BİR SOR, NEDEN DİRİLDİM?
The Bondsman
Hafta sonunu komedi, korku, doğaüstü aksiyon türlerinin karışımından oluşan bir diziyle açıyoruz: Prime’dan ‘The Bondsman’ (Ödül Avcısı). Dizi ‘şeytanlı filmler’ dönemine hasret kalanları bir komediden beklenmeyecek derecede tatmin edecek! Zira Grainger David’in yazdığı, Sanaa Hamri’nin yönettiği dizide kırmızı gözler, çarpık bedenler, çürümüş yüzler gibi türün karikatürize ögelerini bol bol görüyoruz.
İşin aksiyon ayağıysa doğrudan ana karakterimize yüklenmiş bir görev. Orta yaşı geride bırakmış Hub Halloran (Kevin Bacon) tıpkı annesi gibi bir ödül avcısıdır, yani para karşılığında kaçakları veya suçluları yakalamaktadır. Bir gün ava giderken avlanır, oracıkta öldürülür. Hemen ardından da aynı yerde uyanıverir! Kendine geldiğinde aslında öldürüldüğünü, bir şekilde yeniden dirildiğini keşfeder. Kendisini öldürteninse eski eşinin yeni sevgilisi olduğunu öğrenir. Hub hem eski eşine bu adamın gerçek yüzünü göstermek hem de ölümünün intikamını almak için planlar yapmaya o kadar dalmıştır ki nasıl dirildiği gibi ufak (!) detaylar onun merakını cezbetmez.
Tüm bunlar olurken Hub, bir telepazarlama şirketine ait numara tarafından sürekli aranır. Hub bu dolandırıcıların çağrılarını görmezden geldikçe onlar aramaya devam eder. Hemen ardından kendisine, söz konusu numaranın sahibi tarafından bir elçi gönderilir ve olup biten tuhaflıkları açığa kavuşur: Bu çağrılar tıpkı ‘Aman Tanrım’ (Bruce Almighty) filminde sürekli Bruce’u arayan şüpheli numara gibi ‘öteki taraftan’ gelen aramalar gibidir. Tek farkla, Hub’a gelen çağrılar cehennem kaynaklıdır! Elçi Midge’in (Jolene Purdy) açıkladığına göre Hub öldürülünce cehenneme gitmiştir, ancak tam o sıralarda cehennemden birtakım iblisler firar etmiştir. Şeytan da cehenneme taze düşmüş Hub’ın dünyadaki mesleğinden, yani ödül avcılığı meziyetlerinden faydalanmak ister ve firar eden iblisleri yakalayıp cehenneme geri göndermesi için Hub’ı diriltir. Özetle Hub hayattayken icra ettiği mesleğine şimdi de Şeytan’ın emrinde devam etmelidir.
Aile boyu tehlike
İlk hedefiyse yaşlı anneciğinin kilisesindeki, kaçak bir iblis tarafından ele geçirilmiş rahiptir! Anneciği dediğimize bakmayın, kendisi bu macerada Hub’ın azılı destekçisi olacaktır, zapt edebilene aşk olsun! Bu tür maceralarda görmeye alışık olduğumuz ‘genç ve dinamik ikili’ formülü, yerini yaşlı bir anne ve onun geçkin oğluna bırakmış, çok da iyi olmuş! Zira bu ikili benim diyen gençlere taş çıkartıyor. Gel zaman git zaman ekibimiz, Hub’ın eski karısı ve çocuğu da dâhil olacak şekilde büyüyor ve bu iş tuhaf bir aile mesleğine dönüyor!
Artık insan olmayan bir aile bireyinin tüm ailesini soktuğu tehlikeli ama eğlenceli maceralar gibi bir tanım yaparsak dizi, Netflix’te yayınlanan ‘Santa Clarita Diyeti’nin korku ağırlıklı versiyonu diyebiliriz. Diziyi tatlandıran bir unsur da hem Hub’ın hem eski eşinin müzik sevdası. Hub müziğe küsmüş ancak eski eşi Maryanne (Jennifer Nettles) hâlâ sahne alıyor ve bu iblis avı sırasında eski çiftin bir zamanlar birlikte müzik yaptığını öğreniyoruz, country müziğe doyuyoruz.
Dizinin yönetmeni Sanaa Hamri’yi yine Prime’da yayınlanan iki kült dizi ‘Yüzüklerin Efendisi: Güç Yüzükleri’ ve ‘Zaman Çarkı’ dizilerinden de biliyoruz. Hamri yönetmen koltuğunu Thor Freudenthal, Catriona McKenzie ve Lauren Wolkstein ile paylaşırken dizinin yaratıcısı Grainger David, senaristliği Erik Oleson’la paylaşıyor. ‘The Bondsman’ hafta sonuna hızlı giriş yapmak isteyen izleyicileri Prime’da bekliyor.
BOŞANMAK BİR FELAKET MİDİR FIRSAT MI?
Boşanma Sigortası
Afet sigortası, yangın sigortası, kaza sigortası, hayat sigortası… Başımıza gelebilecek her türlü felaket paramızın yettiği yere ve bir noktaya kadar telafi edilebiliyor. Peki ya kalp kırıklıklarının telafisi olur mu? Hatta bunun en yaygın nedenlerinden biri olan boşanmanın? Prime bizi bu sorunun peşinden götürecek Güney Kore yapımı bir komediyle karşılıyor: ‘Boşanma Sigortası’ (The Divorce Insurance).
Ana karakterimiz Ki-jun (Lee Dong-wook) bir sigorta şirketinde aktüer olarak çalışmaktadır ve ekibi son dönemde başarısızlık üstüne başarısızlık yaşamaktadır. Yeniden atağa geçmeleri için sağlam bir sigorta paketi tasarlamalıdır ve imdadına kendi başından geçen en kötü deneyim yetişir: Boşanmak. Hem de üç kere! Ki-jun, tıpkı sigortalanan diğer durumlar gibi boşanma sonrasında da manevi/ruhsal başta olmak üzere sosyal, fiziksel, maddi sıkıntıların baş gösterdiğini bizzat deneyimlemiş biri olarak kendine bir ekip kurar.
Ekibimize eleştiriler kapıda: Boşanma başa gelen bir kaza gibi tesadüfi değil de bir seçim olduğundan sigortalanamaz. Ayrıca ya sigortadan faydalanmak için sahte evlilik yapan olursa? Hem bu boşanma sigortasıyla çiftleri boşanmaya mı teşvik etmektedirler, mutlu çiftlerden ne istemektedirler? Ekibimiz bu eleştirilere akılcı yanıtlar bulmalı. Sonuncusu basit! Boşanmayı teşvik etmek ekibin zararına olacaktır. Amaç, insanları boşanma sigortasına ihtiyaçları olduğuna inandırıp ürünü aldırmak, ama boşanmamalarını dilemek! Bunu da düşünmüşler: Çiftlerin sorunlarını konuşarak halledebilecekleri fırsatlar sunacaklar.
Eğer işin mizahından uzaklaşıp kuş bakışı bakarsanız, önümüzde sigorta şirketleri özelinde kapitalizmin nasıl işlediğine dair bir dizi duruyor: Kalp kırıklıklarımızı, umutlarımızı, duygularımızın birer pazarlama konusu olarak görülmesi. Elbette maksatlarının buna yönelik bir eleştiri olmadığı belli. Neticede karakterimiz, kendi başından üç boşanma geçse bile bu sigorta ürününü öncelikli olarak insanların iyiliği için değil, işinde ilerleme amaçlı buluyor. Bizimki hikâyenin katmanlarına inme hastalığından kaynaklı bir yan okuma yalnızca.
Yan okuma sayılabilecek diğer temaysa insanların belirsizlikle baş etme ihtiyacı. Ekibimizin vadedip de insanların inandığı şey aslında belirsizliğin ortadan kaldırılabileceği. Bir nevi belirsizliği sigortalamak. Yani konu belki de hiç boşanma değildir! Zira ekibimiz birbirine soruyor, neyi sigortalamak isterdin? Biri diyor ki güvenimin kırılmasını – sigorta sayesinde bu, özgüven olarak telafi edilebilsin. Diğeri diyor ki incitici sözleri – sigorta sayesinde incinmişliğim telafi edilebilsin. Yani olumsuz duygularımızı sigortalatmak istiyoruz. Belki engelleyemeyeceğiz, ama hasarı en aza indirebilmek için belki telafi edebileceğiz! Böylece kimse bir ilişkiden de korkmaz, incinmekten de, hayata içkin olumsuz duyguların ne zaman ve ne şekilde geleceğinden de.
Bir de ana okuma var, o da boşanmayı normalleştirmek. (Ekibimize gelen eleştirilere verilen yanıtı biz de verelim: Teşvik etmek değil!) Ekibimizden dört kişi boşanmış ve aslında dizi boyu bununla başa çıkmaya çalışıyorlar. Boşanmayı önce bir felaket olarak tanımlamaları, bunun sigorta kapsamına alınabilmesi gerekliliğinden. Yoksa dizi ilk dakikalardan boşanmayı bir fırsat olarak görme penceresi açıyor: Evlilik ve boşanma aynıdır, ikisinde de mutluluk amaçlanır.
Bakalım ekibimiz girdikleri bu yoldan hem ceplerini doldurarak hem insanların maddi-manevi kayıplarını telafi ederek mi çıkacak yoksa yol onları ‘olumsuzlukları yaşayacağımız varsa yaşayalım’ görüşüne mi çıkaracak? Hafta sonunu orijinal bir konu eşliğinde yorulmadan ve keyifle geçirmek isteyenler için ‘Boşanma Sigortası’ ilk iki bölümüyle Prime’da, diğer bölümler ise peyder pey yolda.
KELEBEĞİN KARANLIK ETKİSİ
Karma
Kapanışı yine bir Güney Kore dizisiyle yapıyoruz ve işin içinde yine sigortacılık var! Ancak bu kez karanlık sularda yüzüyoruz ve Netflix’e geçiyoruz. Yeni dizi ‘Karma’, adından da anlaşılacağı üzere yapıp ettiklerimizin birbirimizi nasıl etkilediğine dair bir dizi. Choi Hee-seon’un ‘Akyeon’ adlı webtoon’undan uyarlama altı bölümlük dizi, tür olarak dram ve gerilime oturuyor, yer yer farklı şiddet türlerinin sınırlarında dolaşıyor. Tetikleyici uyarımızı verelim. Bir de not düşelim, dizi, karakterleri ve olayları (yani karmayı) biraz ağır ama özenli bir şekilde örüyor. Bu bir karma olduğu için de suçu/kötülüğü ilk başlatan diye bir işaretleme yapmak, bölümler açıldıkça zorlaşıyor. Neyse ki afişteki kırmızı ip bize bu ilmeklerin elbet birleşeceğini hatırlatıyor!
İlk bölümü ana karakter Jae-yeong’la (Lee Hee-jun) açıyoruz. Serseri olduğu her halinden belli olan bu genç adam üç aydır kirasını yatırmıyor, eline geçen üç kuruşu biraya harcıyor, üstelik tefeciye borçlu. Tefeci tarafından organlarının sökülmesiyle tehdit edildiği sırada karşısına bir oyun çıkıyor – deseydik tam ‘Squid Game’ olurdu, ama böyle bir oyun teklifi yok. Gerçi fark etmez, olaylar her iki dizide de karanlık ve ölümcül. Tefeciye olan borcunu ödemek için bir ay süre kazanan Jae-yeong, babasının hayat sigortası yaptırdığını öğrenince o vicdansız karara imza atıyor: Babası ölmeli ve buna kaza süsü verilmeli ki sigortadan para alsın.
Jae-yeong, kendinden daha sefil haldeki eski bir iş arkadaşına, babasını öldürmesi karşılığında sigortadan gelecek parayı kırışmayı teklif ediyor. Plan basit: Kamerasız sokağa gir, babaya arabayla vurup kaç, parayı al. Ancak bundan bir dizi çıkması için işlerin ters gitmesi gerek. Jae-yeong’un babasının bir arkadaşı bu sözde kazaya görgü tanığı oluyor ve işler değişiyor. Bu noktada hikâyeye gözlüklü bir genç, onun sevgilisi, bir doktor gibi karakterler de dâhil oluyor. (Böyle tanımlamamızın nedeni, hikâyede de onlardan bu şekilde bahsedilmesi.)
Hepsinin hayatı bu olayla bir şekilde kesişiyor. Daha doğrusu hepsi birbirinin hayatını altüst ediyor. Yani ‘Amélie’deki gibi etrafa iyilik saçan karakterler değil bunlar. Küçük bir kararsızlık, tek bir bencil an onlarca kişinin hayatını nasıl yakar sorusu ve en az o kadar can yakıcı cevabı izliyoruz. Biraz da ürperiyoruz, zira böyle kötü bir ağa yakalanmak için bu kısacık kötülük anları yetiyor. Bunda hikâye kadar köhne sokaklar, loş ışıklar, gri tonlar, tekinsiz atmosfer gibi görsel unsurların da payı var elbet. Dizi her anlamda etrafımızı karmadan oluşan bir ağla sarıyor.
Özetle, hafta sonunu daha sert hikâyelerle geçirmek isteyenler, her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğu hikâyeleri sevenler ya da salt Güney Kore dizilerinin bağımlıları gibi farklı kitleleri bir araya getirebilecek ‘Karma’ altı bölümüyle Netflix’te, seçimlerimizin zincirleme etkisini sorgulatmak üzere bizleri bekliyor.