Şişeden çıkan erken seçim cini yeniden şişesine döner mi?
31 Mart 2025

Normal siyasi işleyiş kabaca şöyledir:

Seçimi kazanan, seçim kampanyasında söylediği pozitif gündemi uygulamak için hızla işe koyulur, siyasi ve ekonomik vaatlerini yerine getirmeye çalışır. Sonra da bu pozitif gündemin üzerine yeni şeyler ekleyerek, yeni bir pozitif gündem yaratıp önüne yeni hedefler koyarak bir sonraki seçime girer.

Bu kaba işleyiş Türkiye’de 2023 seçimine kadar geçerli oldu. Tayyip Erdoğan her seçimde seçmenin önüne hedefler ve pozitif gündemler koydu, “Durmak yok, yola devam” dedi, “Ustalık dönemi” dedi ve devam etti.

Ama 2023 seçimi gerçekten hem Tayyip Erdoğan’ın siyasi geçmişi açısından hem de dünya seçimleri tarihi açısından son derece ayrıksı bir örnek oldu.

Hemen hemen hiçbir pozitif gündem maddesi açıkça konuşulmadı. En büyük beklenti olan ekonomik zorlukların aşılması, yeniden refaha kavuşulması konusu aynı zamanda Erdoğan iktidarının geride kalan 5 yıllık döneminin en büyük başarısızlığı da olduğu için hep muğlak ifadelerde ve ima yoluyla konuşuldu.

Buna rağmen Erdoğan seçimi, kendisini de şaşırtan biçimde kazandı. Sadece başkanlık seçimini değil, esas büyük kazancı Cumhur İttifakı’nın yeniden Meclis’te çoğunluğu sağlayacak bir zafer kazanmasıydı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan bu seçim zaferinin ikinci yılını tamamlamak üzere. Geride kalan iki yıla baktığımızda, Erdoğan iktidarının hala temelde savunmada olduğunu, geçmişte bozduklarını tamire çalıştığını görüyoruz.

Bu tamirat çabasının merkezinde elbette ekonomik durum geliyor. Enflasyon hala düşürülmüş ve hayat yeniden normale dönmüş değil. Bunu zaman alacağı ve Tayyip Erdoğan’ın tercihleri nedeniyle yavaş ilerleyen bir süreç olduğu genel kabul görmüş durumda.

İktidarın pozitif gündem eksikliği, ileri doğru hamle yapamaması, bu döneme damga vuracak ve Türk halkının hayatını daha güzel yapacak bir işe girişememesi, iktidarın kendi içinde ciddi bir “Yerimizde sayıyoruz” hissine neden oluyor.

Bu dönemin ileri doğru iki hamlesi oldu. 

Bunlardan biri, Türkiye’nin dışında faktörlerler, Suriye’de yaşanan rejim değişikliğiydi. Buna da Erdoğan bile şaşırdı ama duruma kolay adapte oldu, zaferi sahiplendi. Yalnız tabii Suriye’de elde edilen dış politika başarısının yurt içine yansıması iki şarta bağlı: 1. Buradaki PKK/YPG devletçiğinin yok olması; 2. Ve daha önemlisi Türkiye’deki Suriyeli nüfusun kitleler halinde ülkelerine geri dönmeye başlaması.

Bu iki konuda bazı gelişmeler olmakla birlikte hissedilir anlamlı gelişme yok.

İkinci ileri doğru hamleyi iktidarın sessiz ortağı Milliyetçi Hareket Partisi yaptı, PKK’nın silah bırakması için Abdullah Öcalan’ı merkeze alan sürpriz bir girişim başlattı. Girişim genel olarak olumlu bulunmakla birlikte henüz burada da bir anlamlı sonuç alınmış değil. Ama ümitler devam ediyor.

Genel manzara buyken ve Tayyip Erdoğan iktidardaki ilk iki yılını anlamlı bir ilerleme olmadan tamamlamak üzereyken, kimsenin çok anlam veremediği bir siyasi hamle, İstanbul’un seçilmiş belediye başkanı Ekrem İmamoğlu’nun geçen yılın Kasım ayı başından itibaren siyasi bir hedef olarak seçildiği izlenimi veren ve ardı ardına gelen adli soruşturmalar oldu.

Bu soruşturmalar muhalefette iki etkiye neden oldu: 1. Muhalefet daha önce neredeyse hiç dile getirmediği erken seçimi dile getirir oldu; 2. Ekrem İmamoğlu’nu koruma duygusu hakim oldu ve İmamoğlu CHP’nin şimdiden Cumhurbaşkanı adayı ilan edildi.

İktidar kanadı adli operasyonlarını sürdürüp İmamoğlu’nu tutuklayınca, üstelik de bunu tam onun partisinin cumhurbaşkanı adayı ilan edileceği ön seçim günü yapınca, ortaya düne kadar olmayan muazzam bir muhalefet enerjisi çıktı.

Bir kere o tutuklama günü 15,5 milyon vatandaş İmamoğlu için sokağa çıkıp oy verdi; üstüne Türkiye’nin dört bir yanında kitlesel protesto gösterileri yapılır oldu. Ve işte son olarak cumartesi günü CHP İstanbul’da dev katılımlı bir miting yaptı.

Bundan bir ay önce, iki ay önce anketlerde erken seçim isteyenler anlamlı bir kalabalık oluşturmuyordu. Şimdi, bütün bu İmamoğlu operasyonlarının ardından görüyoruz ki halkın yüzde 60’ı erken seçim istemeye başlamış.

Oysa hepimiz biliyoruz, seçime daha 3 yıl var.

Ben bunca yıldır Türkiye’de siyaseti yakından izlemeye çalışırım, daha önce bu kadar erkenden bir erken seçim talebi doğduğuna bir tek 2001 kriziyle tanık olmuştum. Henüz Nisan 1999’da seçimden çıkmış olan koalisyon hükümeti, o yılın Ağustos ayındaki depremin üzerine 2001 başında bir de ekonomik kriz çıkarınca sokaklar erken seçim istemeye başlamıştı. Hükümet seçimi 2002 Kasım ayına kadar geciktirmeyi başardı ve sonucunu hepimiz biliyoruz.

Şimdi bir kez daha iktidarın, aslında belki de şahsen Tayyip Erdoğan’ın çünkü malum Anayasaya göre tek kişilik iktidarımız var, kendi hatalarından ötürü daha görevde iki yılı dolmadan erken seçim talebi ortaya çıkmış durumda.

Erken seçimi muhalefet partileri her zaman isterler. Onların sırtında yumurta kefesi yoktur çünkü. Onların istekleri görmezden gelinebilir, hatta alay konusu da yapılabilir.

Ama talep sokaktan geldiğinde bunu görmezden gelmek de, bu taleple alay etmek de ve talebi ortadan kaldırmak da pek kolay olmaz.

İşte 2001 örneğini verdim, Kemal Derviş’in gelmesi, bir nevi acil durum ilan edilmesiyle memnuniyetsizlikler perdelenmişti o zaman ama 2002 ilkbaharında cin şişeden çıktı, o yılın Kasım ayında seçim yapıldı. Türkiye seçime giderken fiilen hükümetsiz kalmış, koalisyon çoktan dağılmıştı zaten.

Bugün anketlerde, düne kadar yüzde 30-35 civarında olan erken seçim talebinin birden yüzde 60 seviyesine gelmesi, zaten bir pozitif gündemi olmayan Tayyip Erdoğan iktidarını iyice savunmaya sokacak bir gelişme.

İktidar hiç kuşkusuz erken seçim talebini ötelemeye, görmezden gelmeye, hatta mümkünse tamamen ortadan kaldırmaya çalışacaktır ama bunu kolay başaracağını hiç sanmıyorum.

Bu cin şişeden çıktı ve onu yeniden şişesine sokmak başarılabilir bir şeymiş gibi gelmiyor bana.

Soru şu: İktidar bu baskıyı ne süre üzerinde hissedecek, baskıya ne kadar süreyle dayanabilecek?

ÇOK OKUNANLAR