SARIBAHÇE’DE FIRTINA DURULMUYOR
Magarsus / 2. Sezon
Hasret bitti ve BluTV’nin yerli dizisi ‘Magarsus’un merakla beklenen ikinci sezonu geldi. Sevilen isimlerin de dâhil olduğu yeni sezonda ana üçlümüz yine bizlerle. Yunus Ozan Korkut’un yönetmenliğini yapıp senaryosunu Mustafa Yürüktümen’le paylaştığı dizinin ikinci sezonundan henüz ilk bölüm yayınlandı. Gerisi peyder pey bizlerle.
Kurak ailesi, Adana’nın Magarsus Antik Kenti civarındaki Sarıbahçe’yi geliştirip bugünlere getiren ailedir ve bölgede yıllardır söz sahibidir. Yani Macondo için Buendialar neyse Sarıbahçeliler için de Kuraklar odur. Ancak, bölgenin narenciye tarımından da sorumlu olan Kurakların devri geçmek üzeredir. Irgatlarla araları bozulmaya başlamıştır, Amerikalı Golden & Orange şirketi Kurak Tarım’a rakip olmaktadır, Rusların kontrolündeki Kilisli bir aşiret bölgede uyuşturucu ticareti yapmak istemektedir, bunların sonucunda ailenin ve şirketin başındaki despot baba Halil Kurak (Ercan Kesal), Narenciyeciler Birliği Başkanı olarak bölgedeki güvenilirliğini yitirmeye başlamıştır.
Babanın ani ölümüyle birlikte çocuklar Tansu ve Turgut’un (Merve Dizdar, Çağlar Ertuğrul) şirketin başına geçme isteği ayyuka çıkar. Aslında klasik, şirketin başına kim geçecek temasını görüyoruz, ancak dizi bu temayı benzer yapımlardan daha kapsamlı işliyor. Zira bu veliahtların arasında vizyon ve misyon farkları var. Tansu ve Turgut üzerinden tahsillilik ile alaylılık, faydacılık ile idealizm, makine gücü ile emek gücü çarpıştırılıyor. Ve durumdan duruma biri üstün gelip çözümün tek olmadığı vurgulanıyor.
Bir de babalarının çok düşkün olduğu ama Tansu’yla Turgut’un hazzetmediği kuzen Beton (Berkay Ateş) var. Dayısının ölümüyle birlikte şirkette az da olsa hissesinin olduğunu öğrenmesiyle Beton da şirketin patronu olma adaylığını açıklıyor.
Hikâyenin küçük resminde aile içi hırslar ve iktidar çatışmaları olsa da büyük resimde iç ve dış siyaset, iş insanlarının her zaman temiz kalmayan ilişkileri gibi meseleler var. Aynı zamanda bu ölçekte bir şirket yönetmenin dış etkenlere ne kadar bağlı olduğunu görüyoruz: Aile içinde çatlama olmasa bile rakipler, yeni gelen oyun kurucular, göç gibi sosyolojik meseleler, genel ekonomik durum… En güzeliyse benzer temalı hikâyelerde es geçilen, ama ‘Magarsus’un değindiği iklim.
İkinci sezona nasıl girdik?
İklim krizinin hayatımızın her alanını nasıl etkilediğini hatırlatan dizide Kuraklara ilk meydan okuyan unsur kuraklık. Su kaynağının başını tutan aile ise Kuraklardan intikam almak istiyor ve diziye Nuran rolünde Hazal Türesan dâhil oluyor. Üzerinde nasıl taşıyacağını merak ettiğimiz Adanalı bir karakteri o da tıpkı Çağlar Ertuğrul gibi rahatlıkla kotarmış.
Tansu sezona değişmeden girenlerden. Dizideki lakabıyla Demir Leydi’liğine ve vizyonerliğine devam ediyor. Nuran’ın onu suyla tehdit etmesine karşılık damlama sulama yöntemine ve insansız tarıma geçmeye çalışıyor. Turgut’u ise depresyonda ve işi gücü boşlamış görüyoruz. Bağımlılığı nüksetmenin sınırında. Bu uysallık ona idealizm de yüklediğinden Tansu’nun soğukkanlı, akılcı, hatta kurnaz halinin ‘anti’si olmuş. Ailenin ve şirketin her işine koşsa da bertaraf edilmeye çalışılan mülayim ve izleyici dostu Beton’un ise Salim’e dönüşümü her anlamda hissediliyor. Üzerine küstahlık eklenmiş; Beton’u bu sezon buldumcuk bulduk. Artık o bizim için Salim.
Yeni sezondaki asıl meseleyse madenler. Tansu’nun Golden & Orange’la yaptığı anlaşmanın altın arama ayağını öğrenen Turgut toprakların zehirlenecek olmasına ve Amerikalılara peşkeş çekilmesine karşı çıkıyor. Bu meseleyle birlikte diziye yeni karakter Yılmaz, yani Bora Akkaş dâhil oluyor. Sarıbahçe’de siyanür istemeyen bir grupla eylemler düzenleyen Yılmaz hemen Salim’in radarına giriyor. Özetle ‘Magarsus’ bu sezonda da ülkenin iç-dış siyaset ve iş ilişkilerine de çevrecilik temasını da ekliyor. Ülkede yanlış giden her şeyi butik bir alana, Sarıbahçe’ye sığdırıp gözler önüne seren ‘Magarsus’ BluTV’de.
ÖLMEK ÜZERE, YARIN GÖRÜŞÜRÜZ!
Başka Bir Sen
Yerli yapımlardan devam edelim. Tatil günlerini romantik komedilerle değerlendirmeyi sevenlerdenseniz tercihinizi bir Disney+ orijinal filmi olan ‘Başka Bir Sen’den yana kullanın deriz. Filmin keyfine keyif katacak bir de bilgi: Senaristleri BluTV’nin yerli dizi tarihimize kazandırdığı ikonik absürt komedi ‘Prens’in de senaristleri ve oyuncuları olan Giray Altınok ve Kerem Özdoğan.
Bu bilgiyle geldiğinizde filmi izlemeniz için ikna olmanıza gerek kalmıyor. Girdiğiniz beklentiyse, müsterih olunuz, karşılanıyor. İkilinin üslubu ve dinamizmi filmin her yanına sinmiş. Başlarda Altınok’un canlandırdığı karakterde elbette Prens’i göreceksiniz, ancak kısa süre sonra karakteri Mümtaz olarak benimsiyorsunuz. Bitmedi; başrolde Altınok’a Ezgi Mola eşlik ediyor. Özdoğan’ıysa yan karakterlerden biri olarak görüyoruz.
Gelelim konuya… Biri külüstür arabada diğeri freni bozuk bisiklette yol alan karakterlerimiz yolda çarpışır. Neyse ki ikisi de sapasağlamdır, ancak tam isim alışverişi yapma faslına geçtiklerinde bir kamyon onları ezer. E yolun ortasındaki tanışma da zaten… Bu kaza ikili için bir son değil, çok tuhaf olayların başlangıcıdır. Zira ikisinin de ruhu kazadan sonraki her gün farklı bir bedende uyanır ve her gün farklı nedenlerden ölür. İsimsiz erkek karakterimizin dediği gibi, onları bir kelebek gibi düşünün; her seferinde başka bir kelebekler. (Mesela bir Vahşi Kelebek!) İkisi de birbirinin bu deneyimi yaşadığından habersizdir, zaten bir gün Alplerde bir gün Serengeti’te uyanıp her günün sonunda da vurularak mı boğularak mı öleceklerini bilemez haldeyken birbirlerini düşünecek mecalleri de pek yoktur.
Bir gün ikilimiz kendilerini Mümtaz ve Derya (Giray Altınok, Ezgi Mola) adlı iki kişinin bedeninde, üstelik aynı etkinliğin davetlisi olarak bulurlar. Aynı kazada ortaklaştıktan sonra dünyanın her yerini, neredeyse magmayı bile dolaşıp gelmiş bu iki ruh oldukça tuhaf bir şekilde yeniden karşılaştığında neler olacaktır? Ertesi gün yine aynı yerde denk gelebilecekler midir? Peki ya ertesi güne sağ salim girerlerse?
Kelebek etkisi
Netflix’in ‘Russian Doll’ dizisindeki her gün farklı şekillerde ölmek üzere yeniden uyanan Nadia’yı alın, kült gençlik filmlerinden ‘Freaky Friday’deki (Çılgın Cuma) beden değiştirmenin sonucunda başka hayatlara adapte olmaya çalışma temasını ekleyin. Şeflerimiz Giray Altınok ve Kerem Özdoğan’ın özel dokunuşunu da eklediğinizde ortaya ‘Başka Bir Sen’ çıkıyor.
Bu demek değildir ki film bunların harmanlanmış hali. Bu tema benzerlikleri filmin sadece çıkış noktası diyebiliriz; zira işleniş ikisinden de ayrışıyor ve biz kendine has, ama Hollywod ayarında bir romantik komedi izliyoruz. Misal, çok farklı işlenmiş olsalar da ‘tekrar’ motifinin kullanılması bakımından yine kült Hollywood romantik komedileri ‘Groundhog Day’ (Bugün Aslında Dündü) ve ‘Fifty First Dates’ (Elli İlk Öpücük) filmlerini sevdiyseniz, ‘Başka Bir Sen’den muhakkak keyif alırsınız.
‘Başka Bir Sen’ bunların üzerine başka bir tema daha katıyor: Birilerinin hayatına dokunmak. Romantik komedilerde odak yalnızca çifttedir: Birlikte olacaklar mı olmayacaklar mı? Bu filmin farkıysa karakterlerimizin aynı olasılıkta denkleşmesinin ve buradaki zamanlarını nasıl geçirdiklerinin, nasıl kararlar almayı seçtiklerinin hiç tanımadıkları bir ailenin kaderini belirleyecek olması. Yani beden değiştiren bu kelebek ruhların tercihleri kelebek etkisi yaratacak.
‘Prens’in de yapımcısı olan Müşvik Guluzade’nin şirketi MGX Film ‘Başka Bir Sen’in de yapımcılığını üstlenirken yönetmen koltuğunda Ömer Faruk Sorak oturuyor. İddialı kadrosuyla da öne çıkan filmin diğer oyuncuları arasında Deniz Cengiz ve Şükran Ovalı’nın yanı sıra usta isimler Nevra Serezli, Hüseyin Avni Danyal, Cihat Tamer, Osman Alkaş, Nergis Çorakçı, Mine Teber de var! İzleyince çocuk oyuncular Ali Ediz Kırca ve Duru Hoşver’in parlayan yıldızlar olduğunu da hemen anlayacaksınız. ‘Başka Bir Sen’ hafta sonu keyfinizi yerine getirmek için Disney+’ta sizi bekliyor
DEĞİŞMEK TESLİM OLMAK MIDIR VAR OLMAK MI?
Leopar
Şimdi 1860 İtalya’sına, bir tarihî dram dizisine gidiyoruz. Netflix’in yeni dizisi ‘Leopar’ tarihsel ve toplumsal değişimlerin sancısını hissettiren, bunu yaparken de aile dramına odaklanan bir dizi. Giuseppe Tomasi di Lampedusa’nın 1958 yılında yayımlanan aynı adlı romanı daha önce, 1963’te İtalyan Yeni Gerçekçi sinemasının ustası Visconti tarafından filme uyarlanmıştı. O filmin üzerine bir uyarlama çekmek cesurca elbette. ‘Leopar’ın dizi uyarlamasında yönetmen koltuğunda Tom Shankland oturuyor. Senaryoysa Richard Warlow’a emanet.
Dönemin İtalya’sı parçalı devletlerle yönetilmektedir ve hepsini birleştirmek üzere General Giuseppe Garibaldi devrim yapmayı planlamaktadır. Yani 19. yüzyıldaki Risorgimento denen birleşme sürecindeyiz. Kuzeyden güneye gelen isyan dalgası Sicilya’daki aristokratları da tehdit etmektedir. Bu ailelerden birinin reisi Salina Prensi Don Fabrizio (Kim Rossi Stuart), namı diğer Leopar. Don Fabrizio bu devrim söylentilerini pek ciddiye almıyor gibi görünmektedir ve bu konuda, devrimin ciddiyetinin farkında olan ve korkmaları gerektiğinde direten oğlu Paolo’yla (Alberto Rossi) çatışma halindedir.
Ciddiyetinin farkında olan biri daha vardır; Don Fabrizio’nun yeğeni Tancredi (Saul Nanni). Tancredi dayısının himayesi altında olmasına rağmen isyancılardandır, ama pek idealist bir yerden değil. Değişimin kaçınılmaz olduğunu, yok olmamak için ayak uydurmak, yani kazanması garanti tarafta olmak gerektiğini savunmaktadır.
Aşk da eksik değil elbette, yabancı bir dönem işi çekilir de aşk ve tutku olmaz mı? Leopar’ın yani Prens Don Fabrizio’nun kızı Concetta (Benedetta Porcaroli), kuzeni Tancredi’ye âşık. Tancredi bu ilginin farkında olup ona umut verse de yeni zenginlerden belediye başkanının kızı Angelica’yı (Deva Cassel) tercih ediyor. Tancredi’nin bu tercihi, dönemin toplumsal dönüşümünün romantik bir yansıması. Soyluların gözden düşüşü ve burjuvazinin yükselişi bu aşk üçgeniyle sembolleştirilmiş. Özetle dizide dönemin siyasi koşulları, farklı kesimlerin yaşayışı, aile içi çatışmalar ve kişisel ilişkiler oldukça dengeli bir şekilde harmanlanmış.
Gözümüz estetiğe doyuyor
Dizi her şeyden önce dönem işi tutkunlarını tatmin edecektir, ancak ‘Leopar’ bundan daha fazlasını, dönüşümün sancılarının hem toplumu hem bireyleri nasıl etkilediğini gözler önüne seriyor. Sinematografiden, mekânlar ve kostümlerden bahsetmemize gerek var mı bilmiyoruz, zira dönem işi demek biraz da estetiğin garantilenmesi demek. Bizi görsel bir şölenin de beklediğini tahmin edersiniz.
Dönem işleri her daim sevilmişse de ‘The Tudors’ ve ‘Downton Abbey’ ile esen İngiltere tarihi dramları rüzgârını, ‘The Crown’ ve ‘Bridgerton’ fırtınaya çevirmişti. Bu furya İngiltere’den başka ülkelere de çoktan sıçradı bile. Mesela Catherine de Medici’nin Fransa kraliçesi olduğu dönemi anlatan ‘The Serpent Queen’ için TV+’a bakabilirsiniz. İtalya’nın birleşme döneminin toplumsal, aile ölçekli ve bireysel yansımaları içinse Netflix’teki ‘Leopar’ doğru tercih.
ZIT KARDEŞLER SUÇ ORTAĞI
Deli Boys
Disney+ yalnızca yerli romantik komedi ‘Başka Bir Sen’le değil, yabancı bir kara komediyle, ‘Deli Boys’la da hafta sonunu eğlenerek geçirmek isteyenlerin seçeneklerini çoğaltıyor. ‘Deli Boys’ bir Amerikan dizisi ama odağında beyaz Amerikalılar değil, ülkede tutunup hayli zenginleşmiş Pakistanlı bir aile var. Ana karakterlerimizse baba yadigârı şirketi ayakta tutmaya çalışan birbirine zıt iki kardeş. Bu hikâye size de ‘Magarsus’u hatırlatmış olabilir, ancak burada drama yer yok!
Absürt bir kaza sonucu ölen babanın ardından iş başa düşüyor ve kardeşlerden vurdumduymaz olanı Raj (Saagar Shaikh) iktidar mücadelesine girmek yerine sefahat sürdüğü hayatına devam etmeye karar veriyor. Kardeşlerden daha akıllı ve tahsilli olanı, yani bu dizinin Tansu’su Mir Dar’ın ise (Asif Ali) çelik gibi arkasında.
Derken babalarının şirketi FBI baskını yiyor ve Mir Dar, çocukluğundan beri örnek aldığı babasının aslında bir suç imparatorluğu kurduğunu öğrenince küçük çaplı bir çöküş yaşıyor. Tüm mal varlıklarına el koyulunca sudan çıkmış balığa dönen kardeşler çareyi, babalarının kirli işlere bulaşmamış tek (ve imparatorluğunu kurmasın vesile olmuş ilk) mülkü olan bir bakkalı işletmekte buluyorlar.
Ancak suç bataklığına batmışlar bir kere, bu bakkalın da göstermelik olduğunu ve arka kısmında yine illegal işlerin döndüğünü öğreniyoruz, hem de kardeşlerin Lucky teyzesi (Poona Jagannathan) vesilesiyle. Lucky teyze yalnızca Baba’nın karıştırdığı işleri bilmekle kalmayan, işin bizzat içinde olan ve kardeşlere suç dünyasını öğreten bir figür.
Ailenin babası rolünde, birçok yapımdan bilsek de bizim gönlümüzde ‘Community’deki Abed’in babası olarak taht kurmuş olan Iqbal Theba var. Kardeşleri canlandıran Asif Ali ve Saagar Shaikh birkaç bölüm sonra rollerini tamamen benimsiyorlar ve dizi de kıvamını buluyor.
Klasik bir suç komedisi olan dizi konusu gereği de merak uyandırıyor elbette, ama esas izleme nedeniniz konu değil diyaloglar oluyor. Beyaz Amerikalıları kendi silahıyla vuran, yani aşağılamanın sınırından dönen ofansif şakalarla eleştiren karakterlerimiz bizzat kendilerini, Pakistanlı ve genel olarak beyaz olmayan göçmenleri de tiye alıyor. Bol bol kültürel tespite ve göndermeye de yer veren mizah dili, ‘Deli Boys’u sıradan suç komedilerinden ayırıyor. Bir şans vermek isteyenleri Disney+’a alabiliriz.