Kendinizi herhangi bir Ukraynalı’nın yerine koyun.
Eğer yaşınız yetiyorsa zaten kendi gözlerinizle görmüşsünüzdür, yetmiyorsa da son üç yılda bu öykü o kadar çok defa anlatıldı ki, bizzat tanık olmuş gibi bütün ayrıntılarını biliyorsunuzdur zaten.
Bundan 30 yıl önce, 1994’ün 5 Aralık günü, tarihe “Budapeşte Memorandumu” adıyla geçen bir belge imzalandı. Temelde ABD, İngiltere ve Rusya arasında imzalanan bu belgeye diğer iki BM Güvenlik Konseyi Daimi üyesi Fransa ve Çin de kenardan ve zayıf da olsa destek verdiler.
Neydi imzalan bu belge ve ne diyordu? Özeti şu: Hepsi de bağımsız birer ülkeye dönüşmüş olan eski Sovyet Cumhuriyetleri Ukrayna, Belarus ve Kazakistan, Sovyetler Birliği döneminde ülkelerine yerleştirilmiş olan nükleer füzeleri ve başlıkları Rusya Federasyonuna teslim edecekler; bunun karşılığında Rusya, ABD ve İngiltere bu ülkelerin toprak bütünlüğünü garanti edecek ve bu teslim edilen silahların bu ülkelere karşı kullanılmayacağına söz verecek, özellikle Rusya bu ülkeleri kendine itaate zorlamak için ekonomik baskı bile yapmayacaktı.
Konumuz Belarus veya Kazakistan değil Ukrayna. Bu üç ülke içinde en zengin, en gelişmiş insan kaynağına sahip ülke Ukrayna’ydı ve nasıl Ruslar komünizm sonrası zengin olmak, Batılı hayat tarzına ve Batılı tüketim kalıplarına sahip olmak arzusunu duyduysa Ukraynalılar da bunu duydu.
Kısa sürede, aynen Rusya’da olduğu gibi Ukrayna’da da Batı tarzı bir demokrasiye, özgürlüklere sahip olma arzusunu dile getiren siyasi akımlar da belirdi.
1994’te alınan güvenlik garantilerine rağmen Ukrayna’nın Rusya ile dikkatle yönetilmesi gereken hassas ilişkileri vardı, bu ilişkiler Batı ile daha fazla yakın olmak isteyen siyasi akımlara çok da uyan şeyler değildi.
Kaldı ki Batı da rahat durmuyor, Ukrayna içindeki bu akımları sürekli destekliyor, onlara vaatlerde bulunuyordu. Bu vaatlerin en keskinleri, Ukrayna’yı NATO üyesi yapmak ve sonra da Avrupa Birliği’ne almakla ilgiliydi. Nitekim, eski Sovyet Cumhuriyetleri olan üç Baltık ülkesi NATO’ya da AB’ye de girdi. Eski Doğu Blokuna mensup bütün Doğu Avrupa ülkeleri de hem NATO hem AB üyesi oldular.
Her neyse lafı fazla uzatmadan söyleyeyim: 1994’te Rusya adına o anlaşmaya Boris Yeltsin imza atmıştı. Sonra Yeltsin gitti, yerine Vladimir Putin geldi ve çökmekte olan Rusya imparatorluğunu yeniden ayağa kaldırmak için kuvvetli girişimlere başladı. İçte Çeçenistan savaşının bozduğu istikrarı önce bu ülkedeki isyanı vahşice bastırarak yeniden kurma yoluna gitti, ardından sıra ekonomiye ve derken en sonunda Rusya’nın kendine “hayat sahası” olarak gördüğü Batı sınırındaki ülkelerle ilişkilere geldi.
Batı, Bulgaristan, Romanya, Moldova, Ukrayna ve Gürcistan’ı “Barış için işbirliği” adı altında NATO’ya almak için ön girişimlere başlamıştı. Rusya bunu kendine tehdit görüyordu. Rusya neden böyle bir tehdit algısına sahipti, son derece tartışmalı bir durum ama tartışmanın anlamı yok, Rusya NATO’yu kendi varlığına karşı bir tehdit olarak gördü.
Vladimir Putin, 2007’de düzenlenen Münih Güvenlik Konferansı’nda bir konuşma yaparak Batıya meydan okudu. Hemen ardından ülkesinin askeri doktrinini değiştirdi ve açıkça Batı karşıtı bir noktaya geçti. Yani Rusya ile NATO bir kez daha hasım haline geldi.
1994 anlaşmasından 20 yıl sonra, 2014’te Rusya, Ukrayna’da kendine yakın Cumhurbaşkanının sokak gösterileriyle görevden uzaklaşmak zorunda kalmasını bir fırsata çevirip Ukrayna’yı askeri işgale girişti. Kırım Yarımadasını işgal edip Rusya’ya ilhak etti. Ayrıca Ukrayna’nın doğusunda bazı bölgeler Rus yanlısı milislerin eline geçti.
Kısacası 1994 anlaşması net biçimde ihlal edildi ama Ukrayna’ya “toprak bütünlüğünü koruma” garantisi veren ABD ve İngiltere asker anlamda hiçbir şey yapmadı, sadece Rusya’ya ambargolar uygulandı. Bu, Putin’e ve Rusya’ya Batı tehdidinin kendi sandıkları kadar gerçek olmadığını gösterdi, daha ileri gitmeleri için özgüven kazandırdı.
2022’de Rusya işte o “daha ileri” hareketini yaptı; Ukrayna’da Volodimir Zelenski’nin seçimle iş başına gelmesini “tehdit” olarak gördü, rejim değiştirmek ve Belarus’ta olduğu gibi sözden çıkmayacak bir yönetim kurmak için Ukrayna’yı işgale girişti.
Ukraynalılar yine askeri olarak garantörlerini arkalarında göremediler, kendileri Rusya’ya karşı savaşmak zorunda kaldı. O garantörler uzaktan silah yardımı yapmakla yetindiler, bu yardımları yaparken bile çok korkak davrandılar, örneğin Ukrayna’ya gerçek bir hava savunma sistemi bugün dahil sağlamadılar, Ukrayna’nın yok olan hava kuvvetlerini yerine koymakta çok geç kaldılar.
Ve şimdi savaşın üçüncü yılında, savaşın kendisi korkunç bir siper savaşına dönüşmüşken Ukrayna’yı satıyor Batı. Daha doğrusu henüz bütün Batı değil, sadece Amerika satıyor ama görürsünüz korkak Avrupalılar Rusya’nın “Valla billa sizi işgal etmeyeceğim” demesini bile güvenlik garantisi olarak alıp Ukrayna’yı feda edecekler sonunda bence.
Şimdi kendinizi Ukraynalı bir kişinin yerine koyun ve düşünün: Bu Batıya güvenir misiniz?
Amerika sizden ülke kaynaklarınızın yarısına bir sömürge gibi el koymayı istiyor, karşılığında en ufak bir güvence bile vermiyor.
Avrupalılar, “Eyvah Amerika bizi yalnız bırakıyor” diye telaşa kapılmış durumda.
Ben Ukraynalıların yerinde olmak istemezdim doğrusu.