklaması, TL’deki değer kaybını birden bire astronomik seviyelere getirdi.
Doların ve Euro’nun fiyatının artması, TL’nin değer kaybetmesi sadece hayat pahalılığı olarak yansımıyor. Daha çok TL kazanan ama borçlanmalarını yabancı para cinsinden yapmış olan Türk şirketlerinin borçlarının da dövizin fiyatının artışı oranında artması anlamına geliyor.
Geçmişte Türkiye’de faizler görece yüksek, buna karşılık döviz kuru istikrarlıyken pek çok şirket yurt içi bankalar yerine gidip yurt dışı bankalardan çok daha düşük faizle borçlanmıştı. Bu çeşit borçlu şirketler arasında iki dev. holding öne çıkıyordu: Ülker dahil pek çok parkanın sahibi olan Yıldız Holding ve daha yeni Garanti Bankası’ndaki son hisselerini de İspanyol bankacılık devi BBVA’ya satıp finans sektöründen tamamen çıkıp hizmetler sektörüne yoğunlaşma kararı almış olan Doğuş Holding.
Bu iki dev holding de 2018’de döviz kurlarında yaşanan devasa artışın ardından alacaklı bankalarla masaya oturup birer büyük yeniden yapılandırma anlaşması yaptı. Yıldız Holding’in anlaşması 6.5 milyar, Doğuş’unki ise 4.5 milyar dolar büyüklüğündeydi.
Bu dev borç yapılandırma anlaşmaları sonrasında her iki büyük holding de bir yandan varlık satışına başladı, bir yandan sert tedbirlerle gider kıstı, bir yandan da gelirlerini arttırmaya çalıştı.
Yıldız Holding’in işi görece kolaydı. Çünkü bu holding ağırlıklı olarak gıda sektöründeydi; cirosu zaten çok yüksekti, ayrıca kazançlarının bir bölümü dünya çapındaki operasyonları ve ihracatı sayesinde döviz cinsindendi. Yıldız Holding borçlarını yönetmekte daha başarılı oldu. Henüz borçlarını ödemiş değil ama yanına varlık satışları da eklenince, yani holding bazı şirketlerini ve gayrı menkullerini elden çıkarınca görece daha rahat bir pozisyona erişti.
Fakat aynı durum Doğuş Holding için geçerli değil. Çünkü bul holdingin ağırlıklı olarak yatırım yaptığı ağırlama ve yeme içme sektörleri umulduğu kadar hızla büyüyemedi. Holding mecburen bu alandaki varlıklarını satmaya başladı; Hırvatistan, Yunanistan ve Türkiye’ye yayılan geniş marinalar ağı elden çıkarıldı; buna sahip olunan bazı lokantalar eklendi. Ancak yine de kanama durmuyordu.
Son gelen haber, Doğuş Holding’in İstanbul’daki İstinye Park’ta bulunan yüzde 42’lik hissesini de Katar hükümetinin fonuna satmak üzere olduğu. Söylendiğine göre bu hisselere 1 milyar dolar değer biçilmiş. Eğer gerçekten bu fiyattan satış gerçekleşirse, Doğuş Holding bir ölçüde rahatlayacak ama tamamen değil.
Holdingin bu denli yüksek bir borç denizinde olmasının önemli sebeplerinden biri İstanbul’da ağır aksak devam eden GalataPort projesi. Doğuş Holding’in patronu Ferit Ahenk burada Serdar Bilgili ile ortak ve yap-işlet-devret modeliyle 25 yıllığına devralınan GalataPort, 3 milyar doların üzerinde bir finansman yükü taşıyor. İnşaat bitemediği için kira süresi kısalıyor, korona salgını nedeniyle turizm darbe yediği ve dünya çapında büyük gemilerle yapılan cruise gezilerinin salgın bitse bile yeniden canlanıp canlanmayacağı bilinmediği için GalataPort bitse bile buradan umulan gelirin elde edilemeyeceği korkusu bir hayli canlı.