İşlevsiz siyaset ve işlevsiz aileler
30 Mart 2025

İKTİDARIN GÜCÜ ADINA!

Sıkıyönetim

Netflix, Hindistan tarihinin en çalkantılı dönemlerinden birini anlatan politik bir filmle karşımızda: ‘Sıkıyönetim’ (Emergency). Film, ülkenin ilk ve tek kadın başbakanı Indira Gandhi’nin siyasi kariyerine odaklanıyor. Filmin hem yönetmenliğini hem yapımcılığını üstlenen Kangana Ranaut aynı zamanda Indira Gandhi’ye de hayat veriyor. Hikâyeye girmeden önce sık karşılaşılan bir karışıklığı netleştirmek gerek: Indira Gandhi’nin, Hindistan’ın bağımsızlık önderi Mahatma Gandhi’yle bağı yok. Indira’nın kendi soyadı Nehru; Gandhi soyadını ise eşi Feroze Gandhi’den alıyor ki onun da Mahatma Gandhi’yle bağı bulunmuyor.

Film Hindistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonraki döneme, 1975-77 yılları arasındaki olağanüstü hâle (sıkıyönetim) odaklanıyor. 1929’da Indira’nın küçüklüğüyle başlayan film hızlı bir şekilde tarihte atlamalar yaparak süreci hatırlatıyor. Asıl tarihe gelene kadarki kırılma noktalarından biri de Ekim 1962’de yaşanıyor. Assam, dönemin başbakanı Cevahirlal Nehru tarafından Çin’e teslim edilmiş ve aileler bölgeyi terk ediyor.

Ama Nehru’nun kızı ve o dönemde Kongre Başkanı olan Indira Gandhi, emirlere karşı gelerek halkı Assam’da kalmaya ikna ediyor. Indira’nın bu hareketi uluslararası basında haber olunca Çin, Birleşmiş Milletler’in baskısıyla ateşkes ilan ediyor ve Hint sınırından çekiliyor. Halkın gözünde kahraman olan Indira’nın, babasının başaramadığını başarması bekleniyor.

Filmi değil, mesajı izleyin

İşin rengiyse Indira Gandhi’nin 1971 seçim zaferinin, Hindistan Yüksek Mahkemesi tarafından usulsüzlük gerekçesiyle iptal etmesiyle değişiyor. Karar, teknik bir ihlal üzerinden gelse de bu Indira Gandhi için yalnızca hukuki bir mesele değil, kendi iktidarına doğrudan bir tehdit. Böylece Indira Gandhi’nin yoksullukla mücadele eden, bankaları kamusallaştıran ve sosyal reformları önceleyen bir lider olmaktan çıkıp nasıl gücünü kaybetmekten korkan birine dönüştüğünü izliyoruz.

Hindistan vatandaşları için filmin anlamı, tartışma bağlamı, tarihî gerçekçiliği tartışılır elbet, ama ‘Sıkıyönetim’ filminin bizlere söylediği daha genel bir şey var. Film zaten Indira Gandhi’yi şeytanlaştırmıyor. Aslında onun üzerinden, güç sahibi olan herhangi bir siyasi figürün değişim sürecini anlatıyor. Bu noktada Indira Gandhi’nin sola mı sağa mı meylettiği, kadın mı erkek mi olduğu önemini yitiriyor.

‘Sıkıyönetim’ filmi biyografik tarihî bir dram gibi dursa da bize günümüzden, evrensel ve hatta ülkemizden bir şeyler söylüyor: Film, gücünü kaybetmek üzere olan bir liderin kendi iktidarını ulusun bekasıyla özdeşleştirdiğini, böyle bir siyasi iklimde gazetecilerin tutuklandığını, muhaliflerin susturulduğunu ve halkın yoksullaştırıldığını ifşa ediyor. Bu nedenle filmi teknik açıdan değerlendirmek yerine işlevsel kısmına odaklanmak gerek. Hindistan hakkında genel kültür sahibi olmak isteyeni de, siyasilerin evrensel reflekslerine ışık tutan yapımları sevenleri de, ülke gündemine kafa yoranları da memnun edecek düşündürücü ve besleyici bir film olan ‘Sıkıyönetim’ Netflix’te.


BU KASABA SEVİMLİ OLDUĞU İÇİN SEVİMSİZ

Holland

Bu hafta karşımızda, açık uçlu olmayan ama izledikten sonra tam tatmin de etmeyen filmlerden biri var: Prime’da yayınlanan ‘Holland’. Andrew Sodorski’nin yazdığı ve Mimi Cave’in yönettiği film suç, gizem, gerilim kategorilerine giriyor ama bunu aksiyonla değil sükûnetle, hayattan bir kesit sunarcasına yapıyor. Bu ağırdan alma işi atmosferle bütünleşmemizi sağlarken bize başroldeki Nicole Kidman’ı daha uzun süre izleme şansı veriyor!

Film bizi 2000 yılında, Michigan’ın küçük ama özenli kasabası Holland’a götürüyor. Lale Festivali’yle, ahşap takunyalarıyla, minyatür Hollanda maketleriyle her şey bir katalogdan çıkmış gibi. Tam da bu yüzden bir tuhaflık hissi çöküyor üzerimize. Her şey fazla düzgün, fazla sevimli, kusursuz. Tıpkı Kidman’ın canlandırdığı Nancy gibi. O da yüzeyde huzurlu görünen ama içinde hep bir huzursuzluk taşıyan bir kadın. Evli, çocuklu, sakin bir hayat sürüyor ama kocasının onu aldattığından şüphelenince işler değişiyor.

Nancy’nin kocası Fred de (Matthew Macfadyen) ilk bakışta aynı mükemmel imaja sahip. Nancy’ye karşı kibar, oğluna karşı sevecen, işinde gücünde bir göz doktoru. Bu nedenle Nancy’nin şüphelerine başta ihtiyatla yaklaşıyoruz. Nancy bu monoton kasabada canı çok sıkıldığı için hayal dünyasında macera yaratan biri mi? Olabilir, zira Fred şaka yollu Nancy’nin dedektiflik huyunu eleştiriyor. Nancy’de hep bir çakırkeyif ifade ve ses tonu olduğundan psikolojik rahatsızlığı olduğundan bile şüpheleniyoruz. Yani ana karakterimize ne kadar güvenebileceğimizi bilemiyoruz. Filmin ilk çeyreğinin taşıyıcısı bu.

Kafamızda deli sorular

Yavaş yavaş Fred’in olumlu özellikleri gözümüzü tırmalamaya başlıyor. Üstelik Nancy ne zaman birtakım akıl yürütmelerde bulunsa Fred, karşısında bir çocuk varmışçasına onu eğliyor. İşten kalan vaktini oğluyla birlikte kasabanın minyatür maketini yapmakla geçiriyor, bunu mesleği gereği bir cerrah titizliğiyle yapması bir süre sonra rahatsız edici hale geliyor. İzlerken aklımıza sorular takılıyor: Karakterlerin yaşadığı kasaba gerçek mi? ‘Truman Show’ mu izliyoruz? Merak etmeyin, filmin sonunu söylemedik!

Nancy’nin şüpheci yanını tetikleyense bunlar değil, Fred’in sürekli iş gezisine çıkması. Nancy, kocasının muhtemel ihanetiyle ilgili kanıt aramak için meslektaşı Dave’e (Gael García Bernal) başvuruyor ve amatör dedektiflerimiz iz sürerken aralarındaki bağ güçleniyor. Film, ihaneti araştırırken ihanet etme fikriyle flört etmeye başlıyor, ancak aks tam gelişemeden havada kalıyor. Peki dedektiflerimiz haklı mı? Fred hakkında bazı gerçekler öğreniliyor, ama hiç aklımıza gelmeyen, ağır sırlar!

Ancak düğümün çözümü aceleye getirilmiş, bu yüzden filmin ağır havasında bir yama gibi duruyor. Bir yandan da havada kalan sorular devam ediyor: Dave’e ne oldu? Fred gerçekten hayatımızdan çıktı mı? Nancy bütün bu olanları gerçekten yaşadı mı? Fred’in sürekli ‘sıfırlamak ve yeniden başlamak’ vurgusu yalnızca Nancy’yle aralarındaki sorunları değil, daha büyük bir şeyi mi işaret ediyordu? Mesela Nancy daha önce de bu gizemi çözmeye yaklaşmış, ama her seferinde manipüle mi edilmişti?

Film hakkında olumlu ya da olumsuz görüş belirtmek zor. Nicole Kidman ne yazık ki filmin zayıf unsurlarından. Karakterin gerektirdiği uyuşukluğu yansıtmış yansıtmasına (zira bir yerde Nancy, Fred’le yaşamanın onu mayıştırdığını, enerjisini düşürdüğünü söylüyordu) ancak Kidman bunu yaparken karakteri biraz şuursuzlaştırmış.

Film birçok türe oturuyor ancak hiçbirine tam olarak oturmuyor; genelde bu ifade ‘orijinal bir iş ortaya çıkmış’ demek için söylenir, ama bu kez karşımızda ne olduğuna karar veremeyen bir film var. Parlak bir fikir sallantılı bir senaryoyla işlenmiş. Bu noktada filmin Netflix’teki ‘The Woman in the House Across the Street From the Girl in the Window’ dizisi gibi bir parodi olduğu bilgisine erişirsek çok rahatlayacağız. Yine de ‘Holland’, senaryonun tökezlediği yerde devreye giren yönetmenlik sayesinde kurtulmuş. Başarılı atmosfer yaratımıyla ve mükemmel hayatların ardındaki çürümüşlük ya da küçük kasabadaki gizem gibi temalarıyla ‘Holland’ kesinlikle bir şansı hak ediyor ve Prime’da alıcısını bekliyor.


BAĞLANTINIZ KİŞİSEL Mİ DİJİTAL Mİ?

Desconectados

Sırada işlevsiz olduğu kadar eğlenceli bir aile var! Şili-ABD ortak yapımı ‘Desconectados’ filminin ilki 2022’de yayınlanmıştı. Ailemizi bir kez daha izlemek üzere devam filmi ‘Desconectados 2’ye ve yine Prime’a ışınlanıyoruz. Diego Rougier’in yönettiği film aile temalı olmasının yanında farklı annelik biçimlerinin temsili açısından da önemli bir anlatı. Hikâyenin çerçevesini ise internet bağımlılığımızın iletişim becerilerimizi köreltmesi oluşturuyor.

Ailemizi tanıtalım. Ana karakterimiz boşanmış ve iki çocuk annesi Victoria (Javiera Contador). Böyle söyleyince gözünüzde çocuklarını tek başına büyütmeye çalışan fedakâr ve gözünün feri sönmüş bir anne canlanabilir, ama Victoria tam tersi! Çocuklarının velayetini düzenli hayat tarzına sahip eski eşine kaptırmış, teknoloji bağımlısı, rahatına düşkün, kafası da evi gibi dağınık, oldukça sıcakkanlı ve enerjik bir kadın Victoria. Onun yaşındaki birinden beklenen düzenli bir kariyeri olmadığı gibi kuzeniyle yaşıyor, neredeyse bir öğrenci hayatı yaşıyor!

İlk filmde Victoria’nın ayağına, hayatına biraz düzen verme şansı geliyor ve büyük bir şirketin teknoloji müdürlüğü için mülakata giriyor. Mülakatın sonuçları ise belirli bir saatte, e-posta yoluyla bildirilecek. Victoria’nın stresli bekleyişine bir de çocuklarla ilgilenme görevi ekleniyor. Anne ve çocukları arasındaki mesafe hemen hissediliyor ve Victoria ortamı ısıtmak için bildiği tek şeyi, ‘kafa anne’ olmak kozunu kullanıyor. Ekran süresi sınırsız, dışarıdan yemek söylemek serbest, daha doğrusu kural yok!

Evdeki herkes internete gömülmüşken, Victoria da e-posta beklerken bir Güneş fırtınası Dünya’yı da etkiliyor ve her yerde internet bağlantısı gidiyor. Toplumda kısa sürede kaos hâkim oluyor, banka ve marketler yağmalanıyor. Victoria bir yandan bağımlısı olduğu internetin yoksunluğunu çekerken diğer yandan çocuklarının eğitim hayatındaki sorunlarla yüzleşmek durumunda kalıyor. Ebeveynlik nedir, uzun süre sonra yeniden bu dönemde hatırlamak zorunda kalıyor. Bu süreçte biz de çocukları yakından tanıyor, bu aileye daha da ısınıyoruz.

Bu yol nereye çıkar?

Filmin çarpıcı mesajlarından biri, oldukça kolay olması gereken kişiler arası bağlantı için artık bir aracı kullandığımızın hatırlatılması. Yüz yüze veya anlık sesli olarak konuşmak yerine yazışmak, sesli mesajlar göndermek gibi yöntemlerle birbirimize paravan çekiyoruz. Bu, biraz mesafelenmeyi sevenlerimiz için bir nimet. Ancak alışkanlık haline geldiğinde spontane veya yüz yüze iletişim becerilerimizin köreldiği de bir gerçek. Film bize bunun en iyi örneklerinden birini, Victoria ile kızının dertleşme sahnesiyle veriyor. Victoria çocuklarıyla komik videolar gönderme seviyesinde iletişim kurduğu için kızı Clara (Jesu Haran) ona bir ergenin hayatındaki en önemli problem olan gönül işlerini anlatmayı reddedince Victoria çareyi, kapının arkasından sanki sesli mesaj gönderiyormuş gibi konuşmakta buluyor.

Filmin en keyifli bölümlerinden biri ailemizin, internet bağlantısı bulmak uğruna çıktığı uzun yolculuk. Uzun yol filmi kategorisine de girebilecek filmde bu yolculuk ailemize, fahri bir aile üyesi daha kazandırıyor: Küçük Julián’a (Diego Rojas) matematikte yardım eden, ailemizi varmak istedikleri şehre karavanıyla götürmeyi kabul eden yaşlı komşuları Rigoberto (Jaime Vadell). Nasıl ki bağ/bağlantı/bağımlılık kavramları filmde hem kişiler arası iletişim hem teknoloji için çift anlamlı kullanılmış, yol/yolculuk teması da aslında çifte anlam taşıyor. Aile bireyleri birbiriyle bağ kurmak için mecazi bir yolculuğa, internetle bağ kurmak için fiziksel yolculuğa çıkıyor.

Özetle çocuksu bir anne, ergen ve asi kızı, matematikte berbat ve biraz saf olan küçük oğlu, kendinden hallice kuzeni, huysuz ve tatlı ihtiyar komşudan oluşan bu saçma aile, bu hafta sonu bize iyi hissettirecek bir macera vadediyor. Victoria’yı ikinci filmde bu kez tam aksi yönde bir ebeveyn, yani helikopter anne olarak izliyoruz! Kendisinin bu versiyonunu da merak edenleri Prime’a alalım.


BU CESEDİ SARIMSAKLASAK DA MI SAKLASAK?

Aileye Hoş Geldiniz

İşlevsiz ailelere doymuyoruz ve bir tane daha öneriyoruz: Netflix’in yeni dizisi ‘Aileye Hoş Geldiniz’ (Bienvenidos a la Familia). Meksika yapımı dizide işlevsiz ailemiz bu kez iki ayrı ailenin bir araya gelmesiyle oluşuyor. Bir babanın eski eşinden olma çocuğu ve torunları ile yeni eşiyle kurduğu aile, baba ölürse ne yapar? Herkes kendi yola gitmeyi değil, çıkarları doğrultusunda birlikte hareket etmeyi seçiyor ve bize de eğlence çıkıyor.

Ana karakterimiz yine bir anne, yine ‘Descandados’taki gibi boşanmış bir kadın. Ancak Victoria’nın aksine bu dizinin annesi Cristina (Marimar Vega) o klasik anne modeline cuk oturuyor: Üç çocuğuyla hayatını sıfırdan kurmuş, tek maaşla evi geçindiren fedakâr bir anne. Ancak bu tipleme oldukça absürt bir şekilde ‘bükülüyor’, zira eski kocasının kardeşi yani kayınbiraderi de evin neredeyse dördüncü, ama kazık kadar bir adam olan çocuğu olarak onlarla yaşıyor! Cristina’nın büyük oğlu Jorge’nin (Ricardo Selmen) Down sendromlu olması, bu bireylerin ekran temsili açısından oldukça önemli. Söz konusu karakteri yardımsever kişiliğiyle tanıyoruz. Ortanca oğul kardeşlerin zeki olanı. En küçükleriyse ise büyümüş de küçülmüş bir cimcime, aklı her şeye yeten bir kız. Bu ilk ailemiz kendi içinde yeterince tuhaf dinamiklere sahip özetle.

Cristinaların öteki aileyle tanışması, komedi dizisi olmasaydı bir trajediyle gerçekleşiyor diyebilirdik. Cristina yıllarca çalıştıktan sonra artık bir ev sahibi olmuşken eve mafyatik tipler tarafından el koyuluyor. Nedeniyse, Cristina’nın yıllardır görüşmediği babası bu evi borçları için teminat göstermiş olması. Cristina hesap sormak için ev ahalisini de alıp babasına gidiyor, ancak onlar zar zor geçinirken babasının bir saray yavrusunda, olgun bir para avcısı Luciana ve kızı Inés’le (Erika Buenfil, Carla Adell) yaşadığını görünce morali bozuluyor tabii. Baba da kızıyla torunlarını görmekten memnun sayılmaz. Ancak ikili arasında tırmanan gerilimden ötürü adam kalp krizi geçirip ölüyor.

Çocukları ve kayınbiraderiyle birlikte evsiz kalmış olan Cristina hemen babasının vasiyetini buluyor ve malın mülkün kendilerine de, babasının yeni ailesine de kalmadığını görüyor. Adam varını yoğunu göz bebeği olan büyük çocuğuna bağışlamış. Bu noktada Cristina’nın hem kendi ailesini hem üvey annesi Luciana ve kızını vasiyeti değiştirmeye ikna etmesi gerek. Ölümü ihbar etmek ise bekleyebilir! Böylelikle ailelerin mirasa konmak için işbirliği, cinayeti örtbas etme çabası ve bol eğlence bizleri bekliyor. Unutmadan, olayların seyrini değiştirebilecek meraklı komşu klişesini de eklemeyi ihmal etmemişler!

‘Aileye Hoş Geldiniz’ komedi kategorisine oturduğu kadar bir cesedi saklamaktan yola çıkılmasını göz önünde bulundurursak suç kategorisine de rahatlıkla girer. Esas olarak darmadağın ama sempatik karakterlerin absürt bir durumu nasıl birlikte göğüslediklerine dair sıcak bir hikâye. ‘Aileye Hoş Geldiniz’ Netflix’e hoş geldi!

Kim katil, neden katil? İçimizdeki katil!Kim katil, neden katil? İçimizdeki katil!

ÇOK OKUNANLAR