Bundan sadece 22 ay önce, 28 Mayıs 2023’te Tayyip Erdoğan 27 milyon 834 bin 589 vatandaşın oyunu alarak yüzde 52,18 oranıyla Cumhurbaşkanı seçildi.
Bu, tartışmasız bir seçim ve tartışmasız bir zaferdi. O yüzden Erdoğan, 2003’ten beri devam eden Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı dönemlerinde belki de en rahat, en az meşruiyet tartışması yaşanmış biçimde Cumhurbaşkanlığında üçüncü, başkanlık rejiminde ikinci dönemine başladı.
Anayasa bu dönemin uzunluğunu 5 yıl olarak belirlemiş ve erken seçim ilan edilmesini zorlaştırmak için de böyle bir seçime karar verebilecek iki kurum olan parlamento ile Cumhurbaşkanlığını karşılıklı bir takım zorlayıcı kurallara bağlamış. Anayasanın amacı 5 yıllık siyasi ve dolayısıyla yönetsel istikrarı garantiye almak.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da zaten işe 5 yıllık bir perspektifle başladı. Ekonominin başına getirdiği Mehmet Şimşek’e örneğin “Çok hızlı gitmemesini” emretti, “Enflasyonu düşürelim ama bunu ekonomik büyümeyi terse çevirmeden yapalım” dedi mealen. Çünkü perspektifi 5 yıllıktı.
Bu beş yılın birinci yılı dolmadan ilk büyük siyasi darbeyi aldı. Yerel seçimde partisi sadece ağır bir yenilgi yaşamadı, kurulduğu günden bu yana sürdürdüğü birinci parti olma pozisyonunu hiç de beklemediği bir rakibe, CHP’ye kaptırdı. Oysa 22 yıldır CHP yüzde 25-28 aralığına sıkışmış, neredeyse betonlaşmış bir partiydi ama yerel seçimde ansızın yüzde 38’e sıçradı.
Tabii bu bir yerel seçimdi, Cumhurbaşkanının daha 10 ay önce aldığı yüzde 52,18 oyun meşruiyetinin yıpranması olarak yorumlanamazdı ama yine de siyaseten bir anlam taşıyordu.
Neyse ki CHP’nin Genel Başkanı Özgür Özel seçim zaferinin ardından itidalli konuştu, bu sonuçlara rağmen erken seçim çağrısı yapmayacaklarını, aksine Tayyip Erdoğan ve Ak Parti le ilişkileri “normalleştirmek” istediklerini söyledi.
Bu normalleşme çabası başladı ama fazla yürümedi. Sebebi, CHP’nin Ak Parti’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisinden istediği her şeyi yapması ama buna karşılık Erdoğan ve Ak Parti’nin CHP’nin taleplerinden sadece birini yerine getirmesiydi.
Bu normalleşme sona erdiğinden beri sürekli bir gerilim ve tırmanma var. Erdoğan ile Özgür Özer, Ak Parti ile CHP arasında güvensizlik o safhada ki, iki taraf da birbirinin davranışlarından en olmayacak, hatta komplo teorisine varan sonuçlar çıkarıyor.
Ama bir aşamada, tam olarak geçen yılın 30 Ekim sabahı CHP’nin Ak Parti davranışlarına ilişkin yorumları birden bire “paranoya” ve “gereksiz endişe” olmaktan çıktı; o sabah İstanbul Esenyurt Belediyesi’nin CHP’li başkanı savcılık emriyle gözaltına alındı, birkaç gün içinde de tutuklanıp yerine kayyım atandı.
CHP o sabahtan beri alarm halinde. Bu alarmın sebebi, daha o sabahtan beri CHP’nin esas hedefin Ekrem İmamoğlu’nu tutuklamak, hatta onun yerine kayyım atanması olduğunu düşünmesi.
Bu düşünceye iktidar yanlısı medya bile “Siz paranoya yapıyorsunuz” diye tepki vermedi; aksine nihai hedefin Ekrem İmamoğlu olduğu kanısı iktidarın sosyal medya trolleri, TV yorumcuları ve köşe yazarları sayesinde daha fena biçimde yaygın kabul görür oldu.
Bu gelişme ben dahil çoğu siyaset gözlemcisi için şaşırtıcıydı ve arkasındaki mantığı anlamak da zordu. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önünde 3,5 yılı aşkın görev süresi vardı, siyasi gerginliği geciktirmek, mesela son 1 yıla sıkıştırmak Erdoğan’ın işine gelen bir durumdu. Nitekim Erdoğan Ekim ayı sonuna kadar, görevinin ilk 1,5 yılında bu yumuşak çizgide gitmiş, DEM Partili belediyelere bile kayyım atamamıştı, sırf siyasi gerginlik olmasın, ekonomik program aksamasın diye.
Ansızın siyasi gerginliğin ortaya çıkması, CHP içinde kendi doğal seyrine bırakılması her bakımdan Erdoğan’ın işine gelmesi gereken Mansur Yavaş-Özgür Özel mücadelesinin dışarıdan gıdıklanmaya başlanması herkesin aklına ister istemez farklı siyasi senaryoları getirdi. Yoksa Erdoğan bir erken seçime mi hazırlanıyordu?
Bu siyasi gerginlik Kasım ayından itibaren tırmandı, tırmandı ve en sonunda 18 Mart akşamına gelindi. Ekrem İmamoğlu’nun üniversite diplomasının iptal edilmesi, onu ertesi sabah yapılan şafak baskınları ve son olarak dün İmamoğlu’nun tutuklanması, gerginliğin kontrolunun Erdoğan’ın elinden kaçması anlamına geliyor.
Bugün geldiğimiz noktada Erdoğan’ın en istemeyeceği yere geldik: Cumhurbaşkanı olarak meşruiyeti, hala kendisini seçen 27,8 milyon oya sahip olup olmadığı tartışılıyor.
CHP’nin neredeyse yüzde 100 katılımla bütün üyelerinin oylarıyla Ekrem İmamoğlu’nu Cumhurbaşkanı adayı yapması, ilaveten 13 milyondan fazla vatandaşın hiç üstlerine vazife değilken gidip İmamoğlu için oy vermesi, Erdoğan’ı üzerine gelen erken seçim baskısını eskisi kadar kolay savuşturamayacağı bir siyasi güç düzeyine indirdi.
Erdoğan acaba şimdi dönüp Ekim ayında o sertleşmeye durduk yerde neden başvurduğunu sorguluyor mudur, yoksa o gün o sertleşmeyi başlatırken kurguladığı stratejiyi hiç değiştirmeden yoluna devam mı ediyordur?
Eğer stratejisini değiştirme gereği duymuyor, bugünlerde yaşananları tajtik gelişmeler olarak görüyorsa, acaba o strateji nedir?
Milyon dolarlık sorular bunlar.