Hayat, insanın kendiyle baş başa kaldığı, iç sesini bazen susturamadığı, bazen de o sesle barış içinde yol aldığı bir içsel yolculuktur. Bu yolculuk boyunca, zihnimizin derinliklerinde bir soru yankılanır zaman zaman : “Acaba ben seçilmiş biri miyim?”
İlk duyduğunda kulağa iddialı gelir. Hatta fazla büyük, megalomani kokan bir düşünce gibi. Ancak bu soru, farkında olmadan birçok insanın zihninde sessizce dolaşır. Bazen bir duanın ortasında, bazen bir kazadan sağ kurtulduğunda, bazen de bir başarı sonrasında, ansızın… Seçilmişlik düşüncesi, insan ruhunun en mahrem köşelerinde kök salar.
Ve bu duygu, doğru bir şekilde yerleştirilmediğinde ya kibir doğurur ya da içi boş, temelsiz bir teselliye dönüşür.
Oysa asıl mesele, seçilmiş olup olmadığımızdan çok, bu hissi nasıl yaşadığımızdır.
Bir Uyanış Hikâyesine İhtiyaç Var Mı?
Benim yolculuğum İzmir sokaklarında gazeteciliğe ilk adım attığımda, bir haberin sadece bilgi aktarmaktan ibaret olmadığını fark ettiğimde başladı. Göz göze geldiğim insanların acıları, sevinçleri ve sessiz mücadelelerini sadece haber yapmakla kalmayıp, onların hayatına başka türlü katkılar sunmaya yöneltti.
Zamanla fark ettim ki, bir hikâyeye kulak vermek ve katkı sağlamak için çaba göstermek bazen bir insanın kaderini değiştirebilir. Bu farkındalık, beni insan bilincini anlamak için daha başka arayışlara sürükledi ve yaşam koçluğuna yöneldim. Amacım, insanların içindeki gücü keşfetmelerine yardımcı olmak, hayata daha bilinçli bir gözle bakmalarını sağlamak oldu. Çünkü gerçek dönüşüm, sadece var olmakla değil, etrafına da yaşam üfleyebilmekle mümkündü.
Yıllar içinde, kendini “uyanmış” ya da “aydınlanmış” olarak tanımlayan birçok insanla derin mülakatlar yaptım. Onların anlattıklarını dinledikçe, zihnimdeki düşünce daha da netleşti: Seçilmiş olmak, bir üstünlük ya da ayrıcalık değil; hayatı anlamlandırma cesareti. Bir eşiği atlamak, “Ben ne alabilirim?” sorusunu geride bırakıp, “Ben ne verebilirim?” diyebilme olgunluğu.
Seçilmişlik Duygusu: Kökleri Nerede?
Aslında bu “seçilmişlik” hissi, insanlığın ortak bir arzusu. Dini metinlerde, mitolojilerde ve günlük hayatta sıkça karşımıza çıkıyor . Kimi zaman bir annenin gözlerinde, kimi zaman bir öğretmenin sözlerinde, bazen de yaşadığımız olağanüstü anların ardından… İnsan, varoluşunun anlamını başkalarının gözünde değerli olabilmekle temellendiriyor.
Hepimiz, birileri tarafından görülmek, sevilmek, seçilmek isteriz. Bir kazadan kurtulduğunda, umutsuzluktan sonra gelen bir mucizeyle… Yahudiler binlerce yıldır kendilerini “Tanrı’nın seçilmiş halkı” olarak tanımlar. Bu, onların tarih boyunca taşıdığı bir bilinçtir. Aynı şekilde, iş yerinde patronunun gözdelerinden biri olmak, öğretmeninin sevdiği öğrenci, bir annenin gözbebeği olmak… Hepimiz, birileri tarafından değerli görülmek isteriz. Belki de seçilmişlik duygusu tam olarak budur: Değer görmek.
Hayatta Kalmak mı, Yaşatmak , Katkı Sağlamak mı?
İnsan ruhunun temel ihtiyaçları vardır. Öncelikle güven ararız; tanıdık olanı, öngörülebilir olanı isteriz. Ardından ruhumuz değişimi, yeniliği, heyecanı özler. Görünür olmak, değer görmek isteriz. Birilerine ya da bir yere ait olma, sevme ve sevilme arzusu içimizde hep yanar. Bunlar, yaşamın temel basamaklarıdır. Hayatta kalabilmek için ihtiyaç duyduklarımızdır.
Ancak bazı insanlar vardır ki, bu dört temel ihtiyacın ötesine geçerler. Onlar, sadece güvende olmakla yetinmez; kim olduklarını keşfetmek, sınırlarını zorlamak ve başkalarına katkı sunmak isterler. Hayatı, alınacaklar listesiyle değil, verilecekler listesiyle yaşamaya başlarlar. Kendilerini büyümeye, gelişmeye ve başkalarının yolunu aydınlatmaya adarlar. İşte bu an, seçilmişlik hissinin başladığı andır. Seçilmek, birinin sana sunduğu bir unvan değil; senin içsel yolculuğunda ulaştığın bilinç seviyesidir.
Seçilmişlik: Bir Kader mi, Bir Seçim mi?
Bilim bu konuda kesin bir şey söylemiyor. Ama ruhunu dinleyen herkes bilir: Bazı insanlar farklı yaşar. Onlar daha üstün değildir; sadece daha bilinçlidir. Daha duyarlı, daha sorumlu, daha katkı odaklıdırlar. Seçilmişlik, gökten inen bir armağan değil, içten gelen bir çağrıdır.
Her gün yeniden verilen bir karardır. Seçilmiş olmak kişinin kendisini seçmesiyle başlar.
Eğer bir gün içinde “Ben farklıyım” hissi uyanırsa, korkma. Ama altında ezilme de. Bu his bir yük değil, bir sorumluluktur. Kendini tanımak, kendini aşmak ve başkalarının karanlığına bir parça ışık tutabilmek… Dünya, başkalarının izinden gidenlerden çok, kendi izini bırakmaya cesaret edenlere ihtiyaç duyar.
Ve Son Söz…
Belki sen de seçilmiş birisin. Ama bu, kimsenin sana bahşettiği bir paye değil. Her sabah yeniden karar verdiğin, her gece vicdanına sorup huzurla uyuyabildiğin bir seçimdir. Hayatta kalmak için değil, yaşatmak için yaşıyorsan… Evet, sen zaten seçilmiş birisin.