Futbol… Sadece bir oyun mu, yoksa hayatın en çarpıcı yansımalarından biri mi?
Kimi için çocukluk sokaklarının değişmez ritmi, kimi için bir aidiyet duygusunun en güçlü tezahürü… Kimileri yalnızca sahadaki oyuna odaklanır, kimileri ise tribünlerin dalga dalga yayılan coşkusunda kendini kaybeder.
Ben ise futbolu uzun zamandır uzaktan izleyenlerdenim. Gençlik yıllarımda orta sahada top koşturduğum günlerden sonra, bu büyülü dünyaya mesafeli durmayı seçmiştim.
Ancak bir dostun (Okan Demirkan) locasına nazik davetiyle, yıllar sonra tekrar stadyum atmosferine adım attığımda, bambaşka bir manzarayla karşılaştım.
Stadyuma Yolculuk: Sabır ve Bekleyiş
Maç akşam sekizdeydi. Ama o başlangıç düdüğü çalmadan altı saat önce yola çıkmak gerekiyordu. İstanbul trafiği, futbolun önündeki ilk rakip… Arabalar ağır aksak ilerlerken, sabır sınanıyordu. Bu bir maça gitmekten çok, bir ritüele katılmaya benziyordu.
Ve elbette çakarlı araçlar… İçlerinde kimler olduğu bilinmez ama belli ki bizlerle aynı maça gidiyorlar. Forslarını kullanarak sahada kamu hizmeti mi ifa edeceklerdi, yoksa stadyumda protokol tribününde mi boy göstereceklerdi? Devletin makam aracını bir futbol maçına tahsis etmenin izahını yapabilen varsa, dinlemek isterim.
O an kendimi bir anlığına Fransız hissettim; eşitlik ve adaletin, burada bile bir hayal olduğunu hatırlatan bir sahneydi bu.
Tribünlerdeki Ateş ve Taraftar Kültürü
Stadyuma adım attığımda, atmosfer damarlarıma işleyen bir elektrik gibi hissettirdi kendini. Tezahüratlar, marşlar, tribünlerde yankılanan dalgalar… Galatasaray taraftarı, 54 bin kişilik mabedi mutlak hâkimiyetine almıştı. Fenerbahçelilere ayrılan küçük cep, kalabalığın içinde yalnız bir ada gibi duruyordu.
Maç, futbol açısından büyük bir şölen değildi. 0-0 bitti. Ancak tribünlerde yaşananlar, sahadaki oyundan daha etkileyiciydi.
Fenerbahçeli taraftarların onca güvenlik önlemine rağmen havai fişekleri içeri sokup patlatmaları, bir kısmını Galatasaray tribünlerine fırlatmaları… Bu, sadece futbola odaklanmak isteyenlerin keyfini kaçıran bir sahneydi.
Tutku, neden bu kadar tehlikeli bir gösteriye dönüşmek zorundaydı? İşte o an anladım ki futbol, yalnızca bir oyun değil; bazen insanın içindeki en ilkel duyguları da açığa çıkaran bir sahneydi.
Futbolun Gücü: Bir Oyundan Daha Fazlası
Futbol, dünyanın en büyük ortak paydalarından biri… Afrika’nın tozlu sahalarında da, Avrupa’nın dev statlarında da aynı heyecan, aynı tutku… Devlet başkanlarından sokaktaki çocuğa kadar herkesi içine çeken bir girdap.
Bir futbol kulübünün başkanı olmak, bazen bir ülkeyi yönetmek kadar etkili olabilir. Siyasete mi girmek istiyorsunuz? Güçlü bir takımın başına geçin. Çünkü futbol, size sadece statü kazandırmaz; siyasetçilerin kapısını açan, iş dünyasında yeni yollar yaratan bir kaldıraç hâline gelir.
Ama bu güç her zaman iyiye mi hizmet eder? Futbol, bir toplumu birleştirebildiği kadar, en büyük ayrışmalara da sebep olabilir. Taraftarlık duygusu, milli kimlik kadar güçlü olabilir. Ve eğer bu duygu yanlış yönlendirilirse, bir oyunun çok ötesinde, tehlikeli bir kitle psikolojisine dönüşebilir.
İşte burada asıl soru ortaya çıkıyor: Futbolu nasıl görmek istiyoruz? Sadece bir eğlence olarak mı, yoksa toplumları şekillendiren bir fenomen olarak mı?
Takım Aidiyeti mi, Güzel Oyun mu?
Ben hiçbir zaman tam anlamıyla bir takıma bağlanamadım.
Gençlik yıllarımda Beşiktaş’a sempati duyardım, ancak zamanla fark ettim ki futbol benim için takımlardan ibaret olmamalı. Güzel oyunun peşinde olmak, bir formaya körü körüne bağlanmaktan daha anlamlıydı.
Londra’da Chelsea semtinde yaşıyorum ama bir kez bile Chelsea maçına gitmedim. Takım fanatizminin içine çekilmek yerine, futbolu saf haliyle izlemek bana daha cazip geliyor. Çünkü futbol, bir takıma duyulan aidiyetten çok daha büyük bir hikâye anlatıyor.
Bazen küçük bir köy takımının mücadelesinde, bazen Dünya Kupası finalinde… Ama esas olan, oyunun ruhunu anlamak ve onun keyfini çıkarmak.
Futbolun Dersleri
1.Futbol, sadece bir oyundur ama hayatın aynasıdır. Kazanmak, kaybetmek, şampiyon olmak ya da küme düşmek… Hepsi gelip geçici. Ama oyunun güzelliği, onun ruhunda saklıdır.
2.Taraftarlık tutkudur, ama akıl da gerekir. Rakip takımı aşağılamak, hakemi baskı altına almak, sahadaki oyuncuları hedef göstermek… Bunlar futbolun ruhunu kirleten hareketlerdir.
3.Spor ve hayat iç içedir. Futbol, yalnızca 90 dakikadan ibaret değildir. Ekonomileri, siyaseti, toplumsal dinamikleri etkileyen büyük bir güçtür.
4.Güzel oyunu izleyin. Kim daha yaratıcı, kim daha cesur, kim oyunu daha iyi okuyor? Futbol, sadece skor tabelasından ibaret değildir.
5.Maç atmosferini yaşayın ama hayatınızı unutmayın. Futbol tutkudur, ama hayatın tamamı değildir. Oyunun tadını çıkarın, ama asıl hikâyenizi onun ötesinde yazın.
Ve en önemlisi… Futbolu sevin. Ama körü körüne değil, anlayarak, hissederek, ruhunu kavrayarak. Çünkü futbol, yalnızca bir oyun gibi görünse de, aslında hayatın ta kendisidir.
Maçtan çıkıp Sabiha Gökçen Havaalanı’na doğru direksiyon sallarken bunları düşündüm. Yol uzundu ama zihnimde tek bir düşünce vardı: Futbol, sadece topun peşinde koşmak değil, hayatın içindeki en büyük oyunlardan biriydi.