Bu sabah, kahveni yudumlarken gözlerini uzaklara diktin. O an, hiç düşünmeden şöyle bir cümle geçti mi içinden: “Ben gerçekten mutlu muyum?”
Daha da ötesi: “Seni ne mutlu ediyor, biliyor musun?”
Kulağa basit bir soru gibi geliyor. Ama belki de ömrümüz boyunca cevabını bulamadığımız, ya da bulduğumuzu sanıp sürekli ertelediğimiz bir gerçek bu. Oysa hayat, her şeyin ötesinde, bu sorunun cevabında gizli.
Günümüz dünyasında hepimiz bir şeylerin peşindeyiz. Daha fazla para kazanmak, daha başarılı olmak, daha çok seyahat, daha görünür olmak… Hep bir “daha” var hayatımızda. Bitmeyen bir maratonun içindeyiz. Koşarken terliyor, yoruluyoruz ama durduğumuzda bir bakıyoruz ki koştuğumuz yön bile belli değil.
Belki de en büyük problemimiz bu: Mutluluğu, dışarıdan gelen bir şey sanıyoruz. Oysa mutluluk, içeride. Sessiz, gösterişsiz, mütevazı bir köşede oturuyor. Senin onu fark etmeni bekliyor.
Geçtiğimiz hafta Dünya Mutluluk Raporu açıklandı. Yıllardır bu tür raporlarda ilk sıralarda hep aynı ülkeler var: Finlandiya, Danimarka, İsviçre… İnsan düşünüyor: Nedir bu ülkeleri bu kadar “mutlu” yapan? Ekonomik refah mı? Sosyal güvence mi? Huzurlu yaşam mı?
Evet, hepsi bir yere kadar doğru. Ama raporun satır aralarında çok daha derin bir gerçek saklıydı. Araştırmalar, başkalarıyla birlikte yemek yemenin, gelir kadar güçlü bir mutluluk kaynağı olduğunu gösteriyordu.
Düşünsenize… Onca ekonomik analiz, onca veri seti arasında en basit şeylerden biri, belki de en kıymetlisi: Bir masada sevdiklerinle oturmak. Birlikte gülmek, paylaşmak, konuşmak. O sofrada aç karınlar değil sadece; yalnızlıklar da doyuyor çünkü.
Modern hayat bizi yalnızlaştırıyor. Parlak ekranlara bakarken göz göze gelmeyi unutuyoruz. Bildirim seslerini dinlerken kalp sesimizi duyamaz hâle geliyoruz.
Ne zaman durup kendimize sorduk: Bugün beni ne mutlu etti?
Bir kitapta rastladığın cümle mi? Sabah işe giderken gördüğün çiçekli sokak mı? Annenin arayıp “seni özledim” demesi mi? Yoksa gece sessizliğinde içtiğin bir bardak çay mı? Ya da eşinin simsicak bir sarilisla seni seviyorum diye kulagina fisildamasi mi? Güzel, tutkulu bir sevisme mi?
Mutluluk, büyük başarılarda değil. Küçük anların içinde gizli. Fark ettiğinde çoğalıyor. Göz ardı ettiğinde ise sönüp gidiyor.
Ama burada bir uyarı da yapmak gerek: Kendimize karşı dürüst olmalıyız. Çoğu zaman neyin mutlu ettiğini zannettiğimizi, neyin bizi gerçekten mutlu ettiğinden ayırt edemiyoruz. Bir terfi, bir tatil ya da yeni bir kıyafet geçici bir yükseliş yaratıyor. Peki, sonra? Boşluk yine başlıyor.
Belki de hayatı sadeleştirmek gerekiyor. Karmaşadan arındırmak… Sosyal medyada alkış peşinde koşmayı bırakmak… Başkalarının hayatına bakarken kendi mutluluğunu kaçırmamak…
Hayatın sonunda herkes aynı şeyi arıyor: Anlam. Ve bu anlam, mutlulukla çok yakından bağlantılı. Sadece kendimiz için değil, başkaları için de iyi bir şey yaptığımızda hissettiğimiz o iç huzuru var ya… İşte gerçek mutluluk orada.
Birine yardım etmek, affetmek, bir gencin elinden tutmak, yaşlı bir komşuya bir tas çorba götürmek… Bunlar mutlu eder insanı. Gönüllü olmak, bir ağaç dikmek, bir sokak hayvanını sahiplenmek… Çünkü insan kendini bir bütünün parçası olarak hissettiğinde gerçek huzura ulaşır.
Şimdi seni yeniden düşünmeye davet ediyorum.
Seni gerçekten ne mutlu ediyor?
Bu soruya cevap vermek kolay değil. Ama bu cevap, tüm hayat yolculuğunu şekillendirecek kadar güçlü.
Kendini zorla. Belki yıllardır içinde taşıdığın bir cevabı ilk kez bu yazıda hatırlayacaksın. Belki de hiç aklına gelmeyen şeyler çıkacak karşına: Çocukken dinlediğin bir şarkı, unuttuğun bir hayal, söyleyemediğin bir teşekkür…
Odaklan onlara. Çünkü hayat, o kadar karmaşanın, politikanın, paranın ve rekabetin içinde tek bir eksen etrafında dönüyor: Sağlık ve mutluluk.
Gerisi mi? Gerisi güzelce anlatılmış bir masal, ya da iyi pazarlanmış bir illüzyon.
Ama gerçek olan, içindeki mutlulukla barıştığın andır.
O yüzden…
Seni ne mutlu ediyor, biliyor musun?