Berlinale günlüğü: ‘Parazit’ten sonra gelen bilim kurgu ve Altın Ayı’nın ayak sesleri
22 Şubat 2025

Güney Koreli yönetmen Bong Joon Ho, Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye kazanan, arkasından da En İyi Film dahil dört Oscar alan filmi ‘Parazit’ten altı yıl sonra ABD, Güney Kore yapımı bilim kurgu, kara komedi ‘Mickey 17’ ile karşımızda. Berlin Film Festivali’nin Berlinale Special Bölümü’nde gösterilen film, mart ayında tüm dünyada gösterime girecek.

Yeni bir dünya kurulur…

Başrolünde Robert Pattinson’un yer aldığı ‘Mickey 17’, günümüzden 30 yıl sonra, 2054’de geçiyor. Dünya yaşanmaz bir yere dönüştüğü için yeni gezegenlere gitmek ve koloniler kurmak zorunlu olmuş. Kaybettiği iki seçimden sonra kilisenin yönettiği göç projesinin başına geçen politikacı Kenneth Marshall (Marc Ruffalo) bu koloniyi faşizan kurallarla yönetiyor. (Marshall’ı ABD Başkanı Trump olarak da izleyebilirsiniz. Benzerlik çok açık)

Kahramanımız Mickey borçları nedeniyle peşinde olan mafyadan kaçmak zorunda olduğundan Niflheim gezegenine gitmek için gönüllü yazılıyor. Ancak katıldığı projenin sözleşmesini dikkatli okumadığı için başına gelmeyen kalmıyor. Mickey’in vücudu taranıyor, hafızası arşive kaydediliyor ve böylece her zaman klonlanması mümkün oluyor. Öldüğü zaman üç boyutlu bir yazıcı ile vücudu yeniden yaratılıyor. Böylece en tehlikeli deneylerde kullanılabiliyor.

Çıkan bir salgın hastalıkta uygun aşının bulunabilmesi için defalarca ölmesi gerekiyor. Filmde karşımıza çıkan Mickey, daha önce 16 kez öldüğü için Mickey 17 olarak anılıyor. Filmin başında yeniden ölmesi gerekirken gezegenin gerçek sakinleri olan karından bacaklı yaratıklar tarafından kurtarılıyor. Bu yaratıklar korkunç görünümlerine karşın çok iyi niyetli ve barışsever, kötü olan insanlar.

Edward Ashton’un 2022 yılında yazdığı romandan sinemaya uyarlanan ‘Mickey 17’ büyük bir bütçe ile çekildiği ve yüksek yapım kalitesine sahip olduğu her sahnesinde belli olan, bilim kurgu türünün bütün klişelerini kullanan, bazen bunları tersine çeviren, komik diyaloglarla izleyiciyi güldüren, eğlenceli bir film. Çizgi roman filmleri ile benzerlikler içerse de, dünyanın bugünkü durumuna, yaşanan adaletsizliklere de parmak basıyor. Özellikle genç izleyici kitlesinin yoğun ilgisi ile karşılaşacağını söyleyebiliriz.

Hayvanları iyileştiren küçük kız

Ivan Fund’un yönettiği, Arjantin, İspanya, Uruguay ortak yapımı ‘Mesaj / El Mensaje’ Arjantin taşrasında geçen, siyah beyaz çekilmiş bir yol filmi. Tuhaf yetenekleri olan ve hayvanlarla telepatik ilişki kurabilen küçük bir kız var. Koruyucu anne-babasının minibüsü ile aile dere tepe dolaşıyor. Kız hasta hayvanları tedavi ediyor, parayı anne-baba alıyor. Kedilerin, köpeklerin getirilmesi bile gerekmiyor. Kız fotoğraflara bakarak hayvanlarla iletişim kurabiliyor.

Durağan bir film. En çok aklımda kalan çok baskın ve rahatsız edici müzik, hiç olmamış. En kötü film müziği ödülü var mı diye düşünürken gözlerim kapanıvermiş. Filmin son 10 dakikasında uyandım. Yanımda oturan Alin Taşçıyan filmi beğendiğini söyledi. Alin eski arkadaşım. Onun zevkine güvenmem gerek.

Düşündüm de 2003 yılından bu yana Berlinale Palast salonunda, balkonun sağ tarafında, önden üçüncü sırada Alin ile birlikte film izliyoruz. Neden hep aynı koltuklarda oturmak istiyoruz sorusuna bir cevap bulamadım.

Yine yeniden ‘Kar Kraliçesi’

Marion Cotillard’ın oynadığı, Lucile Hadzihalilovic imzalı ‘Buzdan Kule / The Ice Tower’ filminden de birkaç cümle ile söz etmeliyim. Filmin çıkış noktası Hans Christian Andersen’in ‘Kar Kraliçesi’ adlı masalı.

Bir yetim yurdundan kaçan genç bir kız geceyi geçirebilmek için bir binanın camını kırıp içeri giriyor. Bina bir film stüdyosu ve ‘Kar Kraliçesi’ ile ilgili bir film çekiliyor. Kraliçe rolündeki Marion Cotillard çok kaprisli, sorunlu bir yıldız, yönetmen başta olmak üzere herkesin canına okuyor: “Ne makyaj doğru, ne ışık, ne de kamera. Sahneyi yeniden çekmeliyiz.” Film seti biraz dağınık, nasıl oluyorsa bizim kızı figüran sanıyorlar. Sonra kız ile Marion Cotillard arasında tuhaf bir ilişki başlıyor. Hepsi bu. İzlenmesi zor bir film.

Ethan Hawke ödül alırsa kimse şaşırmasın

‘Blue Moon’un yönetmeni Richard Linklater, başrolde de Ethan Hawke var. Filmin Türkçe çevirisi yok, çünkü ‘Blue Moon’ bir şarkı adı. 31 Mart 1943’te, New York’ta Sardi’nin barında, bir gecede, gerçek zamanda geçen filmde, Broadway’in en ünlü şarkı sözü yazarlarından Lorenz Hart’ı canlandıran Ethan Hawke, herhalde meslek hayatının en iyi performansını gösteriyor. 100 dakika boyunca, filmin her sahnesinde var olan oyuncu, ödül töreninden elinde bir Gümüş Ayı ile ayrılabilir. ‘Blue Moon’ ödüllerde göz ardı edilemeyecek bir film. En İyi Film, yönetmen, ya da senaryo ödülünde de iddialı olabilir.

Favori ‘Mavi Yol’

Bu yıl çok iyi filmler izleyemediğimiz Berlin’de herkesin favorisi Brezilya filmi ‘Mavi Yol’. Ancak jürinin nereye konacağı hiç belli olmaz. Kesin olan Almanya’ya bir ya da iki ödül çıkacağı. Ödül töreninden izlenimler bir sonraki yazının konusu olacak.   

Berlinale günlüğü: Almanya'dan aile manzaraları, Romanya'dan vicdan azabıBerlinale günlüğü: Almanya’dan aile manzaraları, Romanya’dan vicdan azabı

Berlinale günlüğü: Bir yanda grev diğer yanda Çin'in gövde gösterisiBerlinale günlüğü: Bir yanda grev diğer yanda Çin’in gövde gösterisi

Berlinale günlüğü: Yaşlıların özgürlüğe kaçışı 'Mavi Yol'Berlinale günlüğü: Yaşlıların özgürlüğe kaçışı ‘Mavi Yol’

Berlinale günlüğü: Eskiden filmler daha mı güzeldi?Berlinale günlüğü: Eskiden filmler daha mı güzeldi?

Berlinale günlüğü: Festivalde gündem yapay zeka!Berlinale günlüğü: Festivalde gündem yapay zeka!

Berlinale günlüğü: Bir yanda terör saldırısı bir yanda festival!Berlinale günlüğü: Bir yanda terör saldırısı bir yanda festival!

Berlinale günlüğü: Politikanın gölgesi 75. yılını kutlayan festivalin  üzerine düşüyorBerlinale günlüğü: Politikanın gölgesi 75. yılını kutlayan festivalin  üzerine düşüyor

ÇOK OKUNANLAR