Uzun yıllardır belki bir gün olur diye beklediğim ama artık olacağından umudu yavaşça kestiğim şey oluverdi ve bir cuma sabahı kendimi rüya gibi güzel olan Menton kasabasında buldum.
buna kasaba demek doğru mu bunu bile bilmiyorum ama Menton sakin güzeliğiyle hayatımın sonun kadar hiç çıkmadan yaşayabileceğim bir yer gibi geldi bana.
***
İnsan kendini Provence ile İtalya rasında bir yerde bulma şansını yakalayınca elinde olmadan ya sanatı ya da yemeği düşünüyor. temiz sakin yaşamın sokaklarında dolaşırken market binasını görünce sanat ve yemeği birlikte düşünmenin daha doğru olacağına karar vermiştim.
içeriye girme heyecanımdan binayı fazla inceleyemedim ama sanırım bir art nouveau binaydı. insanın içine dinginlik veren bir tasarım ve renge sahipti bina. içerisi de beklediğimden çok daha küçüktü. Ama bu küçük mekanda Fransa’ya özgü gastronomi kültürünün güzelliklerini görmek ve çok eskilere gitmeden yiyecek kültürünün tarihini yaşamak mümkündü.
***
Paris halini düzenli gezen ve mekana La Ventre de Paris (Paris’in karnı) kavramını üreten yazar Emile Zola bu yiyecek marketlerini ‘Halkın Luvr’u’ olarak nitelendirirdi. bu kavramı kafamızda yerine oturtabilmek için başlarda büyük şehrin yiyecek ihtiyaçlarının dağıtım merkezleri olarak fonksiyon gösteren bu hallerin zaman içinde aynı zamanda nasıl bir rafine zevk ve kaliteli yiyecek marketine dönüştüklerini de anlamaya çalışmak gerekiyor.
***
Fransa’da lüksün, gastronominin ve rafine zevklerin geliştirilmesi Kral Louis 14’den (1638–1715) itibaren bir devlet politikasıydı.
Louis 14 zamanında başlatılan hayatın her alanında kaliteyi yükseltici politikalar devlet eliyle desteklendiğinden ve daha sonra bazı istisnalar dışında buna devam edildiğinden fransa modada, yemek kültüründe, lükste dünya standartlarını uzun süre koydu. bildiğimiz anlamda ilk modern lokantaların da ve lokanta davranış kurallarının da Fransa’da gelişmesi işte bu yüzden sürpriz değildi. devrim döneminde bazı asillerin ülkeden kaçmasıyla onların evlerinde çalışan aşçıların şehirde çalışmaya başlamalarının da katkısıyla kaliteli lokanta ve yemek Fransa’nın normu olmuştu.
tabii o arada hallerdeki ve küçük marketlerdeki kültür de kendi iç dinamiğiyle sürüp gidiyordu.
***
gayet tabii ki kaliteli yiyecek ve lokantalar imkanı olanların ulaşabildiği ortamlardı.
Ama kalite bir defa hayatın içine girdi mi ve insanların yemekten beklentileri yükseldikçe ve kaliteli gastronomi olunca bu sadece hayatın bir alanında kalmıyor ve her tarafı etkileyebiliyordu.
böylece şehrin yiyecek haline ve küçük yiyecek markelerinde de bir kalite arayışı yerleşmeye başladı.
böylece halin içinde ve ona bağlı küçük marketlerde kaliteye daha önem veren düzenlemeler yapıldı. Hal içindeki marketlerde yiyecek türüne göre satış yapan küçük birimler oluşturuldu ve bunlarda sergilenen ürünlerde belirli bir kalitenin tutturulmasına dikkat edildi.
***
ben o gün Menton’da yiyecek pazar yerinin içine girer girmez gördüğüm manzara ile bu nedenden çarpıldım. Sanki 20’inci yüzyılın ortalarında Paris’in hal bölgesindeki bir marketteymiş gibi hissettim birden. Temiz camekanlı vitrinli birimlerde peynir çeşitleri, şarküteri, tavuk ürünleri ve tabi ki balık ve kabuklular satılıyordu. market insana yaşam coşkusu veren tam bir şenlikti.Biraz ilerdeki unlu ürünler biriminden bir Baget alıp şarküteri ve peynirlerden seçimimi yaptıktan sonra şarabımı da alıp deniz kenarında tek başıma piknik yapma fikri çok cazip geldi ama bunu maalesef yapamadım. Buraları görmek hayalim sonunda olmuştu ama hayalim bir süre daha bir şekilde sürsün diye bazı şeyleri geleceğe bırakmış gibi yaptım. buraları özlemem sürsün diye de ummuş olabilirim.