Umarım bu hakim de Tüketici Mahkemesi’ne gitmez
05 Mart 2025

Bir arkadaşım gece mesaj yazmış, HalkTV davasında daha birinci celsede beraat kararı veren Asliye Ceza hakimi için “Vay be, ne cesur hakim” demiş.

Yıllardır söylüyorum, öyle tuhaf zamanlardan geçiyoruz ki, normali hatırlatmak, normal olanı yapmak neredeyse devrimci bir davranış artık.

Hakimin de normal bir kararı kolayca “cesaret” olarak yorumlanabiliyor.

Ne olduğunu kısaca hatırlatayım:

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, ciddi bir yargı kuşatması altında olduğuna, yargının siyasal niyetlerle hareket ettiğine ve nihai hedefin de kendisinin Cumhurbaşkanı adayı olmasını engellemek olduğuna inanıyor.

Başka pek çok kişi de onunla aynı fikirde. Yani İmamoğlu’nun ve CHP’li belediyelerin özellikle yargı tarafından sıkıştırıldığına, yargının adaleti sağlamak ve suçu cezalandırmak için değil siyasal maksatla hareket ettiğine, bu amaçla suç uydurduğuna inanıyor.

İmamoğlu bu inançla Ocak ayı sonlarında bir basın toplantısı düzenledi ve kendisiyle ilgili bir davada İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından sık sık görevlendirilen bir bilirkişiden, onun adını da vererek şikayetçi oldu.

İmamoğlu’nun basın toplantısının devam ettiği saatlerde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bir açıklama yaparak, bilirkişinin adını verdiği için İmamoğlu hakkında suç soruşturması açtıklarını duyurdu.

Savcılığın bu açıklaması, İmamoğlu ve onun gibi düşünenlerin “yargı kuşatması altındayız” şeklindeki görüşlerini daha da kuvvetlendirdi. Bu görüş kamuoyunda da yaygın olarak bulunduğundan, gazetecilerin olan biteni yakından izleyip bunu haber ve TV yayını konusu yapmaları son derece doğal.

İşte HalkTV de bu doğallık için yayınını yaparken İmamoğlu’nun suçladığı bilirkişiye de mikrofon uzatmak gibi gazeteciliğin son derece normal, sıradan işlerinden birini yaptı. Aynı zamanda Cumhuriyet gazetesi yazarı da olan HalkTV programcısı Barış Pehlivan telefonla bilirkişiyi aradı, görüşmeyi hoparlöre aldı, kanalın haber koordinatörü Kürşad Oğuz görüşmeyi kaydetti. Sonra da kanalın genel yayın yönetmeni Suat Toktaş bu kaydın yayınlanmasına karar verdi.

Kayıt, Barış Pehlivan ile Seda Selek’in ekranda olduğu canlı yayında yayınlandı.

Savcılık bu kaydın yayınlandığını görünce, hemen HalkTV programcıları hakkında bir soruşturma başlattı, Barış Pehlivan ile sunucu Seda Selek kanal binasında, HalkTV’nin sorumlu müdürü Serhan Asker ise Ankara’da gözaltına alındı.

Savcılık baştan bir soruşturma yapmadığı için Kürşad Oğuz ve Suat Toktaş’tan haberdar değildi. Meslektaşları gözaltına alınıp tutuklanma tehdidi altına girince Kürşad Oğuz ve Suat Toktaş kendilerini ihbar ettiler, savcılığa “Yanlış insanları gözaltına aldınız, kaydı biz yaptık ve yayınladık” dediler.

Savcılık tabii onları gözaltına aldı, elindeki üç gazeteciyi (Barış Pehlivan, Seda Selek ve Serhan Asker) adli kontrolla serbest bıraktı. Sonra Kürşad Oğuz’u da bıraktı savcılık ve bütün medya camiasını şaşırtan bir kararla Suat Toktaş’ın tutuklanmasını istedi, mahkeme de Toktaş’ı tutuklayıp cezaevine gönderdi.

Oysa ne atılı suç tutuklanacak kadar ciddiydi, ne ortada karartılacak delil ne de kendini ihbar edip savcılığa gelmiş olan Suat Toktaş’ın kaçma şüphesi vardı. Ama mahkeme Toktaş’ın henüz işleyip işlemediğini bilmediği (daha doğrusu ortada bir suç olup olmadığını bilmediği) bir konuda onun cezasını peşinen kesti, onu hapse gönderdi.

Savcılık neyse ki iddianamesini görece hızlı yazdı, bundan iki hafta önce beş gazeteci hakkında dava açıldı. O gün 10Haber bu iddianameyi “Gazeteciler yeni bir suçla tanıştı” başlığıyla yayınladı. İsmi zaten mahkeme tutanaklarında ve yazdığı raporlarda açıkça yazılı olan bir bilirkişinin adını “ifşa etmek” diye bir suç olabilir miydi? Kimse açıp sormazken onun kendini savunmasına fırsat veren bir yayıncılık suç olabilir miydi?

Dün bu davanın ilk duruşması yapıldı ve İstanbul 54. Asliye Ceza Mahkemesinin yargıcı daha ilk celsede bütün sanıkların beraatine karar verdi, dosyayı kapattı. Suat Toktaş 34 gün hapis yattığıyla kaldı ama yine de serbest kaldığı için sevinç içinde elbette. Savcılık istinafa gideceğini söylüyor.

İşte “cesur” denen yargıcın yaptığı bu. Bana göre hiç yargılanmaması gereken beş gazeteciyi ilk celsede beraat ettirmek.

Peki ama bu normal, sıradan davranış neden “cesaret” sayılsın?

Basit bir sebebi var: Halen cezaevinde yatan bir başka isim, Ayşe Barım için tahliye kararı veren hakimin başına gelenler yüzünden.

Burada adı geçen Ayşe Barım’ın durumu gerçekten ilginç; çünkü o bundan 12 yıl önce yaşanan sokak olaylarının “düzenleyicilerinden biri” olmakla ve “darbeye teşebbüs”le suçlanıyor. Türk adaleti 12 yıl boyunca bu denli ağır suçları işlediği iddia edilen kişinin farkına bile varmamış, o da aramızda dolaşmış, hatta zengin ve ünlü olmuş, delilleri karartmamış, yurt dışına kaçmamış.

12 yıl önce işlendiği iddia edilen ve henüz işleyip işlemediğini bilmediğimiz suçlarının cezasını peşinen çekmesi isteniyor Ayşe Barım’ın ve o yüzden tutuklu. Ama birkaç hafta önce İstanbul’da bir hakim onu tahliye edecek oldu, usul hukuku açısından son derece tartışmalı biçimde o hakimin kararı bir üst mahkeme tarafından kaldırıldı, sonra da hakim hakkında HSK soruşturma başlattı. Şimdi o hakim ciddi bir tenzili rütbe ile Tüketici Mahkemesi’ne gönderildi.

Oysa “yargı bağımsızlığı” kavramının en temel uygulamalarından biri “hakim teminatı”dır; hakimler aldıkları kararlardan ötürü cezalandırılmayacaklarını önceden bilmelidir ki, kararlarını özgür iradeleri ve vicdanlarıyla alabilsinler.

Ama uygulamada geçmiş bir ihbarı değerlendirip anında hakime soruşturma açmak, sonra da onu görevden almak bu “hakim teminatı”nı fiilen ortadan kaldıran bir şey.

İşte HalkTV çalışanları hakkında ilk celsede beraat kararı veren hakim o yüzden “cesur” bulundu arkadaşım tarafından.

Umarım o hakim de kendini Tüketici Mahkemesi vs bir yerde bulmaz sonunda ve yaptığının “cesaret” değil normal ve sıradan bir şey olduğu görülür.

ÇOK OKUNANLAR