Milletin zekasıyla alay etmenin de bir sınırı var
20 Mart 2025

Geçmişte birkaç kez ‘Gerçek’ ile ‘Hakikat’in arasındaki farkı anlatmaya çalışan yazılar yazdım.

Kısaca farkı anlatayım:

‘Gerçek’ fiziki gerçekliktir. Örneğin Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına olması, başka bir tartışma götürmeyecek derecede gerçek.

‘Hakikat’ ise sizin doğru kabul ettiğiniz şeydir, bir anlamda moda deyimle “algı”dır. Gerçeğin ne olduğuna dair algıladığınız şey.

Böyle bakınca Ekrem İmamoğlu olayında iki “hakikat”in birbiriyle savaşını izliyoruz.

Pek çok kişiye göre “hakikat” bizzat Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kendisine karşı siyasi tehdit olarak gördüğü Ekrem İmamoğlu’ndan kurtulmak için bu adli operasyonları hızlandırma talimatı verdiği ve bugün İmamoğlu’nun bu talimatın sonunda nezarethanede olduğu.

Bir de rakip ‘hakikat’ var: Bunu dün ilk dile getiren Devlet Bahçeli oldu. Ona göre İmamoğlu’na yapılan “sıradan bir adli olay”dı, “bağımsız yargıya güvenmek lazım”dı. Sonra Adalet Bakanı da benzer bir şeyi söyledi, savcılık soruşturmasındaki iddiaların ciddiyetini hatırlatmayı da ihmal etmedi.

Medyaya bakınca dünden beri bu hakikatlerin arasında ciddi bir savaş başladığını görüyoruz.

Peki hangisine inanacağız bu hakikatlerin? Yani, ortada yargı eliyle yürütülen bir siyaset mühendisliği mi var; yoksa ciddi suç iddiaları bulunduğu için savcılık gözaltı operasyonu yaptı, buna mı inanacağız?

Elimde bir anket veya bir araştırma sonucu yok ama tahminen söylüyorum: İmamoğlu’na yapılanın adli olmaktan çok siyasi olduğuna inananların sayısı sanırım tersine inananlardan epey daha fazla.

Bu sonuca, iktidar kanadının savunmada durmayı tercih etmesinden varıyorum, savcılığın dosyası henüz kimseyi yeterince ikna etmiş gözükmüyor. Hele işin terör suçlaması boyutundan kimsenin söz etmemesi iyice dikkat çekici.

İktidarın propaganda makinelerine, aHaber ve CNN Türk’e, Hürriyet ve Sabah gazetelerine bakıyorum; onları da moralsiz gördüm. Savcılıktan ve polisten İmamoğlu operasyonunda “ele geçirilenler”le ilgili yağmur gibi sızıntı yağdığı halde bu yayın organlarını İmamoğlu’nu peşinen suçlu ilan etmekte mütereddit bulduğumu söylemeliyim; bu kez işin sadece söylemekle olmayıp karşı tarafı sahiden hakikatin bu versiyonuna ikna da etmek gerekeceğini anlamış durumdalar sanki.

Burada bir hatırlatma yapacağım: Bundan 12 yıl önce, 17-25 Aralık yolsuzluk iddiaları ortaya çıktığında Tayyip Erdoğan bir rakip hakikat anlatısını dile getirmeye başladı. Ona göre bu yapılan polis operasyonları bir “darbe girişimi”ydi, hedefi de onu iktidardan indirmek, çocuklarını gözaltına almaktı.

Bu iddia için gösterilen en büyük dayanak, bir polis bilgisayarında bulunduğu söylenen bir taslak belgede Erdoğan’dan “Dönemin başbakanı” diye söz edilmesiydi.

Ama önemli değil. Sonunda Tayyip Erdoğan’ın hakikat anlatısı daha çok insan tarafından benimsendi, Erdoğan iddiaların ortaya atılmasından 3 ay sonra yapılan yerel seçimden bırakın zayıflamayı kuvvetlenerek çıktı.

Oysa o sırada FETÖ’cü polis ve yargı Türkiye’yi bu yapıldığı söylenen yolsuzluğun belge ve bilgilerine boğmuş, ses kayıtlarından başka belgelere kadar pek çok şey ortalığa serilmiş, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu para sıfırlama kayıtlarından başka kayıtlara kadar pek çok şeyi mitinglerinde karşısındaki topluluklara dinletmişti. Ama çoğunluğu hakikatin bir hükümet darbesi değil yolsuzluk soruşturması olduğuna inandıramadı.

O dönem, bir yandan FETÖ tehlikesinin elle tutulur derecede gerçek olduğunu ama öte yandan yolsuzluk iddialarının da öyle geçiştirilemeyecek kadar ciddi olduğunu yazdım. Vatandaşın bu iki durumu aynı anda görebileceğini düşünüyordum.

Fena halde yanıldım. Tayyip Erdoğan yolsuzluğun y’sini kabul etmedi, istifa ettiler diye bakanlarına kızdı, darbe girişimi öyküsünün dışında hiçbir şeyden söz etmedi ve sonunda vatandaşı ikna etti.

Ben de şunu öğrenmiş oldum: Vatandaş kendisine karmaşık sorular sorulmasından hoşlanmıyor, soru karmaşık ve nüanslı olsa bile o cevabını siyah-beyaz kesinliğinde veriyor, ara tonlara çok takılmıyor.

Bu tecrübenin bir benzerini bir kez daha yaşayacağız gibi duruyor.

İlk günden bazı gözlemleri söylemem lazım:

Birincisi nezarethanede bir kenarda oturtulup bekletilen, böylece bir anlamda aşağılanan Ekrem İmamoğlu şu anda Türkiye’nin en güçlü insanı konumunda. Hem mağdur hem de geleceğin onda olduğunu artık herkes görüyor.

İkincisi, gerek CHP ve gerekse İmamoğlu o kadar uzun zamandan beri Tayyip Erdoğan’ın İmamoğlu’nu engellemek için yargı eliyle siyasi bir operasyon yaptığını söylüyor ki, Tayyip Erdoğan’ı seven seçmenleri bile bu hakikate ikna etmiş durumda.

Üçüncüsü, CHP ve İmamoğlu bu ikna sürecinde çok da zorlukla karşılaşmıyorlar; çünkü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisine ilişkin güçlü, en küçük konularla bile şahsen ilgilenen ve karar verici olan lider imajı onlara yardım ediyor. Yaşanan her şeyin Erdoğan’ın onayıyla yaşandığına herkes inanıyor. İşin fenası, Tayyip Erdoğan da, “Bu olan biten benim dışımda, önceden haberim de onayım da yok” demiyor, diyemiyor. Derse imajının bozulacağını, memlekette ondan habersiz işler de yapıldığını kabul etmiş olacağını düşünüyor.

Dördüncüsü, gerek ortaya atılan yolsuzluk iddiaları gerekse terör iddiaları neredeyse sağırlaşmış ve körleşmiş bir kitleye sunuluyor. Bu sağırlaşma ve körleşmenin sebebi de Erdoğan iktidarı; onlar kendileriyle ilgili yolsuzluk iddialarını öyle konuşulamaz, konuşulsa bile ciddiye alınmaz hale getirdi ki, bugün kendilerinin CHP’nin yolsuzluklarından söz etmesi de aynı sağırlık körlük duvarına çarpıyor. Düne kadar terörle mücadele için dünyayı yakanların bugün “Kurucu önder” diye konuşmaları da, İmamoğlu hakkındaki iddiaların inandırıcılığını azaltıyor.

Beşincisi, beğenin beğenmeyin İmamoğlu’nun artık yerel bir siyasetçi olmaktan ulusal düzeye çıkması, Cumhurbaşkanı adayı olarak kendini Tayyip Erdoğan’la aynı seviyeye taşımaya cesaret etmesi onun değişimin ve gençliğim sembolü olarak algılanmasına; buna karşılık Tayyip Erdoğan’ın tecrübenin ve istikrarın sembolüne dönüşmesine neden oldu. Biri yeni, diğeri eski.

Altıncısı ve bence en önemlisi Tayyip Erdoğan’ın yaşadığı bir başka paradoksla ilgili. Erdoğan Cumhurbaşkanı olarak, Türkiye’yi 23 yıldır yöneten isim olarak kaçınılmaz biçimde İmamoğlu’na tepeden bakıyor. Bu kaçınılmazlığın yanında Erdoğan defalarca İmamoğlu’nu küçümsediğini ve çok ciddiye almadığını da belirtti zaten. Şimdi İmamoğlu’nun bu adli soruşturmalarla engellenmek istendiğine dair izlenim, bir çelişki yaratıyor. ‘Madem Erdoğan ciddiye almıyordu, bütün bunları neden yapıyor?’ sorusuna neden oluyor; bu da aslında bir soru değil, pek çok kişinin gözünde Erdoğan’ın İmamoğlu’ndan çekindiğine dair önemli bir karineye dönüşmüş durumda.

Yedincisi, tamamen siyaset tarafından baktığımızda, adli soruşturmalar, hapis tehditleri ve aslında önümüzdeki hafta tanık olabileceğimiz olası tutuklama, İmamoğlu’nu zayıflatmıyor, askine sokaktaki insanların onun savunduğu hakikate daha fazla ikna olmasına neden oluyor; bu arada iktidar kanadının “Bizimle ne ilgisi var, bağımsız yargının yürüttüğü bir soruşturma, suçsuzsa zaten beraat eder” söylemini zekaya hakaret seviyesine indiriyor.

Türkiye, belki yarın belki yarından da yakın bu iki hakikat arasında seçim yapacak. Bence sonucu şimdiden belli bu seçimin.

ÇOK OKUNANLAR