Pierre Loti: Bir Şark Hayali mi, Yoksa Gerçek Bir Dost mu?
23 Şubat 2025

İstanbul’a iş toplantıları için geldim ve küçük bir boşluk yaratınca son sürat Pier Loti’nin evine, kahvesine gittim. Yıllar önce görmüştüm ama nedense içimden gelen ses bir kez daha ziyaret etmemi telkin ediyordu İstanbul’un kara teslim olduğu o gün.

Pierre Loti, dünya denizlerinde rüzgârın götürdüğü her yere ulaşmış bir Fransız donanma subayıydı. Ancak adını en çok İstanbul’la, Haliç sırtlarında o tepeye ve kahveye verilmiş ismiyle hatırlıyoruz.

Hep kendime sordum: Onu böylesine sahiplenişimiz bir romantizm mi, yoksa hak edilmiş bir vefa mı?

Loti’yi gerçekten bir Osmanlı dostu ve Doğu âşığı olarak mı okumalıyız, yoksa bu bir oryantalist hayranlıktan ibaret mi?

Hakkında yazılanlar, Loti’nin tam bir muamma olduğunu gösteriyor. Kimi onu en kara günlerinde Osmanlı’nın yanında durmuş bir vicdan adamı olarak anlatıyor, kimi ise Çanakkale’de Osmanlı’ya karşı savaşmış bir Fransız subayı olarak kuşkuyla yaklaşıyor. Nâzım Hikmet, onu emperyalizmin sinsice Doğu’ya sokulmuş bir ajanı olarak sert dille eleştirirken, Abdülhak Şinasi Hisar gibi bazı Türk yazarları onu İstanbul’un ruhunu en iyi anlayan Avrupalı olarak selamlıyor.

Gerçek adıyla Louis Marie Julien Viaud, yani Pierre Loti, Osmanlı topraklarına ilk kez 1870’te İzmir’e ayak basarak girdi. 1876’da Selanik’te, bir Müslüman mahallesinde dolaşırken “Aziyade” adını vereceği Hatice ile karşılaşması, onun Doğu’ya olan bağlılığını perçinleyen bir dönüm noktası oldu.

Bu aşk, günlüğüne ve sonra romanına döküldü; İstanbul, onun için artık sadece bir liman değil, ruhunun demir attığı bir yer oldu.

Loti, Osmanlı’nın çöküş sürecinde Avrupa’nın haksız politikalarına karşı ses yükselten nadir Batılı yazarlardandı. “Can Çekişen Türkiye” adlı kitabında Osmanlı’nın maruz kaldığı baskılara karşı sert eleştiriler getirdi. Özellikle 1919-1922 arasında, işgal altındaki İstanbul’da Fransa’nın da içinde olduğu Batılı güçleri eleştiren yazılar kaleme alması, ona Osmanlı aydınları nezdinde büyük bir itibar kazandırdı.

Ancak mesele şu ki, Pierre Loti sadece Osmanlı İstanbul’una değil, Doğu’nun mistik atmosferine de tutkuluydu. Polinezya’dan Afrika’ya, Hindistan’dan Osmanlı’ya kadar gittiği her yerde egzotik olanın peşindeydi. Fransa’da ona gösterilmeyen saygıyı İstanbul’da buldu ve belki de bu yüzden kendini bir Türk gibi hissettiğini söyledi. Ancak aynı Loti, Fransız sömürgeciliğini Afrika’da destekleyen, Batı’nın doğrudan müdahalelerine itiraz etmeyen biri olarak da tarihe geçti.

Bilemiyorum, onun İstanbul’a duyduğu aşk ne kadar içtendi, ne kadar egzotik bir macera arayışının parçasıydı?

Hakikat şu ki, Pierre Loti Osmanlı İstanbul’unun büyüsüne kapıldı ve belki de hayatının en mutlu yıllarını burada geçirdi. Ama onu bir “Türk dostu” olarak kutsamak da, emperyalizmin bir parçası olarak tamamen reddetmek de eksik bir okuma.

Sonuçta Pierre Loti, Doğu’yu kendince romantize eden, Osmanlı’nın çöküşü karşısında nostaljiye kapılan, Batı’nın materyalist dünyasına alternatif olarak İstanbul’un ruhunu keşfeden bir figürdü. Belki bir ajan, belki bir romantik seyyah, belki de sadece doğru zamanda doğru yerde bulunmuş bir adam…

1923’te Fransa’da öldüğünde, İstanbul hâlâ onu bekleyen bir sevgili gibi Haliç’teki tepesinde adını taşıyan kahvesiyle var olmaya devam ediyordu.

ÇOK OKUNANLAR