Özlem Gürses bizim gazeteci arkadaşımız.
Kaç yıldır bir başına inatla ve ısrarla gazetecilik yapıyor.
Her gün haberleri derliyor, kendine göre öne çıkaracağı konuları belirliyor, o konular için konuk buluyor, sonra bazen evinden, bazen o sırada bulunduğu bir yerden geçiyor kameranın karşısına ve başlıyor YouTube’dan canlı yayına.
Tek başına bir haber merkezi. Tek başına bir ana haber bülteni.
Yaptığı sahiden inanılmaz bir şey.
Bu imkan daha önce yoktu. İşsiz kaldınız mı işsiz kalırdınız.
Şimdi, bir yandan çok kızdığımız sosyal medya ve yeni medya düzeni bir yandan bazı meslektaşlarımıza böyle çıkış kapısı oluyor, geçim kapısı oluyor.
Gazetecilik süs olsun diye icat edilmiş bir meslek değil. Aksine, modern hayatın bir icabı olarak neredeyse kendiliğinden doğmuş bir iş.
Modern hayatın o icabı ortadan kalkmış değil, aksine gazeteciye olan ihtiyaç daha da büyümüş durumda bugün.
Elbette gazeteciliğin daha iyisi ve doğrusu büyük kurumlar çatısında yapılabilir. Günümüzün giderek daha fazla çeşitlenen ve daha fazla gazeteciye ihtiyaç duyar hale gelen karmaşık hayatı bunu gerektiriyor.
Ama Türkiye maalesef dünyanın tersi bir yöne girdi en azından son 8-10 yıldır. Biz gazetecilik kurumlarımızı ve genel olarak gazetecilik endüstrisini el birliğiyle yok etmeyi başardık, ortaya ya iktidara ya muhalefete göbeğinden bağlı olmaktan başka çaresi kalmayan propaganda araçları çıktı.
İşte buna direnen insanlardan biri de Özlem Gürses’ti. Arkasında bir kurum yoktu, “Olmayıversin” diye düşündü, tek başına dövüşmeye başladı.
Onun gibi Cüneyt Özdemir var , Nevşin Mengü var, Fatih Altaylı var, Yılmaz Özdil var.
Kurumların içinde gazetecilik yapamayacağını gören, kendi bildikleri gazetecilik tarzını kendi başlarına uygulamaya çalışan.
Ama bu tarz kolay değil. İnsana kaçmaktan kovalamaya vakit bırakmıyor. Hele Özlem’in, Nevşin’in, Cüneyt’in kendi başlarına ana haber bülteni yapma çabaları hemen hemen imkansıza kalkışmak.
Yorgunluk doğal, sık sık hatalar yapmak kaçınılmaz. Bu hata bazen dil sürçmesi olabilir, bazen bir haberi yanlış anlamak, bazen yanlış konuğu yayına çıkarmak, bazen de başka bir şey.
Diyorum ya, tek tabancalığın en büyük riski bu. Sizi kontrol edecek, hata yapmanıza engel olacak kimsenin olmaması. Ama ne yapsın Özlem, kazandığı para kendisine yetmezken nasıl yanına editörler, muhabirler alsın.
Birkaç. hafta önce böyle bir yayın sırasında dili sürçtü Özlem’in, DAEŞ diyecekken TSK deyiverdi. Hatasını fark etti, durumu toparladı ama sosyal medya trolleri o hatanın üzerinde tepinmeye başladı hemen. “Vay efendim TSK’yı nasıl DAEŞ’le kıyaslarmış…”
Yahu yapmadı ki öyle bir şey, dili sürçtü, yayının orasını seyreden 6 yaşında çocuk bile ortada kasıt değil hata olduğunu anlar.
Ama savcılar anlamadı, ona soruşturma açtılar, biraz cezalandırır gibi Ankara’da otelinde gözaltına alıp kara yoluyla İstabul’a getirdiler. Mahkeme Özlem’i neyse ki tutuklamadı ama ev hapsine aldı. Ayak bileğine de kelepçeyi taktılar.
Şimdi özlem ayak bileğindeki o kelepçeyle TV yayını yapıyor, evinden.
‘Ayağında gümüş hal hal’ diye Barış Manço’nun şarkısı vardı, klibinde Nazan Şoray oynuyordu.
Özlem’in gümüş hal halı yok, siyah çirkin bir kelepçesi var ayağında.