Sanatçı duygu ve düşüncelerini içindeki güzellik anlayışıyla da harmanlayıp bunu insanlarda heyecan uyandıracak biçimde ifade edebilen özel insandır.
o duygu ve düşünceler içinde elbette felsefi düşünce de olacağından benim başlıkta yaptığım gibi estetik güzellikle felsefeyi sanki birbirini dışlayan kavramlarmış gibi ele alamanın doğru olmadığını düşünebilirsiniz.
Ancak ben burada üretme sürecindeki sanatçının bu sürecinde neleri felsefi düşündüğü ve bu düşünceleri içindeki güzellik duygusuyla nasıl hamanladığından değil üretim süreci sonucunda ortaya çıkarılan sanat ürününde estetik güzellik duygusuyla felsefenin bir arada görülüp görülmediğinden bahs ediyorum.
***
Manet, Monet ve Cezanne gibi devlerle başlayan ve neredeyse 100 küsur yıl süren modern sanatta bu tarihi boyunca ağırlık bazı istisnalar dışında daima estetik güzellik vurgusundaydı. Bu belki de modern sanatın kendisinden önceki dönemin güzellik anlayışına bir alternatif estetik güzelilik tanımlamak mecburiyetinden kaynaklanmış olabilir.
bu estetik güzelliğin farklı ifadelerini arayış süreci New York sanatın başkenti olmak sıfatını Paris’ten devraldıktan sonra daha da bir zirveye taşındı.Yazılarıyla amerikan modernine yön veren büyük eleştirmen Clement Greenberg ‘sanatın konusu sanattır ve üretilen eserler sanatın özünün bir arayışı olmalıdır’ demişti.
***
1960’lara gelindiğinde modern sanata tepki de geldi, post modern sanatçılar estetik güzelliğe öncelik vermediler. onlar için ifade edilen düşüncenin en iyi biçimden uygun tekniklerle ona bakana en etkin iletilebilmesiydi. Marcel Duchamp’ın estetik güzellik içerdiği fazla söylenemeyecek bir pisuarı felsefi tavır olarak ortaya çıkarmasının veya Andy Warhol’un Brillo kutusunun aynısını üretip bunu sanat eseri olarak ortaya koyması sonuç vermeye başlamış ve hayat hakkında düşünen çağdaş sanatın zamanı gelmişti nihayet
***
Ahmet Güneştekin’in halen sürmekte olan ‘kayıp alfabe’ sergisinin bende yarattığı çalkantılı duyguları tam ifade edebilmem için bunca lafı etmem gerekiyordu.
Ahmet güneştekin’i bence dünyanın en önemli sanatçısı olarsak konumlandıran yön de şu: O, ortaya koyduğu sanat eseriyle estetik güzelik ve felsefe sentezini tam da sanat ürünü üzerinde yapabiliyor.
Başka bir deyişle o sanatıyla birbirine karşılarmış gibi konumlandırılan modern ile post modernin sentezini güzel başaran belki de dünyadaki tek büyük sanatçı.
***
Sergide ilk gözünüze çarpan mübadele gemisi adı verilmiş bir yerleştirme. Bu kayalar üstünde duran içinde bavulların üst üste konulduğu bir mübadele gemisi. bunun kendine özgü bir estetik güzelliği var tabii ki ama onu aynı zamanda felsefi düşünceye de çeviren kayığa yaklaştığınızda duyduğunuz miyavlayan kedi sesi. o bavullardan birinin içinden gelen ses bütün esere müthiş bir duyarlılık, hümanizm katıyor.
veya bir yıkım sonucunda etrafa saçılmış ev eşyalarının bir araya getirilmesinden oluşan bir yerleştime eseri olarak sergilenen ‘yoktunuz’ adlı brutal esere dikkatli baktığınızda bir detayda yıkımda etrafa dağılmış eşyaların arasında görülen bir çocuk ayakkabısı eserin anlamını değiştirebiliyor ,sizi düşünmeye çağırıyor.
****
Ahmet Güneştekin hem geçmiş hakkında hem de sanatı hakkında felsefi düşünen ve yaşanlara yeni anlamları estetik olarak vermeye uğraşan ve bunu başaran bir sanatçı.
geçmişi düşünmek denilince aklımıza sanatçıyı geçmişten gelenler yani etkileyebilecek gelenekler de gelmeli tabii ki.
gelenekle ile yeni olanı yaratma arasında gerilim sanatta daima vardır. nasıl büyük sanatçıları cazın geleneğinden alınanların üzerlerindeki etkiden daima bahsederken bunların içinden yeniyi de daima çıkarabiliyorlarsa, Güneştekin de cazın devleri gibi geçmişten gelenden yeni olanı daima yaratabiliyor.
bu yüzden ben onu çağdaş sanatın bir Miles Davis’i veya John Coltrane’i olarak görüyorum.
***
geçmişten gelen ile yeniyi yaratmak arasındaki diyalektiği çok güzel bir kelime oyunu yaparak ifade ediyor sanatçı. geleneği ‘Gelene-ek’ olarak ifade ediyor yani geçmişten aldıklarımıza yaptığımız eklerle yeni olanı yaratmaya imkan veren gelene-ek bu.
Wittgenstein’ın tanımladığı dil oyunu aslında yaşam tarzı ile ilgili bir durumdur. her kelime o andaki yaşam durumunun yani oyunun gerektirdiği anlamı ifade eder. anlam ise oyun içindeki kullanımdan çıkar. Toplumlarda bir çok dil oyunu vardır ve bunların kuralları ve oynanan oyundaki dillerin anlamı hakkında konsensuslar oluşur.
Güneştekin’in sergisini gezerken gördüğüm harf meleği heykelinin önünde Wittgenstein’ın bu düşünceleri geldi aklıma.
***
düşünmek, bambaşka duygular hissetmek istiyorsanız bu Kayıp Alfabe sergisine mutlaka gitmelisiniz. müzeden çıkarken girenden daha farklı olduğunuzu mutlaka hissececeksiniz.