20’inci yüzyılın ilk çeyreğinde Amerika’dan Paris’e entelektüel göçü vardı. Hitler Almanya’da yükselişe geçtiğinde ve büyük bir savaş yaklaşmakta olduğundan, bu defa da Avrupa’dan Amerika’ya göç başlamıştı. Bu nedenle Avrupa’nın ciddi oranda entelektüel birikimi Amerika’ya yerleşti.
Örneğin Adorno, kendisinden önce Amerika’ya kaçmış olan Max Horkheimer’ın tavsiyesi üzerine 1938 yılında New York’a geldi ve 1941 yılında Los Angeles’a taşındı. O dönemde Bertold Brecht, Arnold Schoenberg ve Thomas Mann da Kaliforniya’daydılar. Onların grup halinde orada bulunmalarıyla bölgenin zekâ düzeyi ortalamasında radikal bir yükselme olduysa da, diğerlerinin nasıl katlandıklarını da anlayamamakla birlikte özelikle Adorno’nun Kaliforniya hayat tarzına nasıl adapte olduğunu ve bulunduğu ortamdan entelektüel anlamda hiç beslenemeden o kitapları nasıl yazabildiğini anlayamıyorum. Bu arada güneşte yanmış Kaliforniyalı gençlerin beyaz dişleri için “Hegelci” dişler de demişti. Bununla ne demek istediği hâlâ tam anlaşılabilmiş değil.
Onun bu döneminin ürünü olan Minimia Moralia’nın alt başlığı “Reflections From a Damaged Life” (Hasarlı Hayat Üzerine Gözlemler) olduğundan, o “hasarlı” tespitiyle etrafında gördüğü nüfusun hayatını mı yoksa kendi hayatını mı kastettiğini anlayabilmek o kadar da kolay değil.
Bu arada herkes, bir diğer ünlü göçmen Thomas Mann’in, “Doctor Faustus: The Life of the German Composer Adrian Leverkühn as Told by an Old Friend” kitabında yaratmış olduğu besteci tipinin aslında Schoenberg olduğunu düşünüyordu. Mann bu konuda açık bir şey söylemiyordu ama müzikte Alman romantik geleneğinin terk edilmesinin kendisini hayli üzdüğü ve daha önce Mahler ile tanıştığında ona duyduğu hayranlık yüzünden titremeye başladığı bilinen Thomas Mann’in Schoenberg’den fazla hoşlanmadığı düşünülüyordu. Doktor Faustus kitabında özellikle sorulan, Alman müzik geleneğinde nelerin yanlış gittiği sorusunun gelenekleri yıkmakla övünen Schoenberg’i mutlu etmesi de zaten mümkün değildi.
Schoenberg Kaliforniya’dayken Stravinsky de oradaydı. Üstelik iki “düşman” besteci birbirine çok yakın evlerde oturuyorlardı ama buna rağmen yıllarca birbirlerine bir defa bile rastlamadan yaşamayı başarmışlardı.
Susan Sontag, Thomas Mann’i evinde ziyaret etmişti. Daha sonra Sontag, “Thomas Mann kitapları gibi mi konuşuyordu?” sorusuna “Kitapları gibi konuşsa iyi, ama o kitabı hakkında ciddi ve düşünceli bir eleştiri yazısı yazan bir yazar gibi konuşuyordu,” diyerek görüşmelerinin ağır entelektüel havasını yansıtmıştı. (Geoff Dyer, “White Sands” adlı kitabının Pilgrimage başlıklı bölümünde zamanın Kaliforniya’sını çok güzel anlatmıştır.)
Schoenberg, Stravinsky ile karşılaşmamayı başarmıştı ama göçmen camiasının diğer insanları günlük hayatın içinde onu sıkça görüyorlardı.
Los Angeles’ta, kendisi de göçmen olan romancı Lion Feuchtwanger’ın eşi Martha bir gün markette meyve bölümünde alışveriş yapmaktayken kendisine doğru bağırarak gelmekte olan Arnold Schoenberg’i gördü. Schoenberg’in yüzü öfkeden kıpkırmızıydı. Ünlü besteci, “Yalanlar frau Martha, yalanlar. Sen de biliyorsun ben hayatımda hiç frengi olmadım,” diye de durmadan bağırıyordu. Tabii, Thomas Mann’ın Doctor Faustus romanının içeriğinden haberdar olmayanların ne olup bittiğini anlamaları mümkün değildi.
Mann’ın romanında yaratmış olduğu besteci Adrian Leverkühn’ün aslında Schoenberg olduğu düşünülüyordu. Ve romanda Leverkühn, beynini etkileyerek kendisine yaratıcı güç vereceğini düşündüğü frengi hastalığını bir genelevdeki fahişeden bilerek kapmıştı. Schoenberg o gün, işte romanın bu bölümünde anlatılanlara kızıyordu.
Thomas Mann, Schoenberg ile Stravinsky’nin evlerine çok yakın bir evde oturuyordu. Müziğin iki devine bu kadar yakın olmak onu müziğin romanını yazmaya teşvik etmişti. Bu romanı için yine yakında oturmakta olan Thedore W. Adorno’dan yardım istemişti. Adorno aslında müzik teorisi konusunda yardım istenilecek doğru bir adresti çünkü hem klasik müzik bilgisi büyüktü hem de yeni makaleler üzerine çalışıyordu.
Adorno kendisini Schoenberg’in ve onun öğrencisi Anton Berg’in öğrencisi olarak görüyor ve onların temsil ettiği yeni müzik ekolünün doğru teorik yaklaşım olduğunu düşünüyordu.
Adorno, Horkheimer’ın yönettiği enstitüye resmen üye olmasa da, onun çatısı altında “The Social Situation of Music” (1932), “On Jazz” (1936), “On the Fetish-Character in Music and the Regression of Listening” (1938) ve “Fragments on Wagner” (1938) gibi çalışmaları da yayınlandı.
Anlayacağınız Thomas Mann kitabı için aslında Schoenberg’e sempati ile bakan bir kişiden yardım istemişti ama bu bile Schoenberg’in o günkü öfkesini azaltmaya yetmedi.
Hâla Avrupa’daki kavgalarının duygularını taşıyor gibi gözüken Schoenberg ve Stravinsky, o gün bulundukları ülkedeki klasik müziğin durumuyla pek ilgileniyor gibi değillerdi. Büyük ihtimale ikisi de evlerinde daha fazla caz dinlemekteydiler.