Devlet kredi dağıttı, ekonomi üç aylığına büyüdü
30 Kasım 2020

Türkiye İstatistik Kurumu TÜİK, bu yılın üçüncü çeyreğine ilişkin GSYH büyüme rakamlarını açıkladı. Buna göre Türk ekonomisi, geçen yılın üçüncü çeyreğine kıyasla yüzde 6.7 büyüdü.

Ülkeye moral vermeye çalışanlar açısından bakarsanız, dünyanın neredeyse bütün kayda değer ekonomileri küçülürken Türkiye Çin’in yüzde 4.9’luk oranını bile geride bırakan bir hızda büyüyerek “pozitif ayrıştı.”

Bu “pozitif ayrışma” lafını emin olun çok duyacağız, başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere siyasiler bunu vurgulayacaklar.

Ama ilginçtir, Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan büyüme rakamları konusunda çok ama çok temkinli konuştu, “Makroekonomik, finansal ve fiyat istikrarını önceleyen politika çerçevemizle; dengeli ve istihdam oluşturan büyüme sürecini sürdürülebilir kılmayı amaçlıyoruz. Üretim ve teknoloji altyapılarımızı yapısal anlamda daha da güçlendirecek adımlar atacağız. Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde ekonomiyi ilgilendiren tüm kesimlerin sesine kulak verip. Ortak akılla hareket edeceğiz” dedi.

Benzer şekilde Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank da büyük sevinç çığlıkları atmak yerine, “Üretimin ve ertelenen talebin de katkısıyla salgın sonrası üçüncü çeyrekte yüzde 6,7 büyümeyi başardık. Pandeminin seyrine bağlı olarak önümüzdeki dönemi planlıyoruz. Hedefimiz, büyümeyi sağlıklı ve istikrarlı bir şekilde sürdürmek” demeyi tercih etti.

Tabii bir de tersten bakanlar var. Onlara “kötümser”ler demeyelim ama bu büyüme rakamında Hazine Bakanı gibi “riskler” görenler. Çünkü onlar büyümenin iç tüketimle ve başta kamu bankaları olmak üzere bankaların dağıttığı kredilerle sağlandığının farkındalar. Ortada gerçek bir büyüme yok, dopingli bir canlanma var.

Kredinin adı “yatırım” oldu

Gelin büyüme rakamlarına yakından bakmaya çalışalım. Biliyorsunuz büyüme rakamı denen rakam bir harcamalar açısından bir de üretim açısından değerlendirilmesi gereken bir rakam. Harcamalara baktığımızda tüketim harcamalarımız yüzde 9.2, yatırım harcamalarımız yüzde 22.5, kamu harcamalarımız yüzde 1.1 büyümüş. İhracatımız bir önceki yıla göre yüzde 22.4 azalmış; ithalatımız ise aynı döneme göre yüzde 15.8 artmış, yani dış ticaretin büyümeye etkisi negatif olmuş.

Bu harcamalar içindeki “yatırım harcamaları” kalemi ilginç. Ne yatırımı yapılmış? Burada kastedilen şey şirketler kesiminin salgının ortasında ayakta kalabilmek için aldıkları krediler. Bu kredilerle yatırım falan yapılmadı, çoğu işletme sermayesine eklendi ve harcandı, bir bölümüyle üretimde kullanmak üzere veya doğrudan tüketiciye satmak için ithalat yapıldı.

Nitekim, Türkiye’nin esas yatırımını gösteren en önemli göstergelerden biri olan makine-teçhizat yatırımlarına baktığımızda son iki yıldır bu alanda bırakın yeni yatırımı ciddi bir gerileme var. Ekonomi profesörü Erinç Yeldan da büyüme rakamını değerlendirirken buna dikkat çekti zaten: “Makine teçhizat yatırımlarında 2018’in 3. çeyreğinden bu yana, son iki senenin yıllık ortalaması -% 3.5; birikimli daralma -% 27.4. İnşaattaki daralmayı da hesaba kattığımızda kredi pompalanmasına dayalı spekülatif-büyümenin çöküşü net biçimde görülüyor.”

Büyüme rakamlarına bakarken bir de üretim yapan sektörler açısından değerlendirmekte de fayda var. Buna göre Türkiye’de tarım sektörü yüzde 6.2, sanayi yüzde 8, inşaat yüzde 6.4 ve hizmetler sektörü de yüzde 0.8 büyümüş.

Burada dikkat çeken rakam, tam 8 çeyrektir kesintisiz biçimde küçülen inşaat sektörünün pozitife geçmesi. Bunun ardındaki mekanizma, krediler. Bankaların Mayıs-Haziran-Temmuz aylarında tüketicilere sağladığı olağanüstü ucuz krediler, özellikle konut kredileri büyük ilgi gördü; inşaat sektörü de bu ilgi sayesinde yeniden büyümeye geçti. Ancak biliyorsunuz kredi muslukları artık kapalı; bakalım yılın son çeyreğinde de inşaat büyümesini sürdürebilecek mi?

Bir başka dikkat çekici rakam hizmetler sektörü. Bu sektör, salgının en ağır vurduğu sektör. Salgın yasaklarının hafiflemesine rağmen hizmetler ikinci çeyrekte toparlanamamış aslında. Yarın salgın tamamen bittiğinde hizmet sektörü çift haneli büyümelere geçecek ama henüz orada değiliz, bu belli.

İşçi ücretleri nasıl baskılandı?

Büyüme rakamlarının ilgi çeken ama büyük ihtimalle arka planda kalacak unsurlarından biri, işçi ücretlerinin düşmesi. Salgın sırasında hemen hemen bütün işletmeler ya işçi çıkardı veya işçilerine maaş vermek yerine onlar için devletten gelen ödemeleri kullandı. Bu sayede, örneğin geçen yılın üçüncü çeyreğinde elde edilen gelirin yüzde 32.9’unu alan işçiler bu yılın aynı döneminde sadece 29.9 pay alabildiler. Buna karşılık şirketlerin gelirleri geçen yılki yüzde 50.5 seviyesinden bu yıl yüzde 55.3’e geldi. Üstelik üretim üzerindeki vergiler de reel anlamda yüzde 2 azaldı.

Korkarım önümüzdeki dönemde de işçi ücretleri reel anlamda gerilemeyi sürdürecek. Ancak bu gerileme bir noktada bitmedikçe, yani insanların ellerine tüketilebilir bir gelir geçmedikçe gerçek bir büyümeye de geçilemeyecek.

Rakamlara yakından bakıldığında, örneğin Türk ekonomisinin 2018’in üçüncü çeyreğinde 1 trilyon 36 milyar lira GSYH üretirken 2019’da 1 trilyon 158 milyara, bu yıl ise 1 trilyon 419 milyara çıktığı görülüyor. Ama TL bazındaki bu artışları boşuna orana vurmayın; çünkü artış oranından enflasyon deflatörünü çıkartmak lazım. Veya daha kolayı dolarla bakmak lazım. Dolar bazında kıyaslama yapıldığında geçen yılın üçüncü çeyreğine göre fakirleştiğimiz ortaya çıkıyor maalesef.

Bütün dünya gibi ülkemiz de çok zor bir dönemden geçiyor. Hatta ülkemizin içinden geçtiği zorluklar başka ülkelerle kıyaslanınca çok daha büyük; çünkü salgın başladığında Türkiye durgunluktan çıkmaya uğraşıyordu zaten. Maalesef hükümet, salgının bittiği konusunda aşırı bir iyimserlik içine girdi ve ekonomiyi bir an önce canlandırmak amacıyla tek atımlık barutumuzla bir kumar oynandı. Biz bu kumarı Mayıs-Haziran-Temmuz aylarında oynadık.

Bunu o zaman da yazmıştım; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve dönemin Hazine Maliye Bakanı Berat Albayrak ülkeyi bir an önce büyüme rotasına sokmak için gerçeklerle çok uyuşmayan bir hareket tarzı geliştirdiler ve sözünü ettiğim dehşetengiz kredi genişlemesi yaşandı; kamu bankaları yüzde 7.5 faizle para dağıttı. Bugün o dağıtılan paraların yarattığı yapay cennetin rakamlarını konuşuyoruz. Ama aslında o gün havaya saçtığımız o kaynağa artık eskisinden fazla ihtiyacımız var ve kaynağı da tükettik maalesef.

Aşıya verecek 2 milyar doları bulamıyoruz

O yüzden Türkiye mesela salgından kurtulmanın bir kesin yolu olan aşı konusunda bugün para harcayamıyor. Kaba bir hesapla, nüfusumuzun 50 milyonunu aşılamak istesek ve BioNTech ile Pfizer’in geliştirdiği aşıyı alacak olsak, bize 100 milyon doz gerek. Bu aşının bir dozu ABD’ye 19 dolara satıldı. Bu 100 milyon doz için vermemiz gereken 1.9 milyar doları veremiyoruz; o yüzden bu aşının alıcısı olamıyoruz.

Sonunda Türkiye’ye de bir aşı gelecek elbette. Şu an umudumuz Çinli Sinovac şirketinin aşısı. Tahminen bu aşının bir dozu 8-9 dolara gelecek. Türkiye bu aşıdan 50 milyon doz alacak, yani 450 milyon dolar ödeyecek. Kuşkusuz aradaki fiyat farkı çok büyük ancak bu Çin aşısı henüz onay almış değil. Yani onu Pfizer’ın aşısından daha uzun süre bekleyeceğiz; arada geçecek o zamanda da salgını bitirip normalleşemeyeceğiz. O aradaki süre acaba fazladan harcanacak 1.5 milyar dolara değer mi değmez mi?

Ekonomimiz büyüsün, hepimiz bugün olduğumuzdan daha iyi ekonomik şartlara sahip olalım… Elbette herkesin dileği bu; ama bunu sağlamak için gerçekçi olmalı, kısıtlı kaynaklarımızı çok dikkatli harcamalıyız. Bugün gelen büyüme rakamıyla boş boş övünmek yerine geleceğe ilişkin daha gerçekçi ve büyümeyi de sürekli kılacak politikalar hazırlamalıyız.