Önce dün gördüğüm bir haber üzerine, çok samimi bir gözlemimi aktarayım.
Önüme düşen haberlerden birinde çok düşündürücü bir bilgi vardı.
Önce inanamadım.
Ne yazık ki doğruymuş.
Gözaltına alınan insanların sayısı 2000 bine yaklaşınca Vatan Caddesi’ndeki Emniyet Müdürlüğünün nezarethanelerinde yer kalmamış.
Bunun üzerine yeni gözaltına alınanlar başka yerlere sevk edilmeye başlanmış.
Bu yerlerden birinin adını aynen şöyleydi:
“Esenler Atış Alanı…”
“Alan” kelimesi anında yapıştı hafızama…
O an İçişleri Bakanımıza seslenmeye başladım içimden.
“Yaşınız müsait, emin olun çok yanlış anlamalara yol açacak sembolik bir yer bu” demek istedim.
Aslında götürüldükleri yer Emniyet’in oradaki bir binası.
Ama iş, Emniyetin nezarethanelerinden taşıp, “alan” kelimesi ile ifade edilen mekanlara yayılıyorsa…
“Aman dikkat” derim.
Gözaltına alınan insanları ‘alan’lara doldurmak yanlış
Yirminci Yüzyıl tarihinde, askeri darbelerin ve diktatörlüklerin en kalıcı sembolü, darbecilerin ‘Alanlara” doldurduğu insanlardı.
Bunun sembolü de statlardı.
ChatGBT’ye girin ve şu cümleyi yazın:
“Darbelerde stadlara doldurulan insanlar…”
Ben yazdım.
Önüme gelen bilgi satırı satırına şuydu:
“Darbeler sırasında statlara doldurulan insanlar, genellikle askeri yöntemlerin kitlesel gözaltılar ve baskılar için uyguladığı yöntem olmuştur.
Özellikle 20’inci Yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşen askeri darbelerde sıkça görülen bu durum, toplu tutuklamaların en bilinen simgelerinden biri haline gelmiştir.”
CharGPT’nin verdiği üçüncü örneğe dikkat
Şimdi dikkat…
Bunun altında üç örnek veriliyor:
(*) “1973 Şili Darbesi…Estadio Nacional Stadyumu.
Bu stadyum, orada elleri parçalanarak öldürülen ünlü şarkıcı Victor Jara’nın şarkılarında hala yaşıyor.
(*) Arjantin 1976-1983 juntası.
Ve üçüncü ve en yakın örnek.
(*) Türkiye 12 Eylül 1980 darbesi. O darbede bazı statlar gözaltı merkezi olarak kullanıldı.”
Hiçbir iletişimciniz, tarihçiniz size bunları hatırlatmıyor mu?
Sizi uyaran tek makul insan kalmadı mı…
Dünyada bu çapta benzerleri işe karşılaştırıldığında hiç şüphesin en barışçı gösteriydi.
Neredeyse tek saldırı olmadı binalara, arabalara.
O zaman bu kadar fazla insanı gözaltına almanın izahı güç.
15 Temmuz 2016 gecesi saat 22.00’de yazdığım yazı
Dün bu haberi okuduğumda, 15 Temmuz 2016 gecesine döndüm.
O gece Türkiye’nin seçilmiş Cumhurbaşkanına karşı acımasız bir askeri darbe başladığında, saat 22 civarında şu yazıyı yazdım ve gazeteye gönderdim.
“Bu gece hafızam bana şunu hatırlattı:
Vicdanım, benliğim, aldığım eğitim…
Demokrasiye olan inancım…
Hepsi aynı şeyi söylüyordu:
Bir kere daha anladım ki,
Benim yaşayabileceğim tek ortam demokrasidir.
Partilerin, liderlerin seçimle işbaşına geldiği, seçimle gittiği bir sistem…”
O yazıyı uçaklar TBMM üzerinde uçarken yazmıştım
O yazıyı uçaklar hala Türkiye Büyük Millet Meclisi üzerinde uçarken yazmıştım.
O gece CNN Türk Televizyonuna çıkan, siyasetçi olmayan ilk sivildim.
Yazıyı Hürriyet’e gönderdiğimde darbeci askerler helikopterle Kanal D ve Hürriyet’in bahçesine iniyordu.
19 Mart sabahı aynı duygularla boğuşurken buldum kendimi
Ne yazık ki 19 Mart 2025 sabahı da işte aynı duygularla boğuşurken buldum kendimi.
15 Temmuz 2016 gecesi ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanına karşı askeri bir darbe vardı.
19 Mart 2025 sabahı 18 Milyonluk İstanbul’un yüzde 52 oyla seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanı gizli tanık ifadeleriyle evinden alınıyordu.
Daha bugünden “tanık” denilen o kişilerin bir bölümünün AKP milletvekili adayı olduğu ortaya çıkıyordu.
Hürriyet’in yıldırım baskısında yayınlanan yazının başlığı
O gece yazdığım yazı Hürriyet’in yıldırım baskısında yayınlandı.
Yanılmıyorsam 16 Temmuz sabahı yazılı medyada çıkan darbe karşıtı ilk köşe yazısıydı.
Başlığı şuydu:
“Darbeciler kimseyi yanında bulamadı…”
Halkın yüzde 72’si ‘Bu bir siyasi karardır’ diyorsa
Dün önüme gelen Konda anketinin sonuçlarına bakıyorum.
Halkın yüzde 72’si, İstanbul’un Seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanının evinden alınıp tutuklanmasını hukuki bir uygulama değil, siyaseten önünü kesmek için yapılmış siyasi bir yargı kararı olarak kabul etmiş.
Bir ülkede “Adalet” duygusuna ve “Yargının itibarına” düşecek en tehlikeli gölgedir bu…
İşte bu noktada iktidarın düşünmesi gereken en tehlikeli yere geliyorum.
Bu ay anketlerde adalet ve yargı ilk defa 2 numaraya yükseldi
Ve bu ay, 19 Mart’tan sonra yapılan anketlerde çok ilginç bir gelişme daha gözlendi.
“Sizce Türkiyenin en büyük sorunu nedir ”sorusuna verilen cevapların sıralamasında “Adalet ve yargı” ilk defa ikinci sıraya çıktı.
Birinci sırada “Ekonomi, enflasyon ve işsizlik” var.
Ama şu an çözülmeye çalışılan terör konusu bile dördüncü beşinci sıralara düşmüş.
Bu hem iktidar, hem de ülke açısından çok ciddi bir işaret ve uyarı…
Bu sonuç, savcıların 19 Mart sabahı atmaya başladıkları “Yargı füzelerinin” hepsinin bir boomerang gibi yargının üzerinde patladığı gösteriyor.
15 Temmuz’da da, 18 Mart’ta da halkı yanlarında bulamadılar
15 Temmuz darbecileri halkı yanlarında bulamamıştı.
Öyle görünüyor ki, 19 Mart kararını alan ve uygulayanlar da halkı yanlarında bulamadı.
Birbirinden farklı iki ayrı olayda da halk seçilmiş siyasetçilerine sahip çıkıyordu.
16 Temmuz 2016 sabahı yayınlanan ikinci yazım
O sabah yayınlanan yazımın ikinci bölümünde darbecilere seslenmiştim:
“36 yıldır silmeye çalışıyorduk darbe imajını.
Seçimler yaptık.
Siyasilerimiz seçimlerle geldi seçimlerle gitti.
Otuzaltı yıldır artık o dönem kapandı gururuyla yaşıyorduk.
Bak gördün mü ülkemizi ne hale getirdiğini…
Bizi yine darbeler yapılan bir üçüncü dünya ülkesi haline getirdiniz.”
Yüzbinlerce insan Erdoğan için ne istediyse İmamoğlu için de onu istiyor
Ne mutlu ki, o darbe ile devrilmeye çalışılan Erdoğan bugün seçilmiş Cumhurbaşkanımız…
Kimse onun meşruiyetini sorgulamıyor. Kimse “Erdoğan gitsin” demiyor.
Ama elinizi vicdanınıza koyun…
Ne istiyor gösteri hakkını hiçbir şiddet eylemine başvurmadan gösteren yüzbinlerce insan?
Erdoğan için istediğini…
Seçimle gelen insanlar, askeri darbelerle, siyasallaştırılmış yargı kararları ile değil seçimle gitsin…
Sadece bunu istiyorlar…
Yolsuzluk iddialarının siyasallaşmasının ne olduğunu en iyi Erdoğan biliyor
Seçilmiş insanlara karşı böyle siyasallaşmış yargı yoluyla yapılan engellemeleri, darbeleri en iyi bilen insanlardan biri Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır.
Siyasi kariyeri boyunca kendisine iki kere “Yolsuzluk ve rüşvet” iddiaları ile girişim yapıldı.
Biri 2002’de Cumhuriyet Başsavcısının hazırladı suç duyurusuydu.
Bakın oradaki iddialara…
Bugün İmamoğlu’na karşı yapılan iddialardan ne farkı var…
Allahtan Rahşan Ecevit affı geldi ve engelleyemediler.
İkincisi de 17-25 Aralık girişimiydi.
FETÖ’cü polis ve savcılar tamamiyle rüşvet ve yolsuzluk iddialarıyla devirmeye kastetmişlerdi.
Siyasi rekabette mertlik beklemek çok safça bir şey mi
Bunları yaşayan insanların, rakibi olarak gördüğü insana aynı şeylerin yapılmasına itiraz etmesini beklemek çok mu safça bir şey…
Bilmiyorum ben yine de siyasette mertlik diye bir şey olması gerektiğini düşünüyorum.
CHP geçmişte, “Muhtar bile olamayacak” Erdoğan’a seçim yolunu açarak bu mertliği göstermişti.
Silivri giderek Sednaya’ya benzetilmeye başlandı
18-19 Mart’ın üzerinden 10 gün geçti…
Bu tür yargı girişimleri ile İstanbul’un Seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanını ne idüğü belirsiz gizli tanık ifadeleriyle sabah 6’da evinden alıp Silivri gibi artık, adı neredeyse eski Diyarbakırla eş anlamlı ve giderek Şam’daki Sednaya Hapishanesine benzetilmeye başlanan
sembolik bir binaya hapsetme kararını alanlar bunu Türk halkına izah edemedi.
Bari hiçbir şiddet olayına karışmayan bu insanları adı “Atışalanı” olan mekanlara doldurarak, 20’inci Yüzyılın karanlık sahnelerini hatırlatmayın dünyaya.
Çünkü medeni dünyanın hafızası çok daha kuvvetli ve kalıcı.
Bakın ChatGPT, Şili, Arjantin ve 12 Eylül cuntalarının statlarını 60 yıl sonra bile unutmuyor.
Bu bataktan kurtulmanın tek yolu bir an önce tutuksuz yargılamaya geçmek
Tayyip Erdoğan’a 2002 yılında Savcılık tarafından yapılan yolsuzluk ve rüşvet suç duyurusundaki iddialar ve sunulan gerekçeler, bugün Ekrem İmamoğlu’na yöneltilen “Gizli tanıklı” iddialardan çok daha ağırdı ve parasal meblağları çok daha büyüktü.
Erdoğan ve belediyedeki arkadaşları o gün tutuksuz yargılanmışlardı.
Kendilerini özgürce savunmuşlardı.
AKP’nin elindeki belediyeye kayyım atamak söz konusu bile olmamıştı.
İktidarın makul mensupları lütfen şu tabloyu bir düşünün
Bugün “Yargının düşürüldüğü” bu çukurdan kurtulmasının tek yolu da budur.
İmamoğlu ve arkadaşlarını tutuksuz yargılamak…
Aklın yolu sadece ve sadece budur.
İktidar yanlılarının, halkın gözünde şimdiden mahkum edilmiş bu siyasi yanlışlığı bir kenara bırakıp, bunu düşünmesinde hem kendileri hem
Türkiye için büyük yarar var.