Bazen kalabalıklar içinde kendimi yalnız hissederim. Etrafımda insanlar olsa da onların tatlı sohbet ve kahkahalarını duysam da içimde bir boşluk olur, bir eksiklik hissi sarar. Kendimi bir an bulunduğum yere ait hissetmem. Arkadaşlarım da olsa, akrabalarım da olsa bazen bedenim orada olur ama ruhum orada olmaz. Ortamdaki kalabalık gözlerimi kamaştıran bir yalnızlık duygusuna dönüşür bir an. Kendisini yoğun şekilde hissettiren, ama görünmeyen, sesini duymadığınız bir yalnızlık.
Bu size de olur mu?
Yalnızlık, belki de en çok kalabalıkların içinde hissedilen duygudur. Gerçekten kimseyi tanımadığınızda değil tam tersine tanıdığınız insanlar içindeyken bu duygu en derin şekilde kendini gösterir. Çevrenizdeki dostlarınızla, arkadaş ve akrabalarınızla kurduğunuz ilişki yüzeysel ise işte o an yalnızlık kendini daha fazla hissettirmeye başlar. Herkesin birbirine dokunduğu, konuştuğu ancak kimsenin gerçekten bir diğerinin ruhuna dokunmadığı, hissetmediği dünyada, insanlar arasında kayboluruz. Yalnızlık, kalabalığın içinde en belirgin halini alır.
Dışarıdan bakıldığında her şey yolundaymış gibi görünebilir. Bir kahve sohbetinde, iş yerinde toplantıda, bir arkadaş buluşmasında ya da bir yemekte her şey olması gerektiği gibi yaşanır. Ama ruhumuzda, içimizde fırtınalar kopar. Ve bu dışarıdan görünebilecek bir fırtına değildir. Dikkatli bakmak gerekir. Çünkü yalnızlığımız, gözlerimizdeki derinlikte, dudaklarımızın ucundaki gülümsemede gizlidir.
Yalnızlık insana acı ve hüzün veren duyguları barındırır
Yalnızlık genelde bir seçim değildir. Yanımızda sevdiğimiz biri olmasına rağmen, bazen kendi iç yolculuğumuza çıktığımızda, kendimizi onlardan, o andan kopmuş hissederiz. Kendi iç dünyamızda kaybolur, dış dünyadan uzaklaşırız. İşte o an, kalabalıkların içinde kaybolmuş değil de kendi kimliğimizi, kendi varlığımızı, kendi amacımızı bulmaya çalıştığımızı düşünüyorum ben. Yalnızlık, bazen derin düşüncelere dalmak için bir fırsat olarak görülebilir. Kalabalıkların arasındaki sessizliğimiz, belki duyduklarımızı içselleştirmek, kendimizi keşfetmek için gereklidir. Belki de yalnız olduğumuz zamanlarda en derin düşüncelerimiz ortaya çıkar, kendimiz ile ilgili en derin keşifleri yaparız.
Ama yine de yalnızlık insana acı ve hüzün veren duyguları barındırır. Çünkü kendinizi oraya ait hissetmediğiniz an, o insanlar ile aranızda derin bir bağ olmadığı düşündüğünüz an, içinizdeki yalnızlık ve boşluk daha fazla hissedilir. Kalabalık içinde kaybolmuş hissetmek, kendini yalnız hissetmenin en acı veren yanıdır. İnsan, ne kadar çok bağ kurmuş gibi görünse de aradığı derin anlamı bulamadığı zaman ruhsal olarak yalnızlaşır. Her bir yüz, her bir sohbet, birer maskeye dönüşür. Yalnızlık, görünmeyen, dokunulamaz bir hal alır. Fakat belki de gerçek yalnızlık, o bağları kuramamaktan değil, bağlanmayı unutmuş olmaktan ya da bağlanacak bir yürek bulamamaktan gelir.
Gerçekte yalnızlık, bir son değil, aslında bir başlangıçtır
Yalnızlık, yalnız kalma duygusu belki de insanoğlunun en büyük korkularından biri. Kendi iç sesimizle baş başa kalmak, tüm karmaşayı ve gürültüyü arkamızda bırakıp sadece kendimizi dinlemek, aslında çoğu zaman kaçtığımız bir gerçeklik değil midir? Ama o yalnızlık, aslında bizi kendimize en yakın kılan duygudur. Gerçek benliğimizi tanımak, duygularımızla barışmak, acılarımızla yüzleşmek, hep o yalnızlığın derinliklerinde mümkündür. Belki de, bu yalnızlık, içsel bir uyanışın kapılarını aralar. Her şeyin geçici olduğunu bilmek, yalnızlığımızı sevmemize, içsel yolculuğumuzun aydınlanmasına yardımcı olacaktır. Yalnızlığımızda baş etmek için kendimizi tanımak, duygularımız ile barışmak, kendimize yetmeyi ve kendimizi sevmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Gerçekten kimim? Ne istiyorum? Neyi seviyorum? Kendimize yetmeyi öğrenmek, bu dünyanın en önemli öğretisidir. Çünkü ancak o zaman, yalnızlığımızın içindeki gücü fark ederiz.
Gerçekte yalnızlık, bir son değil, aslında bir başlangıçtır. O başlangıç, kendi benliğimiz ve içsel dünyamız ile ilgili keşiflerle doldurur. Yalnızlık, bir yolculuk gibidir, bu yolculukta, kendi içimizdeki gücü, cesareti ve sevgiyi buluruz. Bir kalabalığın içinde kaybolduğumuzda, belki de kendi içimizdeki en derin sesi duymaya başlarız. O ses, kaybolmuş değil, tam tersine kendini bulmuş bir ses olacaktır.
Kendinizi dinlemekten, içinizdeki sesi duymaktan hiç vazgeçmeyin.