İngilizce bir kelime ‘disruption.’ Türkçede “bozulma” diye de söylenebilir, “sekte vurma” diye de.
Ama bu olumsuz anlamlı sözcük, 1995’ten beri Amerika’dan başlayarak dünyanın dört bir yanına çok olumlu bir iş yapma yöntemi olarak yayılmaya başladı. Sebebi, Joseph L. Bower ve Clayton M. Christensen adlı iki kişinin ünlü Harvard Business Review dergisine yazdığı bir makale, ardından yayınladıkları bir kitap.
Aslında kavramın kökleri Amerikalı iktisatçı Joseph Schumpeter’in geliştirdiği “yaratıcı yıkım” kavramına gidiyor. ‘Disruption’dan kasıt, herhangi bir iş alanında ortaya çıkan teknolojiye dayalı inovasyonun geçmişin kurallarını veya yapısını sekteye uğratması, bu sayede zaten yenilik olan bu şeyin etkisinin daha da büyümesi.
Verilen en klasik örnek şu: 19. yüzyılın sonunda otomobilin icadı önemli bir teknolojik yenilikti ama “disruptive” değildi. Çünkü otomobiller çok pahalıydı, ancak belirli kişiler sahip olabiliyordu. Ama ne zaman Henry Ford sonradan “Ford zinciri” olarak bilinecek üretim metodunu buldu ve seri üretime başlayıp otomobilin fiyatını ucuzlattı, o zaman “disruptive” oldu.
Bilgisayarlar öteden beri vardı ama 80’lerin başında Microsoft ve Apple kişisel bilgisayar çağını başlattı, işte bu disruptive oldu.
Bu olağanüstü örnekler yüzünden bugün dünyanın dört bir yanında “disruption” kelimesi bir çeşit yeni devrimcilik anlamı kazanmaya başladı, İstanbul’da bile “DisruptIstanbul” diye toplantılar yapıldı.
Bir anlamda bir çeşit radikallik ve radikal devrimcilik olarak kutsandı “disruption.” Kelimenin olumsuz anlamını hatırlayan kalmadı gibi bir şey artık.
Ama mesele sadece kelimeden ibaret değil. Bu anlayışın ve arayışın bir çeşit ideoloji haline gelmesi, iş dünyasından başlayarak herkesin kendi sahip olduğu bakış açısından şüpheye düşüp tamamen farklı bir açıdan bakmak için kendi kendini sorgulaması, zaman zaman sırf “disruptive” olmak adına tuhaf şeyler yapılması ve bu anlayışın bir teknolojik inovasyon konusu olmaktan öteye geçip yönetim bilimle ilgili her alana yön veren bir bakış açısına dönüşmesi son 25-30 yılın bir gerçeği olarak karşımızda duruyor.
Şimdi tam da bu anlayışla ülke yöneten, yönettiği ülkenin özellikleri yüzünden dünyayı da yöneten bir kişi var karşımızda: Donald Trump.
Trump her bakımdan alışıldık olanın, normal ve olağan kabul edilenin dışında hareket etmeyi kendine şiar olarak edinmiş bir isim olarak karşımızda.
Örneğin Elon Musk’a verdiği role bakın. Bir teknoloji milyarderi olarak Musk tam da bu “disruptive” ideolojinin göbeğinden geliyor ve şimdi yanında bir grup genç insanla Amerikan devletinin içine daldılar, tasarruf edecek kalemler arıyorlar. Yeterince buldukları söylenemez, bulduk dedikleri şeylerin önemli bölümü yanlış çıkıyor, The Wall Street Journal gazetesinin yaptığı hesaba göre yaklaşık bir aydır yarattıkları büyük rahatsızlığın sonunda tasarruf edebildikleri rakam sadece 7 milyar dolar ama olsun, Trump onları destekliyor.
Çünkü Trump iktidara bu vaatle geldi, federal hükümeti gerekirse yıkma, Washington’un ülkenin önüne set çekmesine mani olma vaadiyle. Şimdi bir deneme yapıyorlar, umdukları şey buradan bir “yaratıcı yıkım” çıkarmak, Amerika’yı baştan sona yenilemek ve bunun için önce eski Amerika’yı yıkmak gerektiğini düşünüyorlar. Saldırmadık yer ve yıkılmadık tabu bırakmamaya kararlı gibiler.
Yalnız bir büyük problem var: Bugüne kadar başarılı olmuş hiçbir disruptive teknoloji ve iş yapma yeniliği önceden tahmin edilmiş değil. Biz bunların ne kadar başarılı olduklarını ancak ve ancak başarı ortaya çıktıktan sonra anladık ve onlara “disruptive” adını koyduk.
Tam tersine bazı yenilik ve teknolojilere daha onlar ortada yokken disruptive dedik ama onlar başarılı olmadılar. Örneğin kişilerin kendi DNA dizilimlerini öğrenecek olması bir büyük disruptive devrim olarak takdim edildi, birkaç yıl boyunca çok başarılı bir iş kolu olarak da devam etti ama bugün kişilere DNA dizilim hizmeti veren şirketler batmanın eşiğinde.
Yapay zekanın disruptive olacağı, dünyayı baştan sona değiştireceği söyleniyor ama pazarlama dünyasını ve kısmen de bilim dünyasını değiştirmek dışında henüz bir başarısına tanık değiliz bu teknolojinin, yapay zeka üzerine çalışıp bu işten para kazanan şirket de henüz yok meydanda.
Mesela Nikola diye bir şirket vardı; hidrojenle çalışan kamyonlar yapacaktı, o kamyonlara gereken hidrojeni de küçük küçük benzin istasyonu gibi yerlerde güneş enerjisiyle elde edecekti. Bu şirket bir ara kendisinin en büyük yatırımcılarından olan General Motors’dan daha yüksek piyasa değerine sahip oldu, bugün ise iflas halinde.
Peki ya Tesla’nın elektrikli kamyonları ne oldu? Oradan da ses gelmiyor. Taşımacılık endüstrisinde disruption hiç ummadık bir yerden geliyor: İleri doğru değil geriye doğru teknolojik inovasyon yapan gemicilik sektöründen. Rüzgarla çalışan yük gemileri sektörü hızla büyüyor. (Yelkenli değiller ama üzerlerinde rüzgar santralları taşıyorlar, orada üretilen elektrikle ve hibrit motorlarla hareket ediyorlar.)
Ama tabii iş dünyasında bir teknolojinin veya yeniliğin başarılı olup olmamasının önceden garantisinin bulunmaması sonunda yatırımcının ve girişimcinin riski.
Oysa devlet yönetiminde bir teknolojinin veya yeniliğin başarısız olması öncelikle o kocaman ulusun riski. Tabii söz konusu olan Amerika olunca, risk dünya çapında da yayılıyor.
Amerikan ekonomisinin bu denemeden hasarlı çıkması, Amerika’nın bütçe açıklarının azalmak bir yana artması, ülkede enflasyonun yükselmesi, hele hele Amerikan dolarına dünya çapında duyulan güvenin aşınması dünyanın geri kalanı için çok ama çok büyük riskler.
Elon Musk’ın Twitter’daki bütün mühendisleri ve sistemin iç güvenliğini sağlayan elemanları işten çıkartması onun riskiydi, nitekim şimdi Twitter’ı satın almak için kullandığı kredilerini geri ödeyemez durumda, şirketin değeri üçte birin altına düştü.
Ama buna benzer bir şeyin Amerikan hükümetinde olması, mesela ülkenin nükleer füzelerinden sorumlu birimdeki insanların işten çıkarılmasıyla doğan güvenlik açığı hepimizi ilgilendiriyor.
Musk daha iki gün önce bütün federal devlet memurlarına son bir hafta içinde ne iş yaptıklarını sordu. Ne yaptığını anlatmayanı ve anlamlı bir şey yapmadığını düşündüklerini işten atacaktı. Dün CIA, FBI, Pentagon gibi kurumlar çalışanlarına “Sakın Musk’ın sorusuna cevap vermeyin” diye talimat verdi.
Start-up şirketler disruption yapmaya uğraşırlar ve uğraşmaya da devam edecekler. Ama mesela Apple’ın, mesela Google’ın, mesela Microsoft’un öyle bir lüksü yok. Amerikan hükümetinin de yok.