Eski Yunan’ın iki büyük filozofundan biri olan Plato, ideal yönetim biçiminin bir bilge kral tarafından yönetilmek olduğunu düşünüyordu.
Kendi çıkarını değil toplumsal çıkarı düşünecek ve her zaman adil olacak bir bilge kral bulmak kolay değil tabii.
O yüzden bu rejimin zaman içinde bozulacağını ve eğer tek bir aile etrafında olursa monarşiye, pek çok ailenin söz sahibi olmasıyla gerçekleşirse ise aristokrasiye evrileceğini söyler Platon ideal yönetimin. Yani idealden uzaklaşmaya başlar.
Rejimler bozulmaya, dejenere olmaya devam ederler Platon’a göre ve ardından “timokrasi” adını verdiği yönetim biçimi gelir. Artık şan şöhret arayan, kendi zenginliğini arttırmaya çalışanlar yönetmektedir ülkeyi (veya şehir devletini).
Ama bozulma burada da durmaz. Derken büyük düşünürün ‘oligarşi’ adını verdiği yönetim gelir. Zenginlerin yönettiği, yurttaşların ezici çoğunluğunun ise hor görüldüğü bir yönetim biçimidir bu.
Tabii yurttaş çoğunluğu buna itiraz eder ve yönetim bir kez daha dejenere olup bu kez ‘demokrasi’ adını alır. Demokrasi de sıradan insanların yönetimidir. Sıradan insanların başarılı olabilmesi, bütün topluma fayda üretebilmesi imkansız gibidir Platon’a göre. Aksine o yönetim kaos yaratır.
Dejenerasyon hızlanır, en sonunda bir zamanlar oligarşiyi devirmek için ayaklanan insanlar bu kez kendilerini kurtaracak yeni bir lider aramaya başlarlar. O lider de Platon’un “bütün yönetim biçimlerinin en kötüsü” dediği tiranlığını kurar, öyle yönetir.
Platon, Batıda siyaset ve siyasal yönetimlerin nasıl olması gerektiği hakkında düşünce üretmiş ilk insanlardan biriydi, bir anlamda bugün adına “siyaset bilimi” denen disiplinin ilk düşünürlerindendi.
Onun ideal yönetim biçiminin “bilge kral”ı, kanunların üstündeydi. Öyle ya, neredeyse sıfır egoyla ülke yönetmesini beklediğiniz, kendini feda edip ülkesinin geleceği için gece gündüz çalışan birinin, üstelik “bilge” birinin yasaları çiğnemesi söz konusu bile olamazdı. O yüzden Platon kendi kralını yasaların üzerinde görmüştü.
Öğrencisi Aristo bu görüşe karşı çıkıyordu. Ona göre herkes gibi kral da, bilge olsun olmasın kanunlara uymakla yükümlüydü ve kanuna aykırı davranırsa kanun onu yargılamalıydı.
Modern hukuk devletinin kabaca 2500 yıl önce yaşanan bu tartışmadan doğduğunu söylemek yanlış olmaz. Bugün insanlık çoğunlukla Aristo’nun düşündüğü gibi düşünüyor: Kanunlar, kralları, Cumhurbaşkanlarını, Başbakanları da bağlar.
Amerikan Başkanı Donald Trump göreve başladığından beri, esasen modern anlamda hukuk devletini ve kuvvetler ayrılığına dayalı demokrasiyi kurmuş olan ülkede, yani Amerika Birleşik Devletleri’nde bir hukuk devleti tartışması başladı.
Amerikan Anayasası, devleti birbirine eşit üç gücün oluşturduğunu söyler. Yürütme, yani başkan bir güçtür. Yasama, yani Kongre bir başka güç. Ve son olarak yargı elbette.
Bu sistem 18. yüzyılın sonunda ABD’de kuruldu ve o günden bugüne ABD’nin kesintisiz bir anayasal demokrasi olmasını sağladı.
Bu sisteme “denge-denetim sistemi” deniyor; ABD söz konusu olduğunda bu temel güçler ayrılığının dışında başka pek çok denge-denetim unsuru da var. Örneğin eyaletlerin merkezi yönetime karşı güçleri de birer denge-denetim unsuru.
Trump, göreve başladığından beri bir “başkanlık kararnamesi” fırtınası esiyor. Bu kararnamelerin nihayetinde Amerikan Anayasasına uygun olmaları gerekiyor ama bunlardan bazıları mahkemeler tarafından anayasaya aykırı bulundu ve uygulamaları durduruldu. Ama Trump yönetimi bu durdurma emirlerine her zaman uymuyor, bazı mahkeme kararlarını uygulamadı. Konu yakında Amerikan Anayasa Mahkemesi gündemine de gelecek.
Ama yürütme erkinin gücünün sınırları konusu Amerika’da bugünlerin başlıca tartışması.
Amerika’nın Başkan Yardımcısı JD Vance parlak bir isim ve ülkenin en saygın hukuk okullarından biri olan Yale’den mezun.
Vance, mahkemelerin verdiği bu yürütmeyi durdurma kararlarına itiraz ederken “Hakimlerin yürütmenin meşru yetkisini kontrol etmelerine izin verilmez” deyiverdi.
Oysa kuvvetler ayrılığı tam da budur; idarenin yetkilerini kullanırken hukuka uygun hareket etmesini sağlamak için bu sistem var ve 250 yıldır Amerika’da başarıyla uygulanıyor. Güçlerini kullanmaya en meraklı başkanlar bile mahkeme kararlarına uydu. Şimdi JD Vance, seçmenlerin oy vererek meşruiyetini onayladığı br yönetimin kararlarının sorgulanamaz olduğunu, yargı denetiminin üzerinde olduğunu iddia ediyor.
Türkiye için son derece tanıdık olan bu tartışmanın Amerika’da da yaşanması çarpıcı elbette.
JD Vance’den sonra Başkan Trump aynı konuya girdi geçen gün ve bir tweet atarak, “Vatanı kurtaran kişi, herhangi bir yasayı ihlal etmiş olmaz” diye yazdı.
He who saves his Country does not violate any Law.
— Donald J. Trump (@realDonaldTrump) February 15, 2025
Bu cümle, 1970 yapımı Waterloo filminde geçiyor, filmde cümleyi Napolyon Bonapart söylüyor. Napolyon’un gerçekten böyle bir cümlesi var mı yok mu bilinmez ama cümlenin onun ağzına çok yakıştığı hemen görülüyor.
Trump, aynen Platon’un bilge kralı gibi kanunların üzerinde olduğunu söylüyor bütün ülkesine.
Geçenlerde Amerikalı komedyen Jon Stewart’ın bir programını izledim, siyaset hakkında çok keskin gözlemleri olan komedyen, Trump yönetiminin geçmişe, Amerika’yı kendi geçmişine döndürdüğünü çok eğlenceli biçimde anlatıyordu, o videoyu buraya koyuyorum.
Şimdi tabii bu geçmişe ışınlanma konusunda yeni bir aşamaya gelindi, Jon Stewart bunu kaçırdı galiba: Bundan 2500 yıl öncenin tartışmasına geri ışınladı bizi Trump.
Ama korkarım orada kalmayacak, daha eski zamanlara da dönmek isteyecek.