O zamanlar İstanbul’da Cihangir’de oturuyordum ve telefonum pek nadir çalardı doğrusu.
Sabahın kör vaktinde arayan rahmetli Adalet Ağaoğlu’ydu. Dünyanın en yumuşak sesiyle, en kibar konuşan insanıydı Adalet Hanım.
“İsmet Bey” dedi, “Sizinle eğer uygunsanız bugün akşamüzeri buluşmak istiyoruz.”
Adalet Hanıma hayır diyecek halim elbette yoktu, ama çoğul konuşması dikkatimi çekti. “Selim ve ben” dedi.
Selim İleri ile elbette tanışıyordum, ama tanışıklığım ayaküstü hoşbeş etmekten, kibarca selamlaşmaktan daha ileri değildi.
O gün akşamüzeri Boğaz’da bir kahvede buluştuk.
Meğer aslında buluşmayı isteyen Selim İleri imiş; Adalet Hanımın beni tanıdığını ve üstelik telefonumu bildiğimi duyunca ondan aracılık etmesini rica etmiş, Adalet Hanım da seve seve bizi buluşturdu, bir süre sonra kalkmaya davrandı, ikimiz de bırakmadık, iki saatten fazla hep birlikte doyumsuz bir sohbet, biraz dedikodu ve bolca gülüşmeyle çok güzel zaman geçirdik.
Selim İleri benden köşemde yazdığım bir insan hikayesiyle ilgili daha detaylı bilgi soruyordu, belli ki anlatılan öykü edebi olarak ilgisini çekmişti. Şimdi hikaye neydi hiç hatırlamıyorum, Selim İleri bu öyküyü herhangi bir yerde kullandı mı onu da bilmiyorum ama bu buluşma çok tatlı bir ahbaplığın kapısını açtı bana.
Nasıl gençken art arda okuduğum Bir Düğün Gecesi ve Ölmeye Yatmak romanları beni Adalet Ağaoğlu’na hayat boyu sürecek bir hayranlığa yönelttiyse, Her Gece Bodrum da Selim İleri’ye hayran olmama neden olmuştu. Ondan sonra o ne yaparsa yapsın, ne yazarsa yazsın bu hayranlığım hiç değişmedi.
Her Gece Bodrum, Selim İleri’nin henüz ikinci romanıydı. Onun üstüne kaç roman yazdı, kaç öykü kitabı derlemesi yayınladı, kaç deneme kitabı çıktı, kaç film senaryosu yazdı.
Gerçekten de, bugün 10Haber’in onun ölümünü duyuran haberinde de söylendiği gibi Türk edebiyatının en verimli, en çok kitap yayınlayan yazarı herhalde Selim İleri idi.
Dediğim gibi benim için o hep ve her zaman Her Gece Bodrum gibi bir romanı yazan insandı. Ama tanışıklığımızla beynime bir başka özelliği daha nakşedildi: Selim İleri benim bu hayatta tanıdığım en nazik, en zarif insanlardan biriydi.
Demiyorum ki hiç küfür etmezdi, hiç kızmazdı, hiç sinirlenmezdi, ama bunları yaparken bile zarif kalmayı, belli bir zarafetle hareket etmeyi başaran biriydi. Hatta şöyle diyebilirim: Başkasına bu kadar nezaketle küfür eden başka kimseyi tanımadım.
Bu zarafeti, aklımda hep kalacak olan bazen alaycı ve küçümseyici, çoğunlukla içten gülümsemesi ve Türk edebiyat tarihinin arka koridorlarına olan olağanüstü merakı ve bilgisi onunla sohbet etmeyi doyumsuz kılıyordu.
Başka yazarların hikayelerini, hayatlarını, birbirleriyle ilişkilerini onun kadar iyi bilen, o hikayeleri sanki kendisi de oradaymış gibi onun kadar heyecanla anlatan ve yazan kim var?
Ben gazeteci olarak 3. sayfa haberleri adını verdiğimiz suç haberlerini küçümsememeyi ondan öğrendim. O haberlerin her birinin arkasında bir insan hikayesi görüyordu çünkü. Bir cinayete, bir trafik kazasına, bir hırsızlık vakasına, bir dolandırıcılığa o tamamen başka bir yerden, o olayın içindeki insanların muhtemel duygu ve düşüncelerinden hareketle bakıyordu.
Kendisine kaç kere gerçek bir suç hikayesi yazmayı, onu gazetede haber gibi yayınlamayı teklif ettiğimi hatırlamıyorum bile.
Bu kadar verimli ve hızlı yazabilen bir yazar olmasına rağmen her seferinde “Zaman kısıtı altında yazamam” diyerek beni kibarca reddetti.
Halbuki biz gazetede ona gerçek bir suç dosyası bulup verecektik, o dosyayı okuyup isterse ilgili kişilerle de konuşup onu bize uzun bir haber gibi yazacaktı. Yazsa ne güzel olacaktı.
En son birkaç hafta önce telefonda konuştuk, geçirdiği beyin kanaması onu durdurmamıştı, sokaklara çıkmaya, sosyalleşmeye geri dönmüştü. Buluşalım diye sözleştik, beceremedik.
Dün akşam Türkiye çok önemli bir değerini kaybetti. Toprağı bol olsun, nur içinde yatsın.