Güç, ilk başta bir hediye gibi sunulur insana.
Şatafatlı salonlarda, alkışlarla, methiyelerle gelir. Başlangıçta bir araçtır; hayalleri gerçekleştirmek, topluma hizmet etmek için kullanılır.
Ancak zaman geçtikçe, tıpkı keskin bir hançer gibi sahibine döner. Dozunda tutulmazsa, bir zehre dönüşür.
Bir zamanlar halkın sevgilisi olan lider, zamanla kendi yalnızlığında kaybolur, kendisini vazgeçilmez sanmaya başlar. Eleştiriden korkar, sadece kendisini öven sesleri duymak ister.
Etrafındaki ehil kadrolar birer birer uzaklaşır; yerlerine sadece sadakatle biat eden, itaatkâr ama vasıfsız kişiler gelir. Artık gerçekleri kimse söyleyemez, onlar için adeta pembe gazeteler çıkartılır çünkü gerçekler iktidarın hoşuna gitmez.
Ve böylece lider, sadece bir gölgeyle konuşur: Kendi gölgesiyle.
Tarih, bu girdaba kapılanların hikâyeleriyle doludur. Uzun süre zirvede kalanlar, çoğu zaman orada kendilerine yabancılaşmaya mahkûm olurlar.
Ama bazıları da, zamanı geldiğinde çekilmeyi bilerek tarihin sayfalarına onurla yazılırlar. İşte bu iki yolu ayıran çizgi, güç sarhoşluğu ile erdem arasındaki derin uçurumdur.
Onurlu Vedalar, Zamanında Çekilenler
Mustafa Kemal Atatürk, gücün bir kişiyle sınırlı olamayacağını bilen bir devlet adamıydı. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyerek, iktidarın bir hanedan gibi devredilemeyeceğini vurgulamıştı.
O, kendisini değil, kurduğu Cumhuriyet’in devamlılığını düşündü. Öyle bir sistem kurdu ki, onun ardından gelenler bile onca çabaya rağmen bugüne kadar bu sistemi yıkmaya cesaret edemediler.
Eğer Atatürk, kendisini vazgeçilmez sayıp tek adam rejimini kalıcı kılsaydı, Türkiye bugün bambaşka bir kaderle yüzleşiyor olurdu.
Angela Merkel, Almanya’yı en zor döneminde 16 yıl boyunca yönetti. Avrupa’nın krizlerle boğuştuğu dönemlerde, Almanya’yı güçlü ve istikrarlı tuttu. Ancak gücün bir insanı aşındırdığını biliyordu.
2021’de, hâlâ popülerken ve seçimi kazanabilecek güce sahipken siyaseti bıraktı. Arkasında, onun mirasını sürdürebilecek bir sistem ve kurumsal bir düzen bıraktı. Bugün Merkel, Almanya’da hâlâ saygıyla anılan bir figür. Onun gidişi bir çöküş değil, bir bayrak devri oldu.
ABD’de ise başkanlar en fazla iki dönem görev yapabilir. Franklin D. Roosevelt’in dört dönem başkanlık yapmasının ardından, güç zehirlenmesinin önüne geçmek için anayasa değiştirildi ve bu sınır getirildi.
Bugün, kim olursa olsun, sekiz yılın sonunda bir başkan koltuğunu bırakmak zorunda. Çünkü Amerika, liderlerden büyük bir devlet olmak istiyor. Trump, anayasayı değiştirmek istiyor ama başarması zor.
Koltuktan Ayrılmayı Reddedenler
Ama her lider, gücün geçici olduğunu kabul edemez. Koltuk tatlı gelir, iktidar alışkanlık yapar.
Vladimir Putin, 2000 yılından beri Rusya’nın başında. Anayasayı defalarca değiştirerek iktidarını sürdürdü.
Sonuç? Etrafında ona gerçeği söyleyecek kimse kalmadı. Ülke, dış politikada sıkışmış, ekonomik krizlerle boğuşurken, halkın sesi duyulmaz oldu. Putin’in Rusya’sı, giderek otoriterleşen bir rejime dönüştü. Onun sonu, tarihin diğer mutlak liderleri gibi olacak mı?
Çin’de Xi Jinping, kendisini “ömür boyu lider” yapabilmek için anayasal süre kısıtlamalarını kaldırdı. Eskiden Çin’de liderler, belirli bir süre sonra görevi devrederdi. Ancak Xi, kendi gücünü pekiştirmek için bu geleneği yıktı. Şimdi Çin’de, her şey onun etrafında şekilleniyor. Ama tarih, tek adam rejimlerinin sürdürülebilir olmadığını defalarca kanıtladı. En güçlü liderler bile zamanı geldiğinde çekilmezse, sistem çürür ve bir gün yerle bir olur.
Türkiye’de Güç ve Ayrılığın Kaçınılmaz Gerçeği
Türkiye’de de bu döngü hep tekrarlandı. Süleyman Demirel, defalarca iktidara geldi, defalarca devrildi, ama sonunda Cumhurbaşkanlığı’nı tamamlayıp sahneden çekildi.
Bülent Ecevit, bir dönemin en idealist lideriydi. Ancak 2001 ekonomik krizinden sonra hâlâ siyasette kalmaya çalışınca, bir efsanenin çöküşüne şahit olduk. Eğer zamanında çekilseydi, halkın hafızasında hep o güçlü lider olarak kalabilirdi.
Ve Recep Tayyip Erdoğan… 2002’de başladığı yolculukta, Türkiye’yi dönüştüren bir lider oldu. Ancak 2017’de yetkilerini genişlettiğinde, aslında kaderini de mühürledi. Bugün Erdoğan, belki hâlâ güçlü. Ama tarihe nasıl geçeceği, onun zamanı geldiğinde çekilip çekilmeyeceğine, yerine yeni lider yetiştirip yetiştirmeyeceğine bağlı.
Özel Sektörde de Güç Uzun Süre Kalmıyor
Bu durum sadece siyasette değil, iş dünyasında da böyledir.
Büyük şirketlerin CEO’ları en fazla 8-10 yıl görevde kalır. Çünkü uzun süre aynı koltukta oturan bir lider, değişime ayak uyduramaz.
Steve Jobs bile Apple’ı bir kez kaybetti, sonra geri döndü, ama sonunda şirketin yönetimini devretmek zorunda kaldı. Jeff Bezos, Amazon’u zirveye çıkardı ama zamanında çekilmesini bildi. Çünkü iyi liderler, sadece zirveye çıkmayı değil, zamanı geldiğinde sahneden inebilmeyi de bilmelidir.
Mesaj: Gücü Elinde Tutmak mı, Miras Bırakmak mı?
Tarih, liderleri sadece yaptıklarıyla değil, nasıl ayrıldıklarıyla da yargılar. Güç, sahibini aşındırır, ruhunu tüketir, etrafındaki insanları değiştirir. Zamanında çekilmeyenler, bir zamanlar kendilerini alkışlayan kalabalıklar tarafından unutulmaya mahkûmdur.
Güç, en büyük sınavdır. Ve bu sınavı geçenler, sadece kazananlar değil, zamanı geldiğinde bırakabilenlerdir.