Dünya belki de Trump’a teşekkür etmeli: Dış politikanın üstünden kalkan riya gölgesi
06 Şubat 2025

Hepimiz ülkeler arasında ilişkilerin, dış politikanın öyle yüksek idealler veya büyük ahlaki ilkeler etrafında değil güç ve çıkar ilişkileri çerçevesinde yapıldığını biliriz.

Ama öteden beri, en yoğun olarak da 20. yüzyıldan itibaren sanki dış politikanın ulusal çıkarların ötesinde bir takım yüksek idealler ve ahlaki ilkeler etrafında yapıldığına dair bir izlenim de yok değil.

Örneğin Haçlı seferleri sözde yüksek idealler uğruna (doğru dini yaymak) uğruna yapılıyordu ama gerçekte Papa Avrupa’daki prenslikler karşısında kaybettiği gücü geri almaya çalışıyordu 1. Haçlı Seferinde. Sonraki Haçlı seferleri ise hep ekonomik çıkar içindi.

Osmanlı fetihlerini hep “İslam’ı yaymak” için yapıyordu, ama nedense bu fetihler hep madenler açısından zengin, tarımsal üretimi yüksek yerlere yönelikti.

İngiltere Hindistan’a, Afrika’ya “uygarlık” ve “doğru din” götürdüğünü söylüyordu, ama aslında oralardaki hammaddelerin ve ticaret imkanlarının peşindeydi.

Sanırım bu “ahlaki dış politika” konusu en yüksek sesle ve bir takım yüksek idealler/ahlaki ilkeler ilanıyla Amerika tarafından en çok propagandası yapılan şey oldu.

Woodrow Wilson, Quaker mezhebine gönülden bağlı bir Amerikan başkanıydı. Bu mezhep mensuplarına savaşmayı yasaklar. Yani Quaker’lar pasifisttir, orduya katılmaz, asker olmazlar.

Wilson Başkan olarak 1. Dünya Savaşı’na katılması gerektiğinde kişisel inancıyla yönettiği devletin çıkarları arasında sıkıştı. Bu sıkışıklığı aşmak için de “Wilson Prensipleri” adı verilen ilkeleri ilan etti.

Savaşa giriyordu, ama bu ilkelerde yer alan yüksek idealleri sağlamak için giriyordu. ‘Adil savaş’ kavramı da buradan gelir; kendi basit çıkarını temin etmenin ötesinde insanlık için kıymetli bir şeyi sağlama uğruna insan öldürmek yani.

Ulusların kendi kaderini tayin hakkından başka pek çok şeye kapsamlı bir içeriği olan ‘Wilson Prensipleri’ öyle güzel kaleme alınmıştı ki, itiraz etmek zordu, mecburen benimsenmiş gibi oldu.

Hitler ve Nazi Almanyası bütün Avrupa’yı işgale giriştiğinde İngiltere’nin lideri Churchill bu dalgaya tek başına direnemeyeceğini biliyordu, cephesini genişletmek ve halkına moral vermek için bu savaşı iyilerle kötülerin savaşı haline getirdi; ülkesini de ‘iyiler’ arasında saydı. İngiltere ‘iyi’ydi; çünkü demokrasi ve özgürlükleri savunuyor, Hitler tiranlığına karşı mücadele veriyordu (Bu mücadelede en büyük müttefiği Stalin tiranlığı olacaktı ama o kadar kusur kadı kızında bile olurdu).

2. Dünya Savaşı’nın ardından Soğuk Savaş başladığında (sıcak olamıyordu, çünkü iki tarafın da nükleer silahı vardı) mücadele yine iyilerle kötüler arasındaydı. İyiler, demokrasi ve özgürlüklerin cenneti Batı tarafıydı (Türkiye bile bu vesileyle çok partili hayata geçti Rusya’nın işgalinden korunmak ve NATO’ya katılmak için).

İkinci Dünya Savaşı sonrasının bütün dünya düzeni yüksek idealler ve ahlaki ilkeler üzerine bina edildi. Birleşmiş Milletler kuruldu, bu uluslararası kurum hem bir “Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi” ilan etti bütün üyelerinin kabul ettiği, hem de bir daha savaş olmasın diye sınırların değişmezliği gibi temel kurallar koydu örneğin.

Aslında bu kurallar etkili de oldu; insanlık tarihi boyunca ülkelerin sınırları sürekli savaşlarla değişmişti, 1948’den itibaren bu sınır çizgilerinin değişmesi çok ama çok yavaşladı, az görülen şeyler oldu.

Bir ülkenin savaşla işgal ettiği bir toprak parçasını resmen “ilhak” etmesi ayıplanan bir davranışa dönüştü. Örneğin İsrail savaşla işgal ettiği Gazze ve Batı Şeria’yı çok istemesine rağmen ilhak edemedi düne kadar.

Rusya, Kırım Yarımadasını ilhak etti diye uluslararası toplumdan dışlandı, bugün hala ağır yaptırımlar altında yaşıyor.

Çin kendisine ait olduğunu düşündüğü Tayvan’ı alamıyor. 

Türkiye Türk azınlığı soykırım ve etnik temizlikten korumak için çıktığı Kıbrıs adasının kuzeyinde 50 yıldır duruyor, bu yüzden dünyada “işgalci” olarak görülüyor, yaptırımlara muhatap oluyor. Ve adanın kuzeyini resmen ilhak etmeyi zaman zaman düşünse bile bunu yapmıyor, ayıplanma korkusuyla yapamıyor.

Yüksek ideallere ve ahlaki ilkelere dayalı dış politika iddiası evet, belki yalandı, ama yalandan da olsa işe yarıyor, savaşları, işgalleri sınırlıyordu geçmişe kıyasla.

Ama şimdi askeri anlamda dünyanın en güçlü ülkesi olan ve düne kadar bu söylediğim yüksek ideallerle ahlaki ilkelerin koruyucusu gibi davranan Amerika Birleşik Devletleri kendi başkanının ağzından bu uygulamadan vaz geçtiğini duyurdu.

Öyle bir kere iki kere değil, aylardır bağıra bağıra bunu söylüyor Donald Trump. Önce Panama Kanalı ve Grönland’ı Amerika’ya katmak istediğini, yani ülkesinin toprağına toprak katmak istediğini söyledi, ardından bu listeye Kuzey komşusu Kanada’yı da ekledi. Ve son olarak ülkesinden binlerce kilometre ötede minik bir toprak parçasını, Gazze’yi alacağını ilan etti.

Biliyorum Donald Trump’ı ciddiye almamak, onun aptal ve sığ biri olduğunu söylemek uluslararası bir spor, ama ben tam tersini düşünüyorum: Akıllı ve derin biri midir bilemem ama ciddiye almamak mümkün değil.

Trump, örneğin Grönland’ı isterken orada yaşayan 50-60 bin kişiyi sürmekten söz etmiyor, Kanada nüfusunu da bir yere yollamayacak ama Gazze’de yaşayan iki milyon Filistinli’yi tehcir etmek istiyor, “Biz Amerika olarak gelip ülkenizi yeniden inşa edip bir tatil cennetine çevireceğiz ama sizi orada görmek istemiyoruz” diyor. Irkçılığın basın toplantısıyla bu kadar açık açık ilan edilmesine dünya Hitler’den beri tanık olmamıştı.

Bu açık sözlülüğü için belki de Trump’a bütün dünya teşekkür etmeli.

Şunu bilelim: Bundan sonra gelecek hiçbir başkan bu durumu değiştiremez artık. Dünyanın gözünde Amerikan dış politikası artık yüksek idealler veya ahlaki ilkeleri değil, Amerika’nın o gün için uygun gördüğü çıkarları temsil edecek. 

Dolayısıyla Amerika’nın bundan böyle bir fikir, ideal veya ilke etrafında dünyaya liderlik etmesi diye bir şey de söz konusu olmayacak. Amerika kendisi bu liderlik görevinden vazgeçti, bizzat Başkan Trump bu durumu ilan etti artık.

Amerika’nın artık müttefikleri yok. Bu ülke “Ben bu dünyada tek başımayım ve tek başıma hareket edeceğim” diyor.

Daha ne desin?

ÇOK OKUNANLAR