Etrafımda herkes karamsar, herkes üzgün ve öfkeli.
Haklı sebepleri de var: CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı ve İstanbul’un seçilmiş belediye başkanı Ekrem İmamoğlu’nun hem diploması iptal edildi hem de tutuklandı, hapse atıldı.
Bu durumu protesto etmek isteyen gençler kitleler halinde gözaltına alınıyor, 50’şer 50’şer tutuklanıyor, daha şimdiden 74’ünün hakkında 4 yıl hapis istemli dava açıldı bile; herhalde gerisi için de açılacak.
Türkiye’de nüfusun yüzde 73’ünün izlenimi, İmamoğlu hakkındaki her şeyin gerçek olma ihtimali olan bir suçtan değil siyasi rekabetten kaynaklandığı. Yani İmamoğlu’nu yarış dışı bırakmak için suç uydurulduğunu düşünüyor ezici çoğunluk.
Nasıl düşünmesin ki? Milyarlarca dolarlık belediye bütçesini yöneten adam, uzaktan bile dahli olmayan, tek bir imza bile atmadığı bir takım reklam tabelası ihalelerinden çıkar elde etmekle, bırakın çıkar elde etmeyi “suç örgütü lideri” olmakla suçlanıyor ve tutuklandı.
Bazı tanık ifadeleri sanki büyük ifşaatmış gibi Sabah gazetesi başta olmak üzere iktidar yanlısı medyaya yansıyor, şaşkınlık içinde okuyorum. Bir tanesi rüşvet verdiğini iddia ediyor ama verdiğini söylediği para için belediye şirketi ona fatura kesmiş. Fatıralı rüşvet nasıl olur diye sormak polisin de savcının da aklına gelmemiş herhalde. Fatura kesildiyse o para şahıslara değil kamu şirketine gitmiştir, nasıl rüşvet bu?
Bu insan aklına ve zekasına hakaret eden suçlamalar nedeniyle Türkiye’de milyonlarca insan sokağa çıktı. Herkes gibi ben de Türkiye’de ne olacağını ve olayların ne yöne evrileceğini merak ediyorum elbette.
Pek çok kişi gelecek konusunda da karamsar.
Tarihte hiçbir şey tesadüfen olmaz
Ancak ben etrafımdan farklı olarak gelecek konusunda karamsar değilim. Hatta tam tersine, oldukça iyimserim.
Tarihte yaşanan pek çok olay, hatta neredeyse her şeyde tesadüflerin, bireylerin o anki duygu ve düşüncelerinin, başka son derece ilgisiz şeylerin rol oynamış olabileceğini biliyoruz.
Ama ben yine de, tarihte yaşanmış hiçbir şeyin tesadüfen yaşanmadığını düşünürüm. Tarih, bir anlamda o dönemde meydana gelen pek çok şeyin bir araya gelip bir sonuç yaratmasıyla oluşur. Bunlar, bütün o mikro faktörlere rağmen bir “mega trend” oluştururlar.
İngiltere Kralı 4. George “deli” olmasaydı Amerikan kolonileri bağımsızlık savaşına kalkışır mıydı?
Kanuni o kadar yaşlı olmasaydı, kötü mevsime rağmen o kış alelacele Viyana’ya yürümek ister miydi?
Atatürk diye bir adam ortaya çıkmasaydı Türkiye diye bir devlet olmaz, Anadolu dahil her yer işgal altında kalmaya devam mı ederdi?
Bunlar cevabını bilemeyeceğimiz sorular ama tarihte bir şey olduysa tesadüfen olmadı, onu biliyoruz.
İngiltere Kralı o sembolik çay vergisinde ısrar etmeyebilirdi, etti, Amerikan devrimi oldu. Kanuni kışı Macaristan’da geçirebilirdi, acele etti, yağmurda çamurda yorulan Osmanlı ordusu Viyana önünde yenildi. Atatürk diye bir lider çıktı, Kurtuluş Savaşını yaptı, modern Türkiye’yi yıkılmış Osmanlı’nın üzerine kurdu.
Bugün Türkiye’de ve dünyada olan da tesadüf değil
Bugün Türkiye’de Tayyip Erdoğan’ın ‘liberal demokrasi batıyor’ deyip bu durumu her türlü özgürlük talebini bastırmanın meşru gerekçesi sayması veya Amerika’da Donald Trump yönetiminin bir yıl önce yayınlanmış bir makaleye imza attı diye bir üniversite öğrencisinin vizesini iptal etmesi şans eseri eş zamanlı yaşanan şeyler değil.
Dün yazmaya çalıştım, dünya çapında tehlike altında olan şey sadece demokrasi değil, insan hakları kavramı. Bir başka deyişle insan uygarlığının elde ettiği bir büyük kazanım tehlikede.
O bakımdan, Türkiye’nin dört bir yanında sokağa çıkan o genç insanların da bunu Ekrem İmamoğlu’nun kara kaşı kara gözü için yaptığını düşünmek yanlış olur.
Onlar Ekrem İmamoğlu’nun şahsında esas büyük tehlikenin bir bütün olarak insan hakları kavramının ortadan kalkması olduğunun farkındalar, bu bilinçle sokağa çıkıyorlar. Onlara kulak verin, bunu aynen bu şekilde ifade ettiklerini duyacaksınız; CHP veya İmamoğlu için değil kendi insanlık onurları için sokaktalar.
Erdoğan kimlerle aynı ideolojik hizada?
Bakın dün Cumhurbaşkanı iftar konuşmasında aynen şöyle dedi:
“Geçmiş çeyrek asra damgasını vuran sorumsuz özgürlük, başıboş hürriyetçilik, ben yaparım kimse karışamaz bencilliğini sembol hale getiren neoliberal özgürlükçülüğün günden güne kan kaybettiğini görüyoruz. Kaybettiği kanı tekrar kendilerine pompalayacak kimse yok. Aşırı özgürlük, bireycilik, radikal demokrasi adına devleti ve toplumu zayıflatacak yönelimlerin siyasallaştırılması devri hızla son buluyor. Toplumu ve insanı ifsat eden, devleti zayıflatan popüler akımlar, dikkat ederseniz artık eskisi kadar rağbet görmüyor. LGBT musibetine yönelik tüm dünyada yükselen tepkileri bunun işaretleri olarak okuyoruz.”
Bu sözlerle Erdoğan, Vladimir Putin, Donald Trump, Viktor Orban, Alman aşırı sağ partisi AfD ile aynı ideolojik hizaya giriyor. Aynı tepkiden, mevcut özgürlük atmosferinin “bol gelmesinden” şikayetle besleniyor.
O dalga tepe noktasına ulaştı
Özellikle Trump’ın iktidara gelmesiyle bu dalganın artık kalıcı bir ideolojik dönüşümü temsil ettiğini düşünüyor.
Bu ideolojik dalga son derece ciddi olmakla birlikte, bugün en yüksek noktasında, bundan sonra o dalganın kırıldığını, rakip dalganın onunla başa çıkmaya başlayacağını göreceğiz bana soracak olursanız.
Çünkü bu ideolojinin saldırdığı şey uygarlığımızın temelini oluşturan insan hakları kavramı. O kavrama dünyanın her yanında insanlar sahip çıkıyor; Türkiye’nin gençleri ise öncülük yapıyor.
Türkiye bir kuantum sıçraması yapar mı?
Ben bu satırları yazarken çok yakın tanıdığım bir dostum Çağlayan’da Adliye’nin kapısında kızını bekliyor. Çünkü kızı, üç gün önce bir metro istasyonunda polisin yaptığı aramada çantasında bir sticker bulunduğu için gözaltına alındı, bu sabah da adliyeye sevk edildi.
Çantasında sticker var diye gözaltına alınan gençler, bizatihi varlıkları rejime tehdit görülüyorlar son bir haftadır. Rejim haksız değil, tehdit Ekrem İmamoğlu veya CHP’den değil o gençlerden geliyor gerçekten de. CHP ve İmamoğlu olsa olsa o gençlik hareketinin siyasi liderleri ama hareket üzerindeki etkileri sınırlı.
O gençler, belki de Türkiye’nin yeniden insan haklarına, insan onuruna, özgürlüklere kavuşmasına, bu konuda ciddi bir kuantum sıçraması yapmasına yardımcı olacak. Güzel bir geleceğin yurt dışına kapağı atmakta değil bu ülkeyi güzelleştirmekte olduğunu görüyorlar.
Erdoğan ve Trump sayesinde yaşanan fırsat
Nasıl Türkiye’de Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilip hapse atılması büyük bir uyanışa sebep olduysa, Donald Trump’ın varlığı da Avrupa çapında bir uyanışa neden oldu. Eski kıta, belki 100 yıllık uykusundan uyanıyor ve şimdi yeniden dünya sahnesine dönmeyi konuşuyor.
Türkiye’nin o uyanan Avrupa’nın bir parçası olması, konjonktürün Türkiye’nin kapısına getirdiği, büyük ölçüde de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bağımsız bir önemli güç olması sayesinde yaşadığımız bir fırsat.
Ancak, Türkiye’nin bu fırsatı Erdoğan’ın kendi kelimeleriyle dile getirdiği. o ideolojik yönelim içinde kullanabilmesine imkan yok. Çünkü Avrupa, o ideolojinin tam tersini temsil ettiği için bugün Amerika tarafından dışlanıyor, aşağılanıyor, savunmasız bırakılıyor. Yani Türkiye’ye açılan fırsat penceresi Tayyip Erdoğan orada diye açılmıyor, tam tersine Erdoğan’ın ideolojisi o pencereyle faban tabana zıt.
Tesadüf değil tevafuk
Hayatta bir rastlantılar, yani tesadüfler var, bir de İslamcıların ‘tevafuk’ dediği, hayırlı sonuçlar yaratacak şeylerin birbirine denk gelmesi, bir araya gelen şeylerin ilahi bir uyum içinde olması hali var.
Bana soracak olursanız, Avrupa’nın 100 yıllık uykusundan uyanmasıyla Türkiye’de Tayyip Erdoğan iktidarının gereksiz davranışları sayesinde gençlerin uyanmasının aynı zaman dilimine denk gelmesi tam anlamıyla bir tevafuk.
Bugün benzer bir şeyi Daron Acemoğlu da yazmış, ben de öyle düşünüyorum: Türkiye’nin önünde tarihin doğru tarafında durması için bir fırsat penceresi açıldı.
O pencereyi gençlerimiz açık tutacaklar.