Sapere aude!
30 Mart 2025

Immanuel Kant, 1784 yılında Berlinische Monatschrift dergisinde aydınlanmanın ne olduğuyla ilgili bir makale yayınlar. Kant’ın bütün ömrü aklın, bilginin, aklın neleri bilebileceğinin, özgürlüğün tanımının, insanın onurlu bir hayat yaşaması için nasıl bir maksimle, ilkeyle hareket etmesi gerektiğini serimlemeye çalışmakla geçmiştir. 

1783 yılında Johann Friedrich Zöllner’in bir yazısında sorduğu  A y d ı n l a n m a  N e d i r ?  sorusuna bir yanıt niteliğindedir. Yayınlandığı tarihten itibaren de Aydınlanmanın manifestosu niteliği kazanmıştır. Peki nedir aydınlanma? Bu soruya Kant’ın verdiği yanıttan önce bugün felsefe ve tarih kitaplarında yapılan klasik tanımına kısaca bir göz atalım. 

Aydınlanma kavramı, rasyonel düşünce yoluyla, ilerlemenin önündeki engellerin aşılmasına olanak sağlayan gelişmelere verilen genel bir addır diyebiliriz. 16. ve 17. yüzyılda gerçekleşen bilimsel ilerlemelerin sağladığı yeni bilgilerin kabul edilmesi sürecidir bir bakıma. Bu yeni bilimsel bilgiler sosyal bir reform hareketine öncülük etmeye başlamıştır. Başlangıcı Avrupa ve kuzey Amerika’dadır ve yüce bir güce ve bunun dünyadaki temsilcisi kiliseye değil de insanın aklına güvenmeye başlayan bir dönüşümdür Aydınlanma. 

Aydınlanmanın en önemli özelliği, yargı merciinin kiliseden akla devredilme çabasıdır. Toplumsal açıdan Aydınlanma daha çok bireysel düzlemde eylem özgürlüğü, eğitim, genel insan hakları ve devletin bir görevi olarak insanların kendilerini iyi hissetme hakkı gibi konulara odaklanmıştır. Yani insan toplulukların bir tebaa olmaktan çıkıp hakları ve özgürlükleri olan bireylerden oluşan bir toplum haline dönüşmeye başlamaları sürecidir. Aydınlanma öncüsü düşünürler büyük bir iyimserlikle akıl odaklı bir toplumun insanların bir arada yaşamalarının getirdiği temel sorunları çözeceğine inanıyorlardı. Bu konuda da en çok kamunun söz ve eleştirme hakkına güveniyorlardı. 

Kant’ın  A y d ı n l a n m a  N e d i r ?  sorusuna verdiği yanıta geri dönersek, filozofun yazısına şu cümleyle başladığını görürüz: “Aydınlanma, insanın kendi hatasıyla içine düştüğü ergin olmama halinden çıkmasıdır.” Bu ergin olmama halinin nedeni, Kant’a göre, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna baş vurmadan kullanamıyor oluşudur. Bu insanın kendi kabahati, hatasıdır. İnsan kendi aklını başkasının kılavuzluğuna baş vurmadan kullanma cesaretini kazanmak zorundadır. Bu ergin olmama, aklını kullanmama ve başkasının kılavuzluğuna baş vurma nedeni de, Kant’a göre, insanın tembelliği ve korkaklığıdır. Ergin olmama durumu çok rahattır çünkü, onlar adına başkası karar verir ve onlar da hiçbir sorumluluk ve suçluluk duymadan yaşayıp giderler. 

S a p e r e  a u d e !  der Kant. “Bilmeye cesaret et!” 

İnsan para harcayabildiği ve hayatın tadını çıkardığı müddetçe düşünmek zorunda değildir. Hastalandığında nasıl besleneceğini söyleyen bir doktoru olduğu gibi, bir karar almak zorunda olduğunda da danışacağı biri olursa mutlu mesut yaşar gider. Düşünmek zorunda kalmak gibi sıkıcı bir işi başkaları yapabilir elbette. Koyunlar gibi ağıllara kapatılmış bu insanlar ağılın kapısını zorlayıp dışarı çıkmaya kalktıklarında, kendi başlarına yürümeye kalktıklarında onları ne gibi tehlikelerin beklediğini anlatarak korkutur yöneticiler. Onlardan beklenen düşünmemeleri ve itaat etmeleridir. Onlar için doğru olanı bilenlere güvenmeleridir.  

Öte yandan düşünmek ve kendi başına karar almak insanların büyük çoğunluğunu oluşturan ergin olmayanlar için çok zordur, çünkü bu konuda hiçbir deneyimleri yoktur. 

“Aydınlanma için,” der Kant, “özgürlükten başka bir şey gerekmez.” Bunun için gerekli olan da özgürlüklerin en basitidir filozofa göre: “Aklı her yönüyle ve her bakımdan çekinmeden kitlenin önünde apaçık olarak kullanma özgürlüğü.” 

“Ama,” der Kant, “her yerde düşünmeyin, itaat edin!” diye bağıranlar vardır. “İstediğinizi düşünün ama itaat edin!” Şimdi “acaba aydınlanmış bir çağda mı yaşıyoruz?” sorusu sorulunca, yanıt şöyle olacaktır: “Hayır, aydınlanmış bir çağda değil, fakat aydınlanmaya giden bir dönemde yaşıyoruz. Şimdiki zamanlarda olduğu gibi, insanlığın bir bütün olarak, başkasının rehberliği olmaksızın, dinsel konularda kendi aklını iyi bir biçimde ve güvenilir bir şekilde kullanması durumunda olması ya da bu duruma getirilebilmesi için katedilecek daha çok yolumuz var.” 

Bulunduğumuz coğrafyada Kant’ın 1784 yılında beslediği umuda 2025 yılında sahip miyiz? Sanırım evet, her şeye rağmen. Ne kadar geç olursa olsun.  

Kant’ın ahlâk yasası bize Aydınlanmayla birlikte özgürlüğün, filozofa göre mümkün tek özgürlüğün nasıl olduğunu gösterir. Kesin buyruk der Kant bu ahlâk yasasına: 

“Eyleminin maksimi sanki senin istemenle genel bir doğa yasası olacakmış gibi eylemde bulun.”

Ne demek istiyor filozof burada? Kant insanın iki yönünün olduğunu düşünür. Bir yönüyle insan doğa yasalarına tabi bir canlıdır. Acıkır, susar, arzuları ve bedensel ihtiyaçları vardır. Doğa yasalarına tabi yanına karşı çıkması mümkün değildir insanın. Hayatta kalması buna bağlıdır. Bu nedenle bu alanda herhangi bir özgürlük söz konusu değildir. Kişi çıkarına, ihtiyaçlarına uygun olarak davrandığında doğadaki bütün canlılar gibidir ve bu anlamda herhangi bir özgürlükten bahsedilemez. Ama öyle durumlar vardır ki insan kendi çıkarı doğrultusunda davranmamayı seçebilir. Hatta öyle bir davranışta bulunabilir ki, davranışı öyle bir ilkeye dayanabilir ki, bu davranış yalnızca kendisi için değil neredeyse bir doğa yasası gibi dünyadaki bütün insanlar için de geçerli olur ve hiç kimsenin zararına değildir. 

İnsanın özgürlüğü her istediğini kendi çıkarına uygun olarak, istediği, arzu ettiği şekilde ve en önemlisi bunu elindeki güç sayesinde hiçbir bedel ödemeden yapabilmesi değildir. Özgürlüğümüzün sınırları olduğunu bilmemiz gerektiğini özellikle vurgular Kant. 

Felsefenin yalnızca masa başında kavramlarla uğraşmak ve akıl yürütmek olduğunu zannedenler büyük bir yanılgı içindedirler. Pratiğe uygulanması mümkün olmayan teorik bir bilginin hiçbir değeri yoktur. Felsefenin en teorik alanlarından olan metafizik ve ontoloji bile aslında pratikte, yani hayatın içinde nasıl konumlanacağımızı, ne ve kim olduğumuzu, nasıl bir hayat sürmemiz gerektiğini anlamamız için gereklidir. Bunun yanında doğrudan pratikle ilişkili alanları da vardır felsefenin. Bunlardan en önemlisi  e t i k  ya da ahlak felsefesi denen felsefe alanıdır. 

Ahlak deyince anlamamız gereken, bir toplumda belli bir zaman diliminde kabul edilen normlar değildir kesinlikle. Zamandan ve mekândan bağımsız, evrensel geçerliliği olan bir ahlâktır söz konusu olan. Doğanın yasaları fizikle, özgürlüğün yasaları etikle ilgilidir. Pratik felsefenin diğer önemli alanları siyaset ve hukuk felsefesidir. Bu üç alan da, ahlâk, siyaset ve hukuk felsefesi şu soruya yanıt arar:  

N e  y a p m a l ı y ı m ?  

Doğa yasaları olanla ilgiliyken etik, siyaset ve hukuk olması gerekenle ilgilidir. Doğanın zorunluluğundan farklı bir zorunluluk söz konusudur burada ve ne kadar paradoksal gözükse de bu zorunluluk özgürlükle yakından ilişkilidir. 

Peki bu nasıl mümkündür? Bir yandan -meli, -malı diyerek gereklilikten, zorunluluktan bahsederken, nasıl olur da aynı zamanda özgürlükten de söz ediyor olabiliriz? Kant’ın kesin buyruk diyerek tanımladığı bir evrensel yasa söz konusuysa hele, özgürlükten nasıl bahsedebiliriz? Kant’ın kesin buyruğu çıkar ve yararı gözetmeyen ve herkes için genel geçerliliği olan bir buyruktur. Hiçbir çıkar söz konusu olmadığı için de amaç yalnızca etik bir davranışta bulunmaktır ve bu sadece özgürce yapacağımız bir seçimle mümkündür. Diğer bütün seçimlerimiz koşullu, yani belli bir koşula bağlı, dolayısıyla özgür olmayan seçimlerdir. 

Özgür birey içinde bulunduğu bir durumda seçimini çıkarı öyle gerektirdiği için ya da korkuyor olduğundan dolayı yapıyorsa hiçbir şekilde onun özgür olduğundan söz edilemez ve onun ergin bir birey olduğunu, aydınlanmış olduğunu da söyleyebilmek mümkün değildir. 

İçinde bulunduğumuz koşullarda nerede nasıl bir duruş sergilediğimizi bir de bu açıdan değerlendirelim derim.

***

Alıntılar Nejat Bozkurt’un 1983 yılında yaptığı ve Felsefe Yazıları dergisinde yayınladığı çeviridendir. Bazı yerlerde metnin aslı kontrol edilerek yapılan kimi ufak değişiklikler bana aittir.

ÇOK OKUNANLAR