Özel hastaneler
18 Mart 2025

Sağlıkta büyük devrimler yaşandığı söylenen şu günlerde, annemin özel hastane deneyimini anlatmak, içimi dökmek adeta bir zorunluluk haline geldi. Annemin hastalığını ve yaşını bir kenara bırakıp; yaşadıklarımıza, bize dokunan anlara odaklanalım.

Zincirlikuyu’da yeni açılan bir özel hastaneye; annemi nefes almakta zorlanırken, halsizlik içinde ve birkaç gündür ateşin etkisiyle götürdük. Başlangıçta, ne kadar da umutluyduk. Çünkü yaşlı bakımında uzmanlaşmış bir profesör seçmiştik. Belki de bu kadar güven duymamızın da sebebi buydu. Tahlillerin ardından doktor, annemin ciğerlerinde su olduğunu ve CRP’sinin ( karaciğerde üretilen bir protein) yüksek olduğunu söyledi. Hastaneye yatırması gerekmiyormuş, antibiyotik ve diüretik (İdrar söktürücü) vererek, “10 gün sonra tekrar gelin” dedi.

Hepimiz biraz rahatlamıştık. Ama sürecin nasıl gelişeceğini bilemezdik.  Annemi o hastaneden alıp, evimize götürdük. Ancak üç gün sonra pazar akşamı, tekrar o hastaneye, bu kez acilden girdik. Durum çok daha kötüydü. Serinkanlı kalmaya çalışsak da ağabeyim Derya ile ikimizin de yüreği sanki yerinden çıkacak gibiydi. Hızla bir yoğun bakım müdahalesi yapıldı, annemin vücudu savaş veriyordu. O acil müdahale sırasında, annemle hem yakın hem de uzak kalmıştık. O gece, acil servisteki 2 saatlik özel bakım, adeta hayatla ölüm arasındaki ince bir çizgide geçen anlar gibiydi.

Annem yoğun bakımda 5 gece geçirdi. Her geçen saniye, her nefes alışverişi içimizdeki derin korku ile birleşiyordu. O anlarda zaman anlamını yitirmişti, hayata yetişme telaşı gereksizdi. Sadece sağlıklı bir nefes alabilmek değerliydi. Kısacası hayatın en temel değeri olan “yaşamak” ve “sağlık” dışında hiçbir şeyin anlamı yoktu.

Yoğun tedavi süreci sonunda annem normal odaya çıktı. Ancak tedavisi hâlâ devam ediyor ve her geçen günle birlikte biraz daha iyileştiğini görmek içimize umut saçıyor. Tüm dileğimiz ve duamız annemizin bir an önce sağlığına kavuşması. Bizim tüm çabamız bu yönde olsa da hastanenin “işletme” mantığındaki bakışının bu yönde olduğunu maalesef düşünmüyorum. Oysa her şeyin ötesinde bir canın sağlığına kavuşması, o hastanenin en büyük başarısı değil midir?

Şimdi gelelim başımızdan geçenlerin özetine…

  • İlk olarak, bizi eve gönderen profesörün çok büyük bir hata yaptığını söylemeden geçemeyeceğim. Annemi normal odaya yatırarak özenli bir tedaviye başlamalıydı. Ama maalesef o profesör beyefendi aynı hastanede olmamıza rağmen bir kez bile gelip annemi görmedi. Hiçbir açıklama yapmadan, derin bir sessizlik içinde kalmayı tercih ediyor sanırım.
  • Yoğun bakıma girdikten sonra annemin gerçek doktorunu bulmak ve ona ulaşmak tam anlamıyla bir çileye dönüştü. Saatlerce soru sorarak ve sabırla bekleyerek, nihayet ona bakan kalp doktorunu bulabildik. Kimse hasta yakınına bilgi vermenin ne kadar değerli olduğunu bilmiyor sanki.
  • İkinci yoğun bakım gününde bazı tetkikler yapılacakmış. Sabahın erken saatlerinden akşam geç saatlere kadar yoğun bakımın oturma alanında beklememize rağmen, o tetkikler için bizden izin almak için hastane içinde bizi bulamadılar. Oysa telefon icat edilmişti… Tetkikler için gerekli 12 saatlik açlık süresi, maalesef bizi bulamadıkları için 20 saate çıktı. Bizim tekrar araştırmalarımız ve takibimiz sonucu tetkikler yapılabildi. O kadar basit bir iletişimin eksikliği, hasta için kaybolan saatler…
  • Yaşadıklarımız biz çok germişti. Bu nedenle “Hasta Haklarına” başvurduk ve durumu anlattık. Bu sayede, doktorla daha rahat bir şekilde iletişim kurma şansı bulabildik. Ancak sorunlar henüz bitmemişti.
  • Kalp doktoru, tetkikler sonucu yaşının da etkisiyle, “benim yapabileceğim bir şey yok” dedi ve annemi, bizim ancak araştırmalarımızla öğrendiğimiz şekilde yoğun bakım doktorlarına emanet etti…
  • Yoğun bakım doktorunu bulamadığımız için, hasta hakları yöneticisi ile görüşüp nihayet kendisini bulabildik. Kısmen de olsa annemin durumu hakkında bilgi alabildik. En ufak bir bilgi için hastane içinde dört dönüyor gibiydik.
  • Bu esnada, yoğun bakımda annemi kontrole gelen bir doktorun “sizden su çekeceğiz” dediğini duyduk. O kadar kafası karışmış bir hastaya ve o kadar belirsiz bir duruma, nasıl böyle bir yaklaşım sergilenebiliyor anlamak mümkün değil. O sırada sevgili Mercan, annemi ziyarete gelmişti ve neyse ki bu bilgiyi ondan duyduk. Ve bizim tekrar araştırma sürecimiz başladı: Su çekilecek mi, neden, nasıl ve ne zaman? Kimle konuşacağımızı bulamamak bir çıkmaz sokakta kaybolmuş gibi hissettirdi. Yine hasta hakları yöneticisiyle konuşarak, ilgili doktorla görüşüp durumu anlamaya çalıştık. İnsanlar, kaybolmuş hissettiklerinde birinin onlara sakin ve doğru bir açıklama yapması ne kadar önemli aslında. Şükürler olsun ki o açıklamayı aldık.
  • Tabii, konular burada bitmedi. Yoğun bakım doktoru, “Anneniz yarın odaya çıkabilir” dediğinde hepimiz bir anda umutla dolduk. Ertesi gün, odaya çıkacak diye hastaneye geldik ama çıkamadığımızı öğrendik. Tabi hastada bir değişiklik olduğunda bu tür şeylerle karşılaşmak normaldi. Ama biz, neden çıkamadığını anlamak için 1,5 saat boyunca hastane içinde bir odaya, bir bölüme gidip bilgi almak zorunda kaldık. Sabrımız iyice sınadı.
  • O sırada bizi gören göğüs doktoru, bilgi alamama paniğimizden o kadar etkilendi ki, gerçekten çok detaylı bir açıklama yaptı. Onun samimi yaklaşımı hepimize iyi geldi.
  • Sonraki gün, yoğun bakım hemşiresi tarafından odaya çıkacağımızı telefon ile öğrendik. İşte yine iletişimin akışında bir aksaklık. Nasıl bir gelişme olduğunu anlamadığımız ama elbette mutlu olduğumuz bir andı. Unutmadan, bu sürecin en dramatik yanı, hastayı odaya almadan önce, hemşirenin bizi parayı konuşmak için çağırması oldu. Bilgi almak için saatlerce uğraşırken, oda parasını ve yoğun bakım ücretini almak için bizi bir anda kolayca buldular. İnsanın aklından geçen tek şey, sevdiği birinin sağlığı iken, böylesi bir ortamda sağlık hizmetinin en temel amacından sapması hasta yakını için gerçekten çok ağır bir durum. Hasta yakınları, sadece sevdiklerinin iyileşmesini düşünmeli ancak sistemin paraya dayalı yaklaşımı insanın içindeki güven duygusunu yerle bir ediyor.

Ve sürecimiz, benzer sıkıntılarla devam ediyor

Annemizi rahat ettirmek için geldiğimiz özel hastanede, tonlarca para ödememize rağmen, ilgisizlik, iletişim kopuklukları ve bilgi almanın zorlukları en büyük sorunlarımız oldu. Bir yanda annemizin sağlığına kavuşmasını umarak, her şeyin düzgün gideceğini düşünürken, ne yazık ki her adımda, her küçük detayda eksiklikler ve belirsizliklerle karşılaştık.

Hasta sahiplerinin nasıl bir duygusal yolculuktan geçtiğini düşünürseniz bu yazıyı yazma nedenimi içselleştirebilirsiniz. Yaşadığınız korku, kaygı, belirsizlik… Bunlar sadece hastanın değil, tüm aile bireylerinin omuzlarında ağır bir yük. Bir insan sevdiklerinin iyileşmesi için elinden gelen her şeyi yapmaya çalışırken, elinden bir şey gelmediğinde kendini çok çaresiz hissediyor.

Doktorların, sağlık çalışanlarının çok ulvi ve zor bir görev yaptığını biliyorum, onlara saygı duyuyorum. Ancak, bu karmaşanın içinde hasta sahibinin beklentisi; her şeyin daha insancıl ve şeffaf olabilmesi, bilgi alabilmek ve en önemlisi emin ellerde olduğumuzu hissetmek. Her bilgi paylaşıldığında, her sorun çözüldüğünde, bir adım daha ilerleyebilmek o kadar değerli ki… İnsanın en temel ihtiyacı bu süreçte yalnız olmadığını ve en iyi şekilde bakım aldığını bilmek.

Maalesef hastaneler ticari kurum olarak hareket etmeye devam ettikçe bu süreçlerin iyileşmesi gerçekten zor görünüyor. İnsan hayatının ticari kaygıların önünde tutulması gerekiyor olsa da ne yazık ki bu çoğu zaman göz ardı ediliyor. Hastaların ve yakınlarının yaşadığı duygusal yıkımı anlamadan bir sağlık hizmetinin hakkıyla sunulması da pek mümkün olmuyor.

Herkese ve anneme sağlıklı ve huzurlu günler diliyorum.

Umarım yakın gelecekte bu tür süreçler daha insancıl bir şekilde yönetilir.

Not: Hastanede zorlu süreçler yaşadık, ama elbette iyi sağlık personelleri de var. Onlara buradan teşekkür etmezsem olmaz. İyi ki varlar.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÇOK OKUNANLAR