Her Zaman Siz Haklısınız, Haklı Olmayana Kadar
17 Ocak 2025

Gerçekten beni en çok zorlayan şeylerden birisi, karşımdaki kişi ya da kurumun sürekli kendisinin haklı olduğunu söylemesi, bunu ispatlamaya çalışması ve benim söylediklerime, düşüncelerime, duygularıma adeta kalbini ve kulaklarını kapatmasıdır. Çekilir şey değil. Fazla uzatmadan kalkıp gitmek gelir içimden; çünkü devam ettirerek haklı-haksız kıskaçından çıkmak oldukça zordur.

“Haklısın, ben haksızım” sözünü çok sık duymadığınıza iddia ederim. “Ama ben haklıyım!” ifadesi, sadece bireysel bir savunma değil, aynı zamanda toplumsal bir durumu da yansıtıyor. Hayatın her alanında, küçük büyük demeden, haklı olma savaşı ile yüzleşiyoruz. Ancak, herkesin kendi perspektifinden haklı olabileceğini düşündüğümüzde neler olur, acaba? Bu durum, sadece basit bir empati denemesi olarak değil, daha derin bir gerçekliğin yansımasıdır.

Gönül İşleri ve Toplumsal Gerçeklik

Gönül işlerinde öyle karmaşık denklemler, hesaplar ve duygu çatışmaları vardır ki, en basit bir tartışma ya da görüş ayrılığında “haklıyım, haksızsın” kolaycılığına kaçmak, aslında ilişkinin sona erdiğini ilan etmekle eş anlamlıdır. Savaşta bunca insanın hayatını kaybetmesi, varlıkların yok edilmesi ve doğanın katledilmesi, bir tarafta haklı olduğunu savunan grupların diğer tarafta karşılık bulması; hiçbir şey bu haklılığı haklı gösteremez.

Hepimizin hayatında farklı hikayeler, geçmişler ve değerler var, kuşkusuz. İnsanlar dünyayı kendi gözlükleriyle görür; kimisi umut dolu bir bakış açısına sahipken, kimisi acı ve hayal kırıklığı ile dolu bir dünya algısına sahiptir. Muzmin pozitif ve iyimserler ile müzmin negatif ve karamsarlar yan yanadır. Birinin “haklılığı” onun kendi gerçekliğinden doğar. Bu noktada, haklılık kavramı, bireyin geçmiş deneyimleri, kültürel bağlamı ve mevcut koşulları ile şekilleniyor.

İş Dünyasında Haklılık

İş dünyasında da rant, rüşvet, yoksulluk ve siyasi yandaşlık üzerinden kazanılan hiçbir şey haklı olamaz. “Onlar yapıyor, ben de yapıyorum” demek, haklılık getirmez; aksine, bu durum yalnızca etik ve vicdan açısından derin bir çöküşü işaret eder. Gerçek haklılık, insanın kendi değerleriyle uyumlu bir yaşam sürdürmesidir.

Örneğin, bir çalışan iş yerinde daha fazla tanınmak ve saygı görmek isterken, işverenin bakış açısı işletmenin kârlılığını koruma çabası içindedir. Her iki taraf da kendi perspektifinde haklıdır. Ancak bu durum, çoğu zaman gerilim ve çatışma yaratır. İşte bu nedenle, haklılığın bireysel bir algı olduğunu kabul etmek önemlidir.

Haklılık arayışı, insanın doğasında vardır. Ancak bu arayış, çoğu zaman insanlar arasında çatışmalara neden olur. Savaş meydanında bir komutan, barış için savaştığını savunur; ancak masum insanların gözünden bakıldığında bu haklılık bir trajediye dönüşebilir. Boşanma davalarında her iki taraf da kendi acısını ve haklı gerekçelerini ortaya koyar; fakat çocukların gözünden bakıldığında, bu durum eksik kalır.

Anlayış ve Empatinin Önemi

Burada önemli olan, herkesin haklı olduğu bir dünyada adaletin nasıl sağlanabileceğidir. Birinin haklılığı, diğerinin mağduriyetini doğurabilir. Bu da toplumda çatışmaların, küslüklerin ve savaşların temel nedenlerinden biridir. İnsanlar, kendi hikayelerini evrensel bir hakikat olarak görme eğilimindedir. Oysa haklılık, son derece göreceli bir kavramdır.

Haklı ile haksızı ayırt etmek, her zaman net olmayabilir. Ancak bu ayrımda dikkat edilmesi gereken bazı kriterler vardır: adalet ve vicdan ölçütü, empati ve tarafsızlık, sonuçların etkisi, kuvvet ve zorbalık arasındaki fark gibi.

Hayatın karmaşasında, net bir haklılık-haksızlık ayrımı yapmak mümkün olmayabilir. Bir savaşta, barış için mücadele eden bir taraf, aynı zamanda şiddet uyguladığı için haksız duruma düşebilir. Bir boşanma davasında, taraflar birbirlerine zarar vermemek için çabalasa da, çocukların gözünden bu bir kayıptır. Burada önemli olan, gri alanlarda bile insana yakışan bir denge kurmaya çalışmaktır.

Haklı olmak, genellikle insana bir tatmin duygusu verir. Ancak bu tatmin, yalnızlığı ve gerilimi beraberinde getirebilir. Çünkü sürekli haklı olmaya çalışmak, bir mücadele gerektirir. Haklılık savaşı veren insanlar, bir noktada, çevrelerindeki empati bağlarını koparmaya başlar. Herkes haklıysa, kimse dinlemiyor demektir.

Bu noktada, “Haklı olmak mı, yoksa anlamak mı?” sorusunu sormak gerekiyor. Belki de insanlık, haklı olmaktan çok anlaşılmaya ihtiyaç duyuyor. Karşı tarafın gözünden dünyayı görebilmek, bir nebze de olsa onun haklılığını kabul edebilmek, çoğu çatışmayı çözebilir.

İnsan ilişkileri, siyah ve beyaz kadar net değildir; aksine grinin binlerce tonundan oluşur. Haklı olduğunuzu hissettiğinizde, bu zafer size gerçekten ne kazandırır? Belki kısa bir tatmin, belki bir öfke nöbetinin sona ermesi. Ancak ilişkinin ruhuna baktığınızda, haklılık savaşlarının ardında yorgunluk, kırgınlık ve kopuşlar yatar.

Haklılık, bireyleri yalnızlığa sürükleyebilir. Sürekli haklı olmaya çalışmak, bir mücadele gerektirir ve bu durum, empati bağlarını zayıflatabilir. Bir insanın haklı olduğu anlar, genellikle onun ruh halini ve yaşam koşullarını da yansıtır. Örneğin, bir çalışan, iş yerindeki bir sorunu çözmek için verdiği mücadelede haklı olabilir. Ancak bu haklılık, üst yönetimin bakış açısıyla çelişebilir.

Burada, iletişimsizlik ve anlayış eksikliği durumu daha da karmaşık hale getirir. Her iki taraf da haklı olduğu bir durum söz konusudur, ancak bu haklılıkları uzlaştıracak bir iletişim sağlanmadığında çatışmalar kaçınılmaz olur.

Hayatta her şey haklı ya da haksız olmak üzerine kurulu değildir. İlişkiler, bu iki kavramın ötesinde bir anlayışı, bir şefkati ve bir fedakarlığı gerektirir. Haklı olduğunuzu ispatlamak yerine, “Bu ilişkiyi nasıl onarabiliriz?” ya da “Gitmek mi, kalmak mı doğru?” sorularını sormak, insanı büyütür.

Unutmayın, ne haklı olmak ne de haksız kalmak bir ilişkiyi tanımlar. Önemli olan, kendi vicdanınızda huzurlu hissetmek ve gerektiğinde gitmeyi, gerektiğinde kalmayı cesurca seçebilmektir.

Herkesin haklı olduğu bir dünyada gerçek adalet, bireylerin sadece haklılıklarını değil, aynı zamanda birbirlerini anlamalarını gerektirir. İnsanın öyküsü, bireysel haklılıkları aşarak ortak bir empatiye ulaşabildiği yerde güzelleşir.

Öyleyse bir dahaki sefere “Ben haklıyım!” diye haykırmak yerine, “Senin gözünden nasıl görünüyor?” diye sormayı deneyin. Çünkü bazen, haklı olmanın değil, insan olmanın değeri büyüktür.

ÇOK OKUNANLAR